Friday, July 23, 2010

İstatistik

İnsanın yapacak fazla işi olmayınca ya da hadi dürüst olalım canı pek bir şey yapmak istemeyince abukluklara sarar.

Benim bu haftaki sardığım günde acaba kaç cümle kuruyorum oldu. Ne kadar konuşuyorum, ne kadar iletişim halindeyim.

Bu hafta merhaba, günaydın, iyi geceler dahil olmak üzere günde 30-35 cümleyi geçemedim.
Beynimden geçen cümle sayısına inat, yazıya döktüklerime inat ağzımı açmıyorum.

Hiç bir zaman o şen şakrak durmadan konuşan kadınlardan olmadım ama iş-güç vs derken daha çok cümle kurardım. İşin güzel tarafı fazla konuşan da duymuyorum. Dilsiz veya sağır olsam muhtemelen pek zorluk çekmeyeceğim bu aralar :)

Konuşmaktan, anlatmaktan bitap düştüğüm günler, yıllar geldi geçti aklımdan az evvel. Telefon çalmasın diye dualar ettiğim zamanlar. Günün sonunda çenemin ağrıdığı zamanlar.
Şükrettim.

Cumalar ve Tuhaflıklar

Ne garip gün şu Cuma. Sanıyorsun ki hafta sonu geliyor ya, her şey harika olacak.

Sabah açılışı anne telefonu ile yaptım.
Bursa'da bir arkadaşları var annemlerin. Annem nişanlanır, babamı askere gönderir. Tesadüf bu ya yeni tayin olduğu şubede bir arkadaşı olur, onun da nişanlısı askerdedir. İki nişanlının askerleri hem aynı birliğe düşmüşler, hem de çok iyi arkadaş olmuşlar. O gün bugün arkadaşlıkları sürer. Sadece arkadaşlık değil, kelimenin tam anlamı ile dostluk. Diğer çiftin erkeği bir kaç senedir alzheimer ile boğuşuyordu. Dün gece ölmüş. Bana haber vermeden, Bursa'ya yola çıkmışlar sabah. Babamın bacağında bir problem var, beklemeyen anlarda pat diye şişiyor ve hareketi imkansız hale getiriyor, annem desen beyin damarlarında kireçlenme aldı başını gitti, başı dönmeden, düşmeden bir şey yapamaz halde. Tevekkülü öğrendiğim an bu sabah oldu. Eczaneye koşup alınan bir insidon eşliğinde tabii.

Ofise geldim sonra. Sıcaklar sebebi ile bir iki haftadır çok az şey yiyebiliyorum. Sabah mutad tartılma faslımda gördüm ki geçen sene bu tarihe oranla tam 20 kiloyu vermişim. Eski ve normal halime 10 kilo kalmış. Aferin dedim kendime. Neyse, bu yemek yiyeme durumu başıma bela olmasın diye zorla bir şeyler yemeye çalışıyorum, bir kaç sabahtır buradaki bir lokantanın omletleri pek hoşuma gitmeye başladı. Sabah arayıp rica ettim yine ve dedim ki "lütfen çok ekmek göndermeyin, 2 dilim yeter, ziyan oluyor". Bir tam ekmek eşliğinde geldi omlet. Evet sahipleri Karadenizli.

2-3 haftadır 8 aydır hiç aksatmadan gittiğim sporu yapamaz oldum. Yürüyüş bantlarından nefret eden bünyem cardio dersleri ile açığını kapatıp, pilatesti, crunch dersleriydi derken ağırlığını da çalışıp bir halta benziyordu. cin fikirli tesis sorumlusu, aklına esince yaz dönemi boyunca 5 kişi altına ders yapmam, izne çıkan hocanın yerine başka hocaya ders yaptırmam deyince tam tabir ile ben g.t gibi kaldım. Cumartesi gidip ramazan sonuna dek üyeliğimi donduracağım. Bari günlerim heba olmasın.

Elimde 2 aydır sürünen bir iş var, popomu kırıp otursam 4 saate kalmaz bitecek. Neden ise inatla yapmadım, yumurta kapıda. Bugün son gün.

Tarçın ayrı bir alem. Dünyanın en romantik, en anlayışlı kedisi. Baktı bende keyif yok, kıvrılıyor geceleri yanıma, sadece değiyor patisi ile, ne üzerime çıkma, ne bir yaramazlık. Sadece okşuyor kolumu, sabahları da uyandırmıyor. Sabah erkenden gözlerim açıldı, aldım romantik ayuyu koynuma, seviştik biraz, göbeğini sevdim, kulak arkalarını kaşıdım. Öğlen evde yine bir yarım saatlik seans yapayım kendisine.

Bu aralar ne doğru dürüst film seyredebiliyorum ne de dizi. Hepsini kaydedip, sonra hızlı sararak göz gezdiriyorum. Ne bir şey kaçırmak istiyorum, ne de kafamı vermek. Kitaplarım da öyle. Hep kafamı meşgul etmeyecek, gayet light okumalarda gözüm. Dün gece Tea with Mussolini'yi seyrettim ama. Cher'i özlediğimi fark ettim, sanırım içimde saklı bir gay adam var.

bunu okurken kendi çocukluğum sanki dedim. Babam da iyi bir yüzücü idi. Bana hiç kolluk kullandırmadı. Ne zaman stil öğrendiğimi hatırlamıyorum bile. 13-14 yaşlarında hoşlandığım bir çocuk vardı, yüzüşünü gördükten sonra hemen unuttuğumu anımsıyorum :)



Şimdi nihayet aradım, başınız sağ olsun demek kadar zor gelen hiç bir şey yok galiba. Boş laflar, boş teselliler. Dağ gibi bir adamın kimseyi tanımaması, yatağa bağlı kalması, kocasın aşık bir kadının bunu seyretmesi, çabalaması... Ölüm iyi mi, yoksa kayıp mı bu durumda?
Ölmek korkutmuyor beni, nasıl öleceğimi merak ediyorum lakin. Umarım kimseye zahmet vermem ölürken, acı çekilir. Acınız en arttığında verirler morfini, rahatlarsınız. ama size bakanlar, sizi seyredenler? Onların uyuşma şansları yoktur. Sizin için hep dik durmak zorunda kalırlar.

Bu da böyle bir cuma işte :)
Şu dört saat kapanayım artık, bitsin bu peşimdeki kuyruklu iş.


Thursday, July 22, 2010

Christopher Nolan 'ın son alamet-i harikası : Inception / Başlangıç

Christopher Nolan'ı ilk yönettiği filmiyle (Memento) ile tanımıştım, özellikle kurgulayış biçimine hayran kalıp sonraki filmleri olan Insomnia,Batman Begins, Prestige, Batman Dark Knight sonrasında iyice hasta olmuştum.
Inception yani Başlangıç yine akıl zorlayıcı bir hikaye,
Dom Cobb (Leonardo DiCaprio) çok yetenekli bir hırsızdır. Uzmanlık alanı, zihnin en savunmasız olduğu rüya görme anında, bilinçaltının derinliklerindeki değerli sırları çekip çıkarmak ve onları çalmaktır. Cobb’un bu ender mahareti, onu kurumsal casusluğun tehlikeli yeni dünyasında aranan bir oyuncu yapmıştır. Ancak, aynı zamanda bu durum onu uluslararası bir kaçak yapmış ve sevdiği herşeye malolmuştur. Cobb’a içinde bulunduğu durumdan kurtulmasını sağlayacak bir fırsat sunulur. Ona hayatını geri verebilecek son bir iş; tabi eğer imkansız “başlangıç”ı tamamlayabilirse. Mükemmel soygun yerine, Cobb ve takımındaki profesyoneller bu sefer tam tersini yapmak zorundadır; görevleri bir fikri çalmak değil onu yerleştirmektir. Eğer başarırlarsa, mükemmel suç bu olacaktır. Ama ne dikkatle yapılan planlamalar, ne de uzmanlıkları, onları, her hareketlerini önceden tahmin ettiği anlaşılan tehlikeli düşmanlarına karşı hazırlıklı kılabilir. Bu, gelişini sadece Cobb’un görebildiği bir düşmandır.
Bu yazıyı yazarken Hans Zimmer'in film için hazırladığı soundtrack'i dinliyorum da..Film bana inanılmaz geliyor.Haftaya ilk gece seansında olacağım..
Sanırım Leonardo DiCaprio'da şahane olacaktır film için...
Ya aklınız bir cinayet mahalli olursa ? 
Edit:
Filmi 30/7 Cuma akşamı gördüm, gördüklerimi yazmayacağım ama iyi filmi seyretmenin o lezzetini aldım.Filmi sinemada görmenin de zevkini aldım.Neticesinde fragmanda yanıldığım bir kaç unsur vardı ona da şaşırdım.Nolan iyi iş çıkarmış, tadıyla görmeniz gereken iyi bir film.

Tuesday, July 20, 2010

Çocuk Hikayeleri

O kadar çok insanın ölümünü gördüm ki, öğrendim. Ne yaparsan yap sadece bir hikaye kalıyor geriye...Anlatılınca yalan gibi, hiç olmamış gibi gelen...

Çok mutlu bir çocukluk geçirdim ben, hep çok sevildim. Çok iyi arkadaşlarım oldu, hiç bir şeye özenmedim. Hiç bir şeyin eksikliğini çekmedim. Kimse canımı acıtmadı, kimse rencide etmedi, kimse kapanmaz yaralar açmadı. Öyle mutlu idim ki ergenlik bile delirtmedi beni, kişilik savaşları vermeme gerek kalmadı. Seçtiğim okullara girdim, okuyup çalışanlardan oldum. İhtiyaç için çalışmam gerekmedi hiç, başarılı ailenin başarılı çocuğuydum sadece, normaldi her şeyi erken başarmam. Yaşım beşti ilk okula başlarken, ana okulunu sevmedim, gitmedim. Bir sene kayıtsız okuttular beni, kimse inanmamış becereceğime. Oysa ilk ben söktüm okumayı sınıfta, hep güzel yazdım. Ellerim tam gelişmemişti daha, bazen ağlardım ödevleri yaparken acıdan, ama vazgeçmeyi hiç düşünmedim.

Belki aşk sevgiliyi kazanmayı değil, kendini onda kaybetmeyi gerektirir. Kendini kaybettiğinde ve ego kuleni yıktığında, karşılığında sevilmişsin, sevilmemişsin ne fark eder?

Her şey o kadar temizdi ki etrafımda, kirin olduğunu duydum ama varlığına hiç inanmadım. Sene 91 idi ilk incindiğimde, belki başkası için bir bok değildi incindiğim şey, ama o kadar naifmişim ki... O kadar başka yerde yaşıyormuşum ki... Bugünün çok normal olan çizgisi, o gün öyle değildi. Neyse, o kadar kötü hissetmiştim ki kendimi "kötü kız" olduğuma kanaat getirdim :) İyi bir şey hak etmiyordum. Buldum sonra belamı gecikmeden, 5 yıllık bir evlilik. Anlatamam olan biteni, yeri değil. Burada yeri olan o evlilik kararımla ilgili babamın tam 5 sene benimle konuşmaması. O gün öğrendiğimi zannetttiğim şey hayatta asla karşılıksız sevgi olmadığı idi. Sana hayatta en tapan, senden başka gözü bir şey görmeyen adam da olsa, onaylamadığı bir şey yaparsan seni kesip atabilirdi sanki sen hiç yaşamamışsın gibi. Yapayalnız ayakta kalmayı, savaşmayı, çevreme kalın duvarlar örmeyi o zaman öğrendim ben. Daha o beş senenin başındayken en sevdiğim arkadaşım hamile kaldı. Nişanlısı askerdeydi, daha zamanı değildi çocuğun. Gittik beraber aldırdık, hiç sorun çıkmadı, hiç üzülmedi, nasıl olsa daha sonra yine yapabileceğim dedi. Sapasağlam kalktı masadan. Haklı idi, o günden 7-8 sene sonra oldu hakikaten dünya güzeli bir kızı. Çok iyi bir anne oldu, çok güzel bir çocuk yetiştiriyorlar, bugün 8 yaşında o kız.
Neyse, daha sonra ben hamile kaldım. İşimde yeni yükseliyordum, yanımdaki adama güvenmiyordum, olacak iş değildi. Ama bir tarafım hiç bırakmak istemiyordu o çocuğu. Diğer taraftan eşimin bir kızı vardı, onu yetiştiriyorduk. Zaten bir yavru vardı ortada, onu nasıl bırakırdım ki? Son dakikada aldırmaya karar verdim. İçim gayet rahat sanıyordum, oysa narkoz bile sakinleştirmemiş beni, çok zor bir kürtaj olmuş, deli gibi bağırıp direnmişim. Doktor dışarı çıkıp sormuş, zorla mı yaptırıyorsunuz diye. O da geçti, bitti.
O günden sonra başladı doğum kontrolü paranoyam, hem spiral taktırmıştım, hem hap alıyordum. ama buna rağmen yine hamile kaldım. Aldılar tabii mecburen, o kadar ilaç ile sağlıklı olma ihtimali yoktu. İz bırakmadı.

Boşandım, tekrar evlendim, seneler geçti, tekrar boşandım.
İlk boşanmanın ardından barıştık babamla, bir daha 4 başı mamur sevdiğimi ona gösteremedim hiç, bugün bile içim titrer ona, yokluğunu bu yaşa geldim hala düşünemiyorum. Allah ona daha çok uzun ömürler versin, başımdan almasın.
Sonra Cem geldi hayatıma, sevmiyordum pek fazla ama seviliyordum, yeterli idi bana. Süprizzzzzz, yine hamile idim. İşlerimiz yerindeydi, bu sefer doğurmamak için hiç bir sebep yoktu. Akşamı zor ettim, sevinçten yerimde duramıyordum. Hiç beklemediğim bir hayır ile karşılaştım, bir iki hafta konuştuk üzerinde, korkusu yerini isteğe bırakmaya başladı, doktora gittik beraber kontrole, orada aldık haberi, dış gebelik. Ameliyatı önermedi, kemoterapi ilaclarından bir ufak doz vereceğiz, hemen ölecek, hiç gerek yok şu an risk almaya dedi doktor. Peki dedik. Ama o doz öldürmedi o çocuğu, 1 ay her gün hastahane, her gün kontrol, her gün biraz ilaç. Saçlarım yavaş yavaş elime geliyordu artık, vucut ilaç tesiri ile su topluyordu. yiyemiyordum, içemiyordum, ama deli gibi şişiyordum. Bir ağustos günü nihayet öldü o çocuk. Sonrasında Cem'i bir daha hiç görmek istemedim ve ayrıldım. Yüzüne her baktığımda nasıl öldürdüğümüz dışında bir şey düşünemiyordum.
Allahtan iş vardı, daha da sıkı sarıldım, daha da yüksek duvarlar ördüm kendime.
Çalışmak dışında bir şey olmayacaktı hayatımda, olmadı da. Ta ki biri zorla girip, kendini içeri sokana kadar. Daha yepyeni idik, ve o kadar korunmaya ben yine hamile, şaka gibi... Nasıl söyleyeceğimi düşünüyordum, kafamda ölçtüm biçtim, mümkün değildi. Bir cumartesi günü kimselere söylemeden, tek başıma gidip hallettim. İçimde yine daha sonra olur ümidi ile. 3 sene geçti, bir dolu şey yaşadık, sonra olmadı işte...
İyi günler oldu, kötü günler oldu, dostun kazığı geldi. Bana yaptığı bütün kötülüğe rağmen, içim yanarak özlediğim dost...
Bütün can acılarının ardına "sevgili" geldi, beraber ölürüz dediğim.
Beklenmeden geldi, umut edilmezken geldi, imkansızlıklarla geldi. ama geldi.

Beline orak olsam
Saçına tarak olsam
Vurdi yayla yukarı
Yüküne ortak olsam

Yaraları ellere de bağlatmadık. Yeni yaralara da izin vermedik.

Beni Ağlatırsan Yoluna Ağlat
Beni Negah Yere Ağlatma Yar Yar
Beni Çağlatırsan Deryanda Çağlat
Kuru Çaylarında Çağlatma Yar Yar


***
gurbete gidişimdir
gonca gül derişimdir
eğil eğil öpeyim
belki son görüşümdür

hiç aklımdan çıkmadı türkü, her yolcu ettiğimde kokusunu içime çektim. Arkasından her kapıyı kapatışımda yaşımı akıttım. Her yol bitişinde, eve dönüşünde şükürler ettim.

Sakın , dedi kendine , korkma! Bir hafta önceydi , anlamıştı . İnsan çok yalnızken , bir tane daha kendinden doğuruyordu içinde , ' Korkma ' desin diye...

herkes terk etmez
bazıları sahip çıkar hiçbir şey hesap etmeden ve dahi edemeden
insan kırılır, duvarlarını örer, hatta hissizleşir
ama güzeli gördümü durup insanlaşmasını da bilir, yine hesap kitap yapamadan (9 Nisan 2009- 1. ay)

bugün mü?

yine gam yüküne tüccar ben oldum
bulmadım lokman’ı arada kaldım
medet mürvet dedim kapına geldim
çekemem bu derdi bölek seninle

Tarçın var bugün, sevgili var, bu akşam eve dönüşü var yine. Ben indim diye mesaj attığında yine ohhh diyeceğim, şükredeceğim. Eve ulaştığında yine küt küt atacak kalbim, yorgunluğuna yine içim paralanacak, çantasını fırlatıp koltuğa oturup ayağını sehpaya dayayacak. Tarçın göbeğine fırlayacak sonra. O sırada ben dün akşam o evde yokken Tarçın'ın ne kadar huzursuz olduğunu anlatacağım ona, nasıl oda oda onu aradığını, sokak kapısından her gelen sese nasıl koştuğunu. sonra ya biliyor musun Şahin'i işten çıkarmışlar galiba, dairesi boşalmış diyeceğim. Şaşıracak, ama üzerinde konuşamayacak kadar yorgun olacak. Sonra koltuğu açıp gel uzan diyeceğim, uykuya dalana dek yanında kalacağım. Sonra televizyonu ışığı kapatıp yatak odasına gideceğim.

Yarın?
Bilmiyorum. Sadece sevdiğim adamın sağlığı için dua ediyorum. Başına üşüşen kara bulutlar dağılsın istiyorum, ışığını kesen o bulutlar dağılsın ki etrafını rahatça görsün istiyorum.
beni kör kuyularda merdivensiz bıraktın
denizler ortasında bak yelkensiz bıraktın
öylesine yıktın ki bütün inançlarımı
beni bensiz bıraktın, beni sensiz bıraktın

Monday, July 19, 2010

Şu Ambalaj dedikleri

Meraklanmayın, Ambalaj atıklarınla ilgili yazmayacağım bu konuda yazacak çizecek şey var ama sırasıyla..Önce Ambalaj'la ilgili sıkıntılarımı paylaşacağım.

Kardeşim yeter artık, açılmayan, açılmakta zorlandığım yoğurt kaseleri mi dersiniz, salam,sucukların dilimli satıldığı ve açmak için türlü numara yaptığım ambalajlar mı ? açmak için bıçakladığım yağ'lar mı dersiniz, tirbüşonu sapladığım halde açarken katil olacağım şaraplar mı dersiniz..Kısacası ambalajla alakalı her tür durum..
Kesinlikle can sıkıcı..Yoksa efendim çok iyi korurmuş, atıklar için önemliymiş falan filan bunlar işin diğer tarafı..esas perakende müşteri bunları satın aldıktan sonra kullanmak için ne eziyet çekiyor haberiniz var mı sayın ambalajcılar ?
Aloo size diyorum..
Maymun oluyoruz bir gıda ambalajı açarken..Yoksa derdim ambalajın şekli,şemali değil..tamamen pratikteki durumu..ne edeyim ben açamadığım ambalajı..yoksa doğaya saygılı olması falan ayrıntısı..zaten olsun da...