Thursday, June 7, 2012

üşenmeyin, okuyun: tecavüz ve sonuç


Bir Kürtaj Olamama Hikayesi

Bir kız çocuğu tecavüze uğradı ve hamile kaldı. Kendisi de ailesi de hamileliğin sonlandırılmasını istedi ama olmadı. Sağlık müdürlüğü doğacak çocuğun evlat edinmeyi arzu eden bir çifte tahsisine hükmetti.
İstanbul - BİA Haber Merkezi
06 Haziran 2012, Çarşamba
* Bu yazı bianet yazarı bir psikiyatr tarafından kaleme alındı. Hastalarının mahremiyetini korumak için ismini saklıyoruz.
Hükümet kürtajı yasaklama konusunda el artırıyor. Sağlık Bakanı kürtajın, yani embriyonun tıbbi yardım eşliğinde düşürülmesinin tecavüz mağdurları için dahi caiz olmadığını döne döne ifade etmeye başladı. O halde, bağrımızı cayır cayır yakma pahasına başka bir düzeyden konuşmanın zamanıdır. Bakalım tecavüz mağdurları için Türkiye'de işler nasıl yürüyor? Birazdan anlatacağım ve içinde kısmen de olsa yer aldığım hikayenin bunu kavramaya yardımcı olacağını ümit ediyorum. Başlamadan belirtmekte fayda var: bu hikaye halihazırdaki durumdan bir kesittir. Hükümet engellenmediği takdirde neler olacağı herkesin kendi hayal gücüne kalmıştır.
Tecavüzün ardından hamile kalan Ş, psikiyatri uzmanı olarak çalıştığım hastanedeki odama geldiğinde çok ama çok geçti. Kendisini daha önce bir kez tecavüzün hemen ardından, yani birkaç ay önce görmüştüm. O zaman da iyi değildi elbet, sıcağı sıcağına yaşanmış bir travmanın hemen ardından ilaç kullanımını salık vermek adetim olmasa da, kendimi ilaç vermek zorunda hissettiğimi hatırlıyorum, notlarımda mevcut. Ancak Ş, bu sefer birkaç ay öncesinden de kötüydü. Yürümüyor, adeta dikilmiş bir ceset gibi kolundan kim çekerse, onun ardından donuk bir ifadeyle seğirtiyordu. Okulu bırakmıştı, bütün gün yatağında yatarak ağlıyor, daha birkaç ay öncesinde geçmişin karanlığında unutulmaya terk edebileceğini umduğu bir hadisenin artık tüm yaşamını belirleyecek heybette karşısına dikilmiş olması gerçeği önünde ketlenmiş, takatsizce bekliyordu. Hamile olduğunu ancak birkaç hafta önce fark etmişti, bu da doğaldı, reşit olmak şöyle dursun, o kadar küçüktü ki.
Neden kürtaja başvurulmadığını sorduğumda söylediklerini çelişkili ve tuhaf buldum. Bir yandan artık kürtaj olamayacağını söylüyor, bir yandan da, on gün kadar önce, hamileliği henüz kürtaj yapılmasına müsaade eder aşamadayken başvurduğu diğer bir şehirdeki hekimlerin operasyonu uygun görmediklerini ifade ediyordu.
Peki, şimdi ne olacaktı? Bana söylediğine göre kendisi için başka bir şehirde yer ayarlanmıştı, doğumdan önce oraya gidecek, doğumdan sonra çocuk kendisinden alınarak başka bir yere verilecekti. Böylece olayı zaten bilen yakın çevre dışında kimse öğrenememiş olacaktı. Ancak bütün bunlar ona zaten çok uzaktı. Karnına bakamıyordu. Yaşam, onun için gelecek olmaktan çıkmış, kapkara bir bahtın sonsuz bir şimdiye sıkıştığı, geçen her saniyeyle kendisini daha da büyüten ve gelecek her günü bir öncekinden daha karanlık kılan bir cehenneme dönmüştü.
Önce yasal sürenin dolup dolmadığını kontrol ettim. Rutin koşullarda 10 haftaya dek olan gebeliklerde gerçekleştirilebilen operasyona, hamileliğin tecavüz neticesinde vuku bulması durumunda yirmi haftaya dek izin veriliyordu.
Ş, hamileliğin 19. haftasında olduğunu söylüyordu, bunu gün içinde kadın doğum uzmanı bir arkadaşıma doğrulatacaktım. Sürenin dolmasına üç ya da dört gün vardı. Kötü: bu çok az zaman var demekti. İyi: hala zaman vardı.  Durum acil olduğundan derhal muayene için bekleyen hastaların bir kısmını tatlı dille ikna ettim ve biraz daha beklemelerini sağladım, ardından da telefona sarıldım.
Ş, çalıştığım civardaki diğer pek çok ergen gibi yalnız başına gelmişti. Önce anne ve babayı çağırmalı, gerçekte ne olup bittiği konusunda biraz daha bilgi sahibi olmalıydım. Madem hamilelik birkaç hafta önce fark edilmişti, neden fark edilmesinin hemen ardından sonlandırılmamıştı? İkinci ve benim için daha önemli olan konu: neden şimdi sonlandırılmıyordu? Hem şu başka şehirde doğum yapma ve sonra bebeğin kendisinden alınacak olma hikayesi neydi? Anne ve babanın telefonlarını aradım ve derhal hastaneye gelmelerini rica ettim. Açık olalım, ne olduğunu bilmiyordum ama bu kürtajın geciktirilmesinde anne ve babanın şu veya bu şekilde sorumlu olduğuna ilişkin bir önyargım vardı.
Gerekçelendirilmemiş önyargılar yıkılmak içindir, nitekim anneyle baba acil çağrıma evden ve işten icabet ederek derhal hastaneye intikal etti ve ilgisiz ebeveynler oldukları yolundaki önyargıma ilk darbeyi indirdi. İzleyen 3-4 gün hemen her gün görüşecektik.
Anne, önce tecavüz, ardından da tecavüzün ürünü hamilelik karşısında pusulasını tamamıyla yitirmiş durumdaydı. Kendisini aciz ve aşağılanmış hissediyordu, en az kızı kadar çökmüş durumdaydı ve düpedüz himmete muhtaçtı, kendisiyle ilgilenilmesini gerektiriyordu. Ama saatin tiktakları işliyor, önümüzdeki 3-4 gün çok hızlı davranılmasını gerektiriyordu. İptal olmuş bu annenin süreçte etkili olamayacağı, yani kızına yardımcı olamayacağı açıktı.
Baba çok daha farklıydı, acısını daha derinden yaşıyor, birkaç haftadır evin diğer bireyleri gibi o da kendi köşesine çekilmiş, sessiz sessiz ağlıyor da olsa, durumu bir ölçüde kabullenmiş, metanetini korumaya çalışıyordu. Yoksul insanlardı, dolmuşa binmek onlar için pahalıydı, ilaç katkı paylarını ödemekte zorluk çektiklerini hatırlıyorum. Paranın açabileceği her kapı onlara kapalıydı. Ama bu ilk tanışmanın en önemli sonucu şuydu: Her ikisi de, kızlarının uğradığı bahtsızlık karşısında ne kadar sarsılmış olursa olsun, hemen ardından kızlarının arkasına geçmiş, onun hamileliğe son verilmesi yolundaki arzusunu kendi arzuları bilmiş ve gerekli olan neyse onu yerine getirmek için harekete geçmişlerdi.
Peki, madem anne ve baba, daha onları görmemişken gerekçesizce varsaydığımın aksine gebeliğin sonlandırılması konusundaki iradelerini bu kadar net ortaya koymuştu, nasıl oluyordu da bu hamilelik hala devam edebiliyordu? Şu başka şehirde doğum yapmak ve sonra çocuğun bir yere verilecek olması durumu nereden ortaya çıkmıştı? Hikayemiz asıl şimdi başlıyor.
Hamile olduğu anlaşıldıktan sonra Ş, kendisini muayene eden hekim tarafından savcılığa yönlendirilmişti. Savcılık kendisine, daha doğrusu ailesine, özel durumu dolayısıyla hamileliğin 10. haftadan sonra da (kanun gereği 20. haftaya kadar)  sonlandırılabileceğini belirtir bir belge vermişti. Operasyon bulunduğu şehirde gerçekleştirilebilir nitelikte olmadığından, Ş, yanında anne ve babası, başka şehirdeki bir hastaneye başvurmuştu. Bu hastanenin uzman hekimleri operasyonu gerçekleştirmeyi reddetmişti. Bunu işittiğimde içimden biraz söylensem de, üzerinde fazla durmadığımı hatırlıyorum; olabilir, kürtaja karşı olabilirlerdi, belki kendileri karşı değillerdi ama hastane yönetiminin bir politikası mevcuttu. Üstelik Ş ve ailesinin her zaman başka bir hastaneye başvurma olanakları mevcuttu. Kimbilir, belki de anne ve babanın üzerlerine düşeni yaptıkları konusunda hala mütereddittim. Ancak olgular beni yine yalanlayacak, babanın zannettiğimden de becerikli olduğunu teslim etmek zorunda kalacaktım.
Hastane kadın doğum hekimlerinin olumsuz tutumu üzerine başhekimle görüşmüş, başhekim, kadın doğum ekiplerini kendisinin gözü önünde telefonla sıkıştırmaya çalışmış, ancak başarılı olamamıştı. Peki, neden başka bir hastaneyi denememişlerdi? İşte o zaman, baba savcılık belgesini hekimlerin alıkoyduklarını söyledi. Sarsıldığımı hatırlıyorum. "Neden bir fotokopisini olsun almadınız" diye (kafamdaki şablona uygun biçimde) yarı-suçlayıcı bir biçimde babaya sorduğumu da hatırlıyorum. "Vermediler" demişti. "Neden almadınız" diye sürdürmüştüm, o da bana "Dedim, ben buraya belgeyle geldim, hadi bir şey yapmadınız niye belgeyi alıyorsunuz dedim, 'böyle' dediler". Şimdi sıkı durun: bu hastanedeki hekimlerin hiçbiri Ş.'yi, yani onun yürüyen ceset halini, donuk bakışlarını görmemiş yani görmek istememişlerdi. Babası elinde savcılık belgesi kadın doğum hekimleriyle başhekimlik arasında mekik dokurken, Ş, annesiyle birlikte kantinde beklemekteydi. Konudan haberdar olmuş kadın doğum hekimlerinin hiçbiri (baba üç kişi olduklarını söylemişti) hastayı muayene etmeye, yani ne olup bittiğini ve kendisinin olup bitenler hakkında ne hissettiğini öğrenmeye tenezzül etmemiş, menfi yargılarını babaya bildirmekle yetinmişlerdi. Dinledikçe bir karanlığa usul usul adım atmaya başladığımı hissediyordum. Ve maalesef daha başlardaydım.
Ş ve ailesi muhtemelen "yirmi haftayı geçmediği sürece başvurduğu yerde gebeliği sonlandırılabilir" gibi bir ifade barındıran belgeleriyle başvurdukları hastanede kürtaj yaptıramamış olduklarıyla kalmamışlar, sözkonusu savcılık belgesi de kendilerinden alıkonulmuştu. Sürecin olağan olup olmadığını akşamına kadın doğum uzmanı hekim arkadaşımla konuşacak ve bir tuhaflık olduğuna tam anlamıyla ikna olacaktım.
Peki, sonra ne olmuştu? Yaşadıkları şehre dönünce baba sağlık müdürlüğüne başvurmuştu (ilgisiz ebeveynler şablonunu yıkan bir beceri örneği daha). Müdürlük özel bir toplantı düzenlemişti. Bu toplantıdan çıkan sonucu, Ş'nin bana başvurusundan bir gün önce babasına açıklamışlardı. Ne karar almıştı sağlık müdürlüğü? Hastayı derhal şu veya bu şehirdeki şu veya bu hastaneye ambulansla yönlendirmeyi mi kararlaştırmıştı? Yoksa önceki hastanenin kürtajı reddeden hekimleriyle temasa geçerek basınç uygulama yolunu mu seçmişti? Hiçbiri değil.
Sağlık müdürlüğü başka bir şehrin sağlık müdürlüğüyle temasa geçmiş, o şehirdeki kadın sığınma evinin doğumun gerçekleştirileceği merkez olarak kullanılması her iki müdürlükçe kararlaştırılmış, doğan çocuğun evlat edinmeyi arzu eden bir çifte tahsisine hükmedilmiş, üstelik bu 'talihli' çiftin kim olacağı da tayin edilmişti.
Hala okumaya devam edebilenler yine sıkı dursun, bu kararları başbaşa verip, bu çözümde karar kılan müdürlük bürokratları içinde de Ş'yi gören yoktu. Kimse onun ne istediğini duyma zahmetine katlanmamış, kimse aralarında konuşup Ş'nin hamileliğinin devam etmesine hükmettiklerini onun gözlerine bakarak tebliğ etme zahmetine katlanmamıştı. Kızlarını kürtaj ettirme şansı bulunan, üstelik her bir ferdi bunu arzu eden aileye sunulan yol haritası işte buydu. Kabul etmeye mecbur olacak denli yoksuldular.
Elbette hemen sağlık müdürünü aradım. Anlamıyordum. Bir bildikleri olmalıydı. Annenin, babanın ve kızın sonlandırılması gerektiği üzerinde hemfikir oldukları bir hamileliğin doğuma dek uzatılmasını önermek ve bunun altyapısını hazırlıyor olmak için bir bildikleri olmalıydı. Sağlık müdürüne durumu kavramış olduğum kadarıyla özetledim ve neden hastanın derhal kürtaj olabilmesi doğrultusunda tüm olanakların seferber edilmediğini sordum. Müdür'ün "takdir edersiniz ki o da bir can" demesiyle çok kısa bir süre içinde, yani bir gün içinde kendimi tekrar bir boşluğa yuvarlanır gibi hissettiğimi hatırlıyorum. Saflığımı itiraf ediyorum: İnsanların tek tek kürtaja karşı çıkmalarına alışıktım, ancak ilk defa bu karşı çıkışların organize, yani örgütlü biçimde kristalize olduğunu yani billurlaştığını görüyordum. Müdür ise, telefonda, organize ettikleri bu planın, bu kadar yoksul bir aile için nasıl da bir nimet olduğunu anlatmaktaydı.
Sonraki birkaç gün çok hızlı geçti. Artık bir kelimeyle 'vazgeçmiş' anne ve babayı canlandırmaya çalıştım, babayı yeni bir belge almak üzere kadın doğum uzmanı tarafından imzalanmış bir yazıyla tekrar savcılığa başvurmaya ikna ettim, savcılıkla kendim de temasa geçtim, operasyona uygun bir yer bulabilmek için kadın doğum uzmanı arkadaşımla konuştum ve uygun bir hastanede, operasyonu gerçekleştirebilecek bir kadın doğum uzmanıyla temasa geçebileceğimizin garantisini aldım, aileye yol masraflarını kişisel olarak karşılayacağımın garantisini verdim, sağlık müdürüyle iki kez argümanlarımı sunmak üzere tekrar konuşmayı denedim, ancak bir diyalog tesis edilemedi, bundan sonra ne işe yarayacaksa aileyi hukuksal yollardan haklarını aramaya teşvik ettim, Ş'yi takip eden günlerde görmeye devam ettim. Gitmesi yakındı, hamilelik kimse tarafından fark edilmeden gitmiş olmalıydı. Hafta sonu tatiline çarptık. Babayı ikinci bir savcılık belgesi almış olarak göremedim, saatin tiktakları çalıştı ve kanunun müsaade ettiği süre doldu. Sonrası sessizlik. Ş gitti, öykü bitti.
Sonuç: Bir süre önce bir kız çocuğu tecavüze uğradı ve hamile kaldı. Kendisi hamileliğin sonlandırılmasını istedi, babası sonlandırılmasını istedi, annesi sonlandırılmasını istedi. Bu hamilelik sonlandırılmadı. Sürece şahit oldum. Sonrasında ne olduğunu, yani bu hikayenin aktörlerinin nerelerde olduğunu bilmiyorum; canlı ceset halindeki Ş'yi, dağılmış annesini, vakur babasını ve mahpustan çıkacağı günü bekleyen mütecavizi (henüz) görmedim. Türkiye'de olduklarını, olmaya devam edeceklerini tahmin ediyor, bir sözde "can" kurtarmak uğruna bu ülke devletinin kaç kişinin hayatını tarumar edebildiğini şaşkın gözlerle seyrediyorum. (ÇT)

Alkol?


DAHA NE BEKLİYORUZ???


Başbakan Erdoğan, kürtaj yasağına karşı 'Benim bedenim benim kararım' protestosunun dini zemini olmadığını söyledi.

Doğmamış çocuğa mektup

http://www.habervesaire.com/news/dogmamis-cocuga-mektup-2341.html
Yazan: Barış Uygur


Pek bir istiyorlar doğmanı ve tükürükler saçarak savunuyorlar senin “yaşam hakkını”. Ama sanma ki doğduktan sonra da yaşamanı istiyorlar.
Merhaba. Henüz doğmadın ama seni sömürmeye şimdiden başladılar biliyor musun? Senin henüz oluşmamış ağzından mektuplar uydurup sen yazmışsın gibi televizyonlardan okuyorlar, salya sümük ağlayarak. Yalnız sakın ha sana üzüldüklerini sanma! O ağlayanlar ki zamanında öğretmenlerin parasına göz dikmişler, televizyon dağıtacağım diye on binlerin cebini boşaltmışlardır, sanma ki sana üzülsünler; onlar oturdukları yerden nice idama sevinç tezahüratları yapmış nice cinayete alkış tutmuşlardır.
Dedim ya, pek bir moda oldu, senin ağzından mektup yazıp salya sümük ağlayarak okumak. Pek bir istiyorlar doğmanı ve ağızlarından tükürükler saçarak savunuyorlar senin “yaşam hakkını”. Ama sanma ki doğduktan sonra da yaşamanı istiyor bunlar. Henüz doğmamış olan senin yaşam hakkını savunanlar, yarın öbür gün en ufak itirazında seni biber gazına boğacaklar ve öldüğünde “Eşkıya! Biri de ölmüş” diyecekler.
Belediye başkanları senin yaşam hakkını savunurken, onların korumaları tekme tokat saldıracak kadınlara ve saçlarından tutulup sürüklenecek ablaların, teyzelerin.
Şimdi sana ağıt yakanlar çocuğum, gün gelip de doğduktan sonra, canına okuyacaklar senin; zaten onun için istiyorlar ya doğmanı. Hele bir doğ da, gerisi kolay onlar için. Dünyanın en kötü okullarında okurken okulun kapısına sıkışırsa körpe bedenin ya da ucuzcu bir müteahhittin taktığı lavabo üzerine düşüp öldürürse seni, sanma ki şimdi bu salya sümük ağlayanlar lafını edecek.
Bakma sen, doğ istiyorlar ama, doğduktan sonra sana yaşam hakkı tanımayacaklar ki? Allah korusun başına bir hal gelir de bütün bir kasabanın siyasetçisi, memuru, öğretmeni, sivili, üniformalısı sırayla tecavüz ederlerse sana, “kendi istemiştir” diyecek hâkim abilerin. O zaman kılını kıpırdatmayacak sahte gözyaşları, botokslu teninden yağmur gibi akan o ablan.
Ya da belediyenin açtığı bir çukurda, açık bıraktığı bir logar deliğinde son buluverebilir ansızın hayatın. Ah, o zaman sanıyor musun ki hesap soracak şimdi salya sümük ağlayanlar belediye başkanına?
Okul bitecek, ya askere gidecek ya asker yolu gözleyeceksin. Belki bir bayrağa sarılı tabut içinde dönecek gencecik bedenin eve. O zaman bile üzülmeyecekler sana, fırsat bilecekler nefret çığlıkları atmak için. Gazetelerinde, propagandalarında bir rakam olacaksın sadece.
Bakma şimdi yaşama hakkını savunduklarına. Okullar, karakollar, cezaevleri, yetimhaneler, kışlalar bekliyor seni doğduktan sonra. Ve hepsinde, her an ölebilir, sakat kalabilirsin, bunların hiçbir önemi yok onlar için. Sadece sen doğana ve bir istatistik olarak kâğıt üzerine geçene kadardır onların yaşam hakkına saygısı. En ufak bir itirazında buharlaşıp gider o yaşam hakkın ansızın. Suçlu bile çıkarabilirler seni ve gerektiğinde yaşını bile büyütebilirler asmak için.
Dedim ya, ancak sen doğana, doğup da bir nüfus istatistiği olana kadar savunurlar yaşam hakkını. Çünkü güzelim; bu dünyanın dört bir tarafında, daha çok şeye sahip olanlar; paraları, pulları, fabrikaları olanlar her zaman daha çok nüfus isterler. Onlar senin yaşam hakkını; daha az maaş ödemelerine gerekçe gösterecekleri, pazarlarını bir ucuz iş gücü cenneti haline çevirecekleri istatistiğe katkı için isterler. Doymak bilmez futbol taraftarı gibi bir, iki, üç yetmez; beş tane kardeşin olsun isterler. Sırf fabrikaların, şirketlerin kapısında sıra olun da, sizden korkusuna zam isteyemesin diğer çalışanlar ve itiraz eden olduğunda hemen yerine geçin de dönmeye devam etsin çarkları diye.
İnsanca çalışma koşulları isteyenlere “nankörlük etmesinler, ben onların aldığının yarısına çalışırım” diyen kindar bir nesil istiyorlar çünkü. Seni; yaşatmak değil, tornadan geçirmek için istiyorlar. Köleliğe razı, en büyük korkusu işsizlik olan ve boğaz tokluğuna iş bulabilenin haline şükrettiği bir ülke için ihtiyaçları var sana.
Bakma güzel evladım, senin doğmanı insani gerekçelerle, yaşam hakkı diyerek istediklerine. Hele bir doğ, sendikanı yasaklayacak, grev hakkını elinden alacak, yazı yazmanı engelleyecek ve pisipisine ölmene bile gıkını çıkartmayacak o senin ağzından yalan mektuplar okuyan ablaların. Hep beraber el kaldırıp illa ki doğmanı sağlayacaklar ya, sanma ki zerre kadar seviyorlar seni; hani utanmasalar koşa koşa gidip tebrik edecekler annene tecavüz edeni.

Wednesday, June 6, 2012

özel alan?


hadi len!!!

Kendini bilmez müşteri

adamı çıldırtabilir
ama yapılması gereken, derin nefes alıp, çalışmaya devam etmektir.

Kendime not

içinde ki salaklık genini ve zükülmeye hazır genini bul yok et

olmadı çevreni yok et

ola ki çevreye kıyamadın kendini imha et

dolu dolu siktiriniz efendim diyorum

Bok

Boktanlık, bokluk, boklar, bokumuz, boka batmakla ilgili kısa fakat gayet etkili bir deyiş...


Tuesday, June 5, 2012

Café de Flore

Bu gecenin başarılı seçimi oldu film.
Aslında tüm yüzeyselliğim ile Vanessa Paradise için gitti elim filme.
Kısaca özetlemek gerekirse: yönetmen sorularının cevabını reenkarnasyona bağlamış.
Detaya gelirsek: 40 yaşlarında bir çiftimiz var, high school sweethearts, evlenir ve 2 çocukları olur.  Adamımız bir DJ.  Alkol ve uyuşturucu problemi tedavi edilmiş, ama AA toplantılarında sarışına gönlünü kaptırır.
diğer tarafta ikinci hikaye olarak bir anne ve down sendromlu çocuk.  Çocuğun bir başka sarışına gönlünü kaptırması.
Sevgi çeşitlemeleri ve giriftliği var filmde.  Eski eşe duyulan sevgi, yeni aşk, anne çocuk ilişkisi, yeni eşin eski eşe duydugu sevgi, kayınpederin gelin sevgisi derken insan hepsinin yerine koyuyor kendini.  Doğru ve yanlış kayboluyor, hayat geliyor göz önüne.
Henüz seyretmediyseniz, seyrediniz.


Imagine Me & You

**Everyone promises you happily ever after... but life turns into a different kind of fairy tale.


Kahramanlarımız Rachel ve Hank çocukluk arkadaşı, sonra sevgili ve biz düğünleri ile başlıyoruz filme. Düğün çiçekçimiz Luce and guess what? She's a lesbian!!!! şok şok şok Aşk meşk derken film mutlu sona doğru gidiyor.


Filmin sonunda ne kalıyor aklımızda?


Henk ve Rachel parkta sevişirken, arkalarındaki ağaçtaki gay couple ile tanışmaları


 I think you know immediately. As soon as your eyes... Then everything that happens from then on just proves that you have been right in that first moment. When you suddenly realize that you were incomplete and now you are whole... ve arkasından gelen tartışma


- You need a love life. 
+ I have a like life. It suits me fine.











çocukluk

yazdım sildim
bildigin suskunluk, bilmediğin konuşmadan iyidir

Hepsi ben, ortak payda çığlık




Makbul kimdir?

Makbul iyi ya da kötü, kim olduğundan korkmayandır.

Makbul, karamsar değildir, vehameti tespit eder ama çıkış yolunu düşünmekten geri kalmaz.

Makbul, hatasından sonra özür dilemeyi bilir, hatası ile ömür boyu yaşamaz.

Makbul, hatasını tekrar etmez, ikinci tekrarın aptallık olduğunu bilir.

Makbul, her açıdan farklı sonuç alacağını bilir, kendini tek açıya bağlamaz.

Makbul, "gibi" değildir, bir formu vardır, gelişir, değişir.

Makbul, "gibi"ye hoş bakmaz, olamayacağı şekillerde ısrar etmez.

Makbul, hoş seda bırakır.

Makbul, insandır.

Makbul, beyazda olsa yalana saklanmayandır, acı da olsa söyler gerçeği.

Makbul, yiyemeyeceği organların altına yatmaz.

Makbul, sözünden dönmez.  Sözü tutacağından emin olana dek ağzını açmaz.

Makbul, çoktur, azalmaz, çoğalır.

Makbul, onun olandan utanmaz.

Makbul, .........

Monday, June 4, 2012

Devletten sapıklara müjde


oksijen israfısınız


tabii ki akit

Bir imza

http://kurtajyasaklanamaz.com/kategori/imzala

fetva da geldi işte

http://www.hurriyet.com.tr/gundem/20687889.asp

peki diyelim ben ateistim
benim başbakanım da herkesi kucaklıyor ya (tamam canım nasıl kucakladığını hepimiz biliyoruz)
nufus cuzdanımda ki malum haneyi dinsiz olarak cevirirsem muaf kalacak mıyım saçma sapan kurallarından?

madem acil fetvan geldi be deyyus, aklın nerede grev yaptı diye işten atılanlarda?  Kocası tarafından dövülüp, bıçaklanıp öldürülenlerde? Peşkeş çekilen devlet arazilerinde?

Priceless

Hayatında sünnet dışında bir ihtimal böbrek taşı düşürünce acı çeken bir cinsiyetin, doğum üzerine ahkam kesmesi kadar priceless ve mide bulandırıcı bir durum daha bilmiyorum.

Azıcık kabız oldunuz mu dünyaları yıkıyorsunuz be.
Nezle de ölüm döşeklerindesiniz.
Size ne kimin nasıl doğuracağından?
Bir cocuğun büyümesi için yeterli şartları sağlasaydınız, ikide bir değişen eğitim sistemi ile bok etmeseydiniz, yasaklarla dolu bir cehennem yaratmasaydınız, seve seve bir futbol takımı kurardım size.
Siz kuş beyinlilerin ortalaması da azalırdı.

Normal olmayan cinsel davranış

Her sabah yeni bir garabete uyanmak normal oldu.
efenim haberimiz: http://www.aksam.com.tr/-yargitaydan-porno-kriterleri--119356h.html


"doğal olmayan yoldan yapılan cinsel davranışlar"


e peki buna neler dahil? anal seks/ oral seks vs vs, bu bugun pornoda yasak, yarın öbür gün tabii ki özelde yapmaya da yasak gelecektir.


Normal nedir? Kime göre neye göre normaldir?

Kendi adıma bugune değin yeterince rağbet etmediğim normal yoldan olmayan çeşitlere de (kaldı ise :p) sonsuz ilgi göstereceğimi beyan ederim.

Deliklerimle ne yapacağım sadece beni ilgilendirir zira. bugünden beyan edeyim, yarın öbür gün ama olmasın.

Her şeyimi halletiniz, düzenleyeceğiniz bir seks hayatım kaldı çünkü.

bi sittirip giden be yahu allah rızası için.