Saturday, January 8, 2011

Teneşir vakti mi?

aklıma eskiler düşüp düşüp duruyor.
hep bir günler aklımda, yenilerinin oluşamayışı ezik ezik içimde.
mesela, sene 1986-87 olmalı. rumeli caddesinde airport'a giriyoruz, kazakları alıp çıkışımız aklımda.
Sene 1990, burcu ile yeşilköy sahilde yürüyoruz, ehliyet, bay x, okulda olanlar derken dedikodudayız. Hatta o o gün yeşil paltosunu giyiyor, bende o çok sevdiğim, senelerce atmaya kıyamadığım çağla yeşili kabanı yeni almışım. Sene 2003, eminönü ofis, gelen kocaman paralar, üst üste başarılı işler. Sene 1998, İtalya sınırda bir kumarhane, açık büfedeki bir kanepe... Lezzeti geldi biraz evvel ağzıma. Sene 1987, aylardan temmuz. Nice'te bir piyano bar. allahtan görünüş büyük, girebiliyoruz içeri. cin tonik... piyanodaki yaşlı amca zingarella çığırıyor. Sene 2001 saçlarımı kızıl yapmışım, omuzlarımda saçlarım, koyu mavi salonlu evimdeyim. Sene 2006, ofis ümraniye'de, tuvaletteyim ve bir telefon konuşması nefesimi kesiyor...
Bir yaşa kadar düşünmüyor insan, acaba bu son mu idi diye. Ama bugün aklımda, Mart 2010, yağmur altında son öpülüşüm. Dahası yaşanır mı? Bilmem.

Dün mesela, kabus gibi bir gün geçti. Ofis hala pis ve ayakta, çünkü ancak bugün girdi ustalar boya için, pazartesi temizlik-ofisi yerleştirme-2 koleksiyon ihracatı, salı camların temizliği ve camların film kaplanması, perşembe/cuma italyan var, aynı perşembe-cuma annemin ameliyatı. Cuma günü ofisten çıkması gereken dünya kadar numune, tek derdi zaman geçirmek olan kalite kontrolcünün 3 numunemi kontrol etmesinin 1,5 saat alması, benim etmem gereken 50.000 telefon, italya'da bir gün ve sadece cuma günü olması gereken bayramın perşembe-cuma yapılması ve yarım kalan bilgi akışı, dolayısı ile buradan geciken üretimler ve cıyaklayan üreticiler. Beden seti yap diye 50 kere tembih ettiğim adamın tek beden numune gönderişi ve akabinde tatil-matil dinlemeyip çalışan yegane müşterinin hönkürüşleri. 3 günde gelecek paranın sevgili hamilemin katkıları ile yanlış evraklarla yapılması ve yaşanan kriz, müşteri orada malı çekemez, üretici burada param ödemelerim diye cıyaklar. Red edilen malın, son anda kabul edilmesi ile apar topar çıkarılması. Diğer koleksiyonun adamların bir derdi sebebi ile 9 ayrı adrese gönderilecek olması ve 9 ayrı işlem eklenmesi. Saat 4,5ta numune sende diyen üreticinin, kafasına göre işi pazartesiye atması, en problemli müşteriye herifin sözüne güvenerek hocam numune pazartesi sabahı ofisinde don't worry denmesine müteakip değişikliği bildirince kopan fırtına, akabinde bende kopan fırtına, uçarak yenibosnaya gidiş atölyeyi dağıtıp malı alış, ofise dönüş... ve unuttuğum nice diğerleri. sadece dün olanlar.
akşam 7de patronu bira almaya gönderiş, 2 çalışan birpatron ayakları masayı kaldırıp biraları içiş ve günün bitişine seviniş. Patronu bir de kuruyemiş alaydınız ya diye hafiften azarlayış, yarım saatte feci bir dedikodu trafiği. Saat 10da köprüden geçerken kardeşten gelen biz teyze ile il faro'dayız gel çağrısını kabul ediş ve gidip onlarla bir espresso içip, iki dedikodu çevirip, azıcık kahkaha atıp eve dönüş ve bir sigara sonrası 11de yatağa giriş. Kımıldamadan uyuma ve işte bu sabah... Saat 9-11 arası kalite kontrolcü-üretici-patron arası telefon trafiği. Şimdi duruldu ortalık.
Yapmam gereken 1001 iş daha varken ben koltukta bağdaş kurmuş yazmadayım.
İş başına...

Monday, January 3, 2011

Uyanmak

uyanmak dediğin keyifli bir şey olmalı
gözlerini açmana arkadan sarılan bir adam sebep olmalı
dışarı buz, yorganın altı sıcak iken, sımsıcak bir ten hissetmeli insan
boynunun altından bir kol geçmeli
diğer el omzunu okşamalı
işe yetişmenin telaşını yenmeli omuza gelen öpücük
gerinirken daha da iç içe geçmeli

sahi vardı böyle sabahlar değil mi?