Saturday, December 3, 2011

durum revize

telefon çalar
"biz" geliyoruz

bir tel daha koptu... pamuk ipliği bundan sonrası...
grrrrhhhhhhhhhh

hızımı alamadım:
madem "siz" geliyorsunuz, o zaman akşam sen 2 kişilik koltukta annen ile otur, ben büyük koltukta yayılayım
a.k. ben zaten 5 gün sandalye tepesindeyim, popom başka bir şey görmüyor
2 kez gelsin deyince ihale olarak kalmasın be yahu
hırstan ağlamak an meselesi
bence salaklıktan ağlamak lazım ama neyse, hırs olsun adı

durum

saç kesirme - check
manikür - check
elixir beyin haftasonu huysuzluğu - check
dinlenme - check
sessizliğin keyfini sürme - check
yemekler - check
kutlu doğum haftası için şeytani planlar - check

kahvemi aldım

bol süt, bol şeker, az kahve, bir sigara
saat kan kaybından gitmeye çeyrek kala iken cesedim yakışıklı olsun deyu birazdan şehre gidip saç kestirmece
keyfim olursa sonra biraz yemek yapmaca
kesinlikle sonra battaniye altında uzun uzun kitap okuma, ama önce uzun uzun duş...

ben hani emanet şeylerden nefret ederdim ya bilog, allah yaptı yapacağını işte, her şey emanet bu ara; ben hep diken üstü
allahtan pms ufak ufak bünyeyi terk etmekte de ben overdose yaşamıyorum bu hissi
şöyle bir kendimi toplasam bilog, bana yine bir kuvvet gelse, işe saldırsam, sabahları 1 saat yürüsem, hayattan zevk alsam, erenköydeki evden eşyalarımı alsam, bir yerlerde kendime ait bir yatağım olsa, kafamda milyon soru olmadan yaşasam, bir karar alıp düşünmeden uygulasam, korkmasam, bir şeyler şiddetli olsa, vasat olmasa, zora gelince kaçmasak... tık
ben eskiden korkusuzdum be bilog, üstüne üstüne giderdim her şeyin, korkanları tutup sarsandım, sarsılamadıklarında arkama bakmadan gidendim, kimse gelmese de gidendim. her korkan biraz daha korkmayı öğretmiş be bilog, beni böyle pestil gibi sevimsiz bir şey etmiş, hiç sevmiyorum bu halimi. İçinde cesaret yatarken, korkan olmak pek sevimsiz. yazıyoruz böyle satırlar dolusu ama aynı o korkaklar gibi ses çıkmıyor, harekete geçilmiyor, bir şey değişmiyor. silkinmiyorum. ayağa kalkmıyorum. adım atmıyorum, daha da komiği atıyormuş gibi yapıp atmamak. risk almıyorum. bir şeyleri fırlatıp atmıyorum, bir şeylerin karşısına dikilip my way or highway demiyorum ne zamandır. bu haller emanet ve eğreti, sonradan öğrenilmiş.
oturacağıma hareket etmeli bugün, risk almayı hatırlamak adına ilk bulduğum yere girip saç kestirmeli mesela
baby steps :)

Friday, December 2, 2011

it's friday

çok soğuk...
buz gibi, iç titreten, dişleri çarptıran, ne çayın ne kahvenin ne battaniyenin kar etmediği gibi soğuk
ama sessiz
tek güzelliği bu sanki durumun
uyumaya çalıştım önce, o kadar yorgundum ki tüm gün yatağa kendimi atacağım anı beklemiştim
ama soğuk...
buz gibi

film seyredeyim dedim, ı ıh, dikkatimi veremedim
şehre geri döneyim dedim sonra
saçmalık dedim oturdum
sonra yemek söyledim
bok gibi çıktı, çeyreği bitince bıraktım
sigara içmek istiyorum ama dışarısı çok soğuk...
her ne yapmak istesem, yapamama sebebim çok soğuk...
and it's friday
and I'm... bored

Thursday, December 1, 2011

all i wanted... all i needed


vodka
bardak
buz
şanslıysam sohbet

http://fizy.com/#s/1cj4e2

cücük kadar akıl ile

yarışma hocam benle
ben senle yarışıyor muyum?

iyisin hoşsun ama şark kurnazlığı ve ben bir arada olamıyoruz be kuzum
bana söylemedi
bok söylemedi
al bu da yazılısı
kaçtı mı şimdi?

ne gerek var?
niye illa benim sinir zıplayacak?
yine çok iş aldın ve kalkamıyorsun altından diye böyle mi sıyıracaksın?
yok hocam
olmuyor
yakışmıyor
beni delirtmeye deymiyor

zor iş

zor iş kadın olmak
tüm hormon dengesizliklerine karşı sağlam durmak
bazı ayların tüm sakinliğine karşın, bu ay pms denen zat-ı muhterem tam anlamı ile ağzımın ortasına oturmuş ve hacetini gidermekte.
sorsanız her şey kötü, her şey berbat, hiç bir şeyin düzelme ihtimali yok, her şey daha da kötüye gidecek
öyle tatlı matlı kurtarmıyor durumu
tenezzül bile etmedim yemeye, o radde...

neden bu şekilde hissettiğimi bilmek bile, hissin darbesini azaltmıyor
feci bir kendine acıma ve tiksinme hali
akşamları tuhaf tuhaf rüyalar...

genelde aşırı sinirle kendini gösterirken hazret, bu sefer ters vurdu.
beni vurdu yetmedi uruk beyi de vurdu anasını satayım :)

kafadaki ses susmuyor, susamıyor.
4 gün daha sabır, ama nerede o sabır?

right where...

See the animal in his cage that you built
Are you sure what side you're on?
Better not look him too closely in the eye
Are you sure what side of the glass you are on?
See the safety of the life you have built
Everything where it belongs
Feel the hollowness inside of your heart
And it's all...
Right where it belongs

What if everything around you
Isn't quite as it seems?
What if all the world you think you know
Is an elaborate dream?
And if you look at your reflection
Is it all you want it to be?
What if you could look right through the cracks?
Would you find yourself...
Find yourself afraid to see?

What if all the world's inside of your head
Just creations of your own?
Your devils and your gods
All the living and the dead
And you're really all alone?
You can live in this illusion
You can choose to believe
You keep looking but you can't find the woods
While you're hiding in the trees

What if everything around you
Isn't quite as it seems?
What if all the world you used to know
Is an elaborate dream?
And if you look at your reflection
Is it all you want to be?
What if you could look right through the cracks
Would you find yourself...
Find yourself afraid to see?

http://fizy.com/#s/12beao

Wednesday, November 30, 2011

muhtemelen demiştik

muhtemelen demiştim geçen hafta
bugün bloglarda gezinirken bir yazı okudum
benim acemi cümlelerime daha derli toplu bir hal vermişler
daha oturaklı, daha anlaşılır olmuş

beğeni ve sevmek

Seven, karşılıksız sever!…

Beğenen karşılığını ister!.

Benim istediğim gibi yaşarsan seni boğarım sahip olduklarıma, der beğenen!.. Onun zaten fıtratında yoktur sevgi, bilmez aşkın ne olduğunu!.. Ne üzere yaratılmışsa, odur tüm meşgalesi… Karınca gibi çalışır; maymun gibi çiftleşir; aslan gibi yavrularına sahip çıkar… Ama pervane gibi sevemez!. atamaz kendini ateşe!.


Sevgi sonunda yanmayı getirir!.. Beğeni ise sonunda kaçmayı!.

çok

çok şey söylemek isteyip, çok susulan günlerden biri
hani tıpayı açsam akacak
ama susmak konuşmaya yeğdir bazen
çok konuşmak, çok dert, çok değişiklik
sessizlik... şşşşş

Tuesday, November 29, 2011

sabahlar gülerek geçmeli

babamdan hiç bir şey öğrenmesem 2 şey öğrendim:
- birincisi sofrada asla kavga edilmez, tatsız konu konuşulmaz
- ikincisi sabahları kimse kimseyi zıvanadan çıkarmaz

ha birde kimsenin malını zükmemek var.

kendi malıma da hoyrat davranmam, bilmediğim şeyi kurcalamam, bir şey yapmam gerekiyorsa bilmediğim bir aletle önce bilene sorup, sonra yaparım.
Malı kıymetlilerden değilim ama mala saygıyı da beklerim doğrusu. bir şeylere sahip olmak için poposu yırtılan benim zira, miras kalmıyor her aklıma eseni yapayım diye.

kahve makinesini de kullanmayı bilmiyorsanız kullanmayın arkadaşım... filtre kahveye ayrıca su eklenmez, içine konan kahve zaten belli bir su miktarına göredir.
makineyi taşırıp ortalığı bok ediyorsun
kahvemin içine ediyorsun
makinayı suya boğuyorsun

bir demlik kahve çöp
kıçını kaldırıp kahve alan değilsin
makine alan değilsin
nasıl bir rahatlık?

sonra üzülme yaşama alanını daraltıyorum diye, her gün yeni bomba patlatan sensin.
bomba gün yavaş yavaş popona yaklaşıyor, benden söylemesi...

Monday, November 28, 2011

URUK HAI 2

şimdi bu adam yazmaz buraya
yarın öbür gün menşhur filan olur
bi de me like


Dinlediğim tüm masalların ve dinlettiğim tüm şarkıların adına denedim seni...
Adına benim aşk dediğim
Seninse ne diyeceğini bile bilmediğin;
Kimi zaman inatçı ve huysuz
Kimi zamansa hırçın ve huzursuz
Dokunuşlarına,
Kendinden kaçışlarına tuttuğum tüm aynaların yansımasında
Denedim…
S. Sanç (daha bi karizma oldu sanki böle)

URUK HAI 2

şimdi bu adam yazmaz buraya
yarın öbür gün menşhur filan olur
bi de me like


Dinlediğim tüm masalların ve dinlettiğim tüm şarkıların adına denedim seni...
Adına benim aşk dediğim
Seninse ne diyeceğini bile bilmediğin;
Kimi zaman inatçı ve huysuz
Kimi zamansa hırçın ve huzursuz
Dokunuşlarına,
Kendinden kaçışlarına tuttuğum tüm aynaların yansımasında
Denedim…
S. Sanç (daha bi akrizma oldu sanki böle)

galiba...

galiba bir nevi mobbing yapıyorum
sorry
beni akif ile delirtmeyecektin
sen ignore istedin...

galiba...

galiba bir nevi mobbing yapıyorum
sorry
beni akif ile delirtmeyecektin
sen ignore istedin...

tembelliğe kolay alışılıyor

en çalışkana damı bile bir kaç ay, yarım işle bırakırsan tembelliğin bokunu çıkarır
bir zükümle ilgilenmez
ve üzerine bahane bulur
ben deliririm
kafamı toplayıp iş yapmaya çalışırken, karşımda biri soliter oynarken katil olmaya aday kişi: ben!!!!
o tık tık tık sesine çemkirmeme son 30 saniye

affet?

bugün eski mecraya göz gezdiriyordum
her daim dokunup geçen, şarkının postunu gördüm
yine aynen acıtıyormuş şarkı hatırladım

Ben seni sevdiğim zaman bu şehirde
Yağmurlar yağardı
Beni seni sevdiğim zaman bu şehirde
Ayrılık kurşun gibi ağırdı

eylüldü, yağmur vardı, çok yağmur vardı hatta
yine zor bir bebek paralama ertesi idi
deliydim, doluydum, yalnızdım, esiyordum, gürlüyordum, sıra sıra dizme günleri
sende dizileceklerden biri olacaktın güya
dizilen ve belki ipe giden ben oldum :)

kaybetmek için çok erken, sevmek için çok geç


bugünde hal bu...
bakalım araya başka bir melodi girip değiştirir mi seyri...

sevgili dünnük

sevgili dünnük,

bazı arkadaşlar bazen uyuz oluyorlar
bende onlara uyuz oluyorum o anlarda

sonra kağıthane metro açıldı
aybaşı gelsede orada dağıtsak diyorum

ya dünnük, bahause odunu 15 liraya yakın satarken, bakkalda neden 5 liraya bulabildik? ve neden buna bu kadar geç uyandık?
sonra ütü sevimsiz bi hadise, hayır kendisinin yapılmış haline aşığım ama yapmasına aşık değilim.
sonra hani haftasonu dinlenme zamanı idi? kuyruğuma teneke bağlı it gibi neden koşturdum ki ben? gelecek haftasonu yemezler... bütün gün yatıp tv seyredicem

sonra dün yüzüme yeşil çay maskesi yaptım ben, pek güzelmiş
sık sık yapacağım
sonr aakşam pek güzel sütlü nuriyeyi mideye indirdim ama pişmanım, şu kilo alma işi bi son bulsa, üzerine verilse diyorum, giyecek bi zük kalmayacak soon.

sonra bugun 2de savcılık var
sonra bugun patron is back
neyse çalışayım ben uslu uslu...

sonra önemli güne 2 gün kaldı, elixir bey pek huysuz olur... fazla işgal etmiyim ben buraları :)

Sunday, November 27, 2011

Ot kadardık

Ve eğitilmeye mahkum edilmiş köpekler gibi dağıldık, eğitim alanının dört bir yanına… Peşimizde koşturan eli sopalı adamlarca canımız yakıldı, sıraya dizildik ve baş eğmeyi öğrendik ilk olarak… Ardından da tek sıra halinde durmayı…

Gökyüzünü şemsiye sandığımız mutlu günlerimizde yağdı ilk yağmurlar. Sırılsıklam sığındık kuru kalan içimize… İçimiz kuruyken, dışındaki ıslaklıktan daha güven verici olmuyormuş, bunu da öğrendik.

Kendi kendimize en narin olduğumuz zamanlardı; yanımızda anamızın babamızın olduğu, bize kol kanat gerdikleri zamanlar. Şımarabileceğimiz kadar şımarabiliriz sandık. Hayatın önümüzde diz çökeceği günleri bekledik umutla ve inançla… Sonra beklediğimiz gün geldi ve büyüdük. Biz büyüyünce, ayaklarımızdaki ayakkabıları ve çorapları çıkardı hayat ilk olarak. Sonra yürüttü cam kırıkları ile dolu yollarda… Yere sağlam basan her yerimiz kanadı.

Kendimize, kendimiz gibi insanlar bulduk zamanla… Yamadık yanımızı, yöremizi… Kanayan ayaklarımıza daha az yüklenerek, birbirimizin omuzlarına dayandık. Kimi zaman biz aldık ağırlığı, kimi zaman onlara yüklendik. Uçurumun kıyısına geldiğimizde, elimizden tutup çeken de oldu içlerinde, daha hızlı düşmemiz için iten de… Sonra baktık olmayacak, bireysel hareketlerin sınırlarını araştırmaya karar verdik. Ya kanasa da kanasın, tek başımıza ayakta duracaktık; ya da işte oturup kıçımızın üstüne, son darbeyi bekleyecektik.

Otomatik, zaman ayarlı ve günün belli saatlerinde belli eğimlerle, açılarla çalışan fıskiyelerin altında boy gösteren yüzbinlerce çimen gövdesinden biriydik. Bunu öğrendik. Payımıza düşen su için kavga etmeyi, üzerimize hasbelkader denk düşen su damlasından kana kana içmeyi, kökümüze değen serinliği sonuna dek soğurmayı öğrendik. Ama az biraz boy atıp sivrilince, tepemizden geçen ve her birimizi aynı hizaya getiren çim biçme makinelerine kurban verdik sonunda, büyüttüğümüz, farklılaştırdığımız her yerimizi…

Baktık böyle de olmayacak; kendimizde ne varsa sorgusuz sualsiz vereceğimiz bir başka ota kaptırdık kendimizi… Rüzgarda salınışına, fotosentez yapışındaki asaletine, en olmadı rengine vurulduk. Ne kadar spor varsa üzerimizde, aktardık ona… Ya da o bize… Yeni otlar büyütmeye çalıştık. “Sen” dedik onlara, “Benim yaptığım hataları yapma!”

Ve büyüdü sonra… Yaşadığımız ne varsa aynısını yaşayarak; her iki ottan aldığı tüm salak genlerin hakkını vererek, o da bir çim biçme makinesinin altında tek tip hale geldi. O zaman anladık, yaptığımız tek hatanın; o ana kadar olanların kendi hatamız olduğuna inanmak olduğunu… Artık sararmış, sökülüp atılacak ayrık otları haline gelmişken fark ettik, asıl kavganın eli sopalı adamlarla başladığını… İlk baş eğişte kaybettiğimizi bu savaşı ve bir daha asla kazanamayacağımızı…

Tam bunları anlatıp konuşacakken, koca bir öbek inek bokunun tepemize düşüşü ile sona erdi, yeşilden sarıya çalan hayatlarımız. Şanslıysak kurutulup tezek olmayı beklemeyecek, karışıp kendi yaşadığımız ve büyüdüğümüz toprağa, humusa bulanmayı dileyecektik. Şanssızsak eğer, bir sobanın yüksek ateşinde bitecekti macera…

Eğitilmeye mahkum köpekler gibi, bir it dalaşının sonunda yitirdik her şeyimizi… Koca bir ömür, ottan ve boktan ibaret yaşayıp, sonunda gübreleşmeye soyunduk. Kokabildiğimizce kokarak aldık kimi zaman intikamımızı… Kimi zaman da işte sessiz sedasız dağıldık, toprağa karıştık.

Ne yaşadık diye sorarsanız; işte hepi topu bir ot kadardık.