Friday, August 13, 2010

Altunizade'den son kez

Evet, 13 Cuma'da bitirdim burayı.
Perşembe yen ofis, yeni hayat
Pazartesiden Çarşambaya evrak işleri yapılacak
Sonra Erenköy-Mecidiyeköy hattı açılacak.
Akşamları Hillside Trio, çifte spinning dersine giren manyak görürseniz bilin ki o benim :)

Şu bozulan kurutma makinasına 3 tamirci motor değişecek, 350 gayme demişti. Son artık birini aradım gelin bakın yapın artık diye, adam baktı, sadece kayış çıkmış yerinden, cezası 35 lira. Güler misin ağlar mısın? Canavar gibi çalışıyor yine benim emektarım. Bu sene 12. senesi. Hala hepsinden iyi.

Bu hafta liglerin başladığını düşünürsek yan odaya digi faideli bir icat, o da tamam oldu dün akşam. Telefon bağlandı, biraz evvel internette açıldı.
Buradaki masamı topladım, poşetledim hepsini. Perşembe yeni ofise gidiyoruz. bu ara her şey paket yapmak ve paket açmak üzerine :)

Heyecan yok üzerimde, sanki her şey olması gerektiği gibi. Dün bizim adamlarla mutad mailleşmemizi yaparken ikisi de bir şeyler dedi. Önce içim buruldu biraz. Yerlerinde ben olsa idim, onlardan farklı düşünmeyeceğimi anladım sonra. ama bugün, ben bu noktada iken, her şeyi güzel etmek derdinde iken farklı düşüneceğim. Her ne olursa olsun, aklımda kalan sadece güzellikler.

Şimdi eve gitme vakti, kitaplık ayıklanacak, küçük odada verilecekler var, eskici çağırılacak, bir aynacı bulunup dolabın düşen aynası taktırılacak. elektrikçi çağırılacak, korniş, askılık taktırılıp, lamba ve bir iki anahtar değiştirilecek.

Erkeklerin şu boyacı fobisi nedir bilmiyorum ki? Salon-koridor ve yatak odasını boyatmam lazım, ama defans var.
Altunizade'de aynı şey vardı :) Arkamdan yapar gerçi şimdi boyayı :)

Azıcık hüzün, azıcık sevinç
Cumartesi Altunizade'den son eşyaları da almalı artık.

Sağ elimin üzerinde egzama gibi bir şey çıktı, üzüntü kötü şey :) siz üzmeyin kendinizi.

Durum böyleyken böyle :) bir kaç güne görüşürüz...


Evrim yüzünden :)

Eh alacağın olsun Evrim....
Caddede buluşmalıyız bir gün, ve karşılıklı bir kadeh şarap içmeliyiz seninle... Hatta alelade bir şarap olmasın, üzümü Barbera olsun, yanına sıcak ekmek, taze keçi peyniri, biraz ceviz... Birer sigarillo bile olabilir elimizde :)
Bu sefer gözlerimi nemlendiren anlattığın komik şeyler olsun lakin.

Sabah sabah gözlerimi doldurdun... Benim de koymam şart oldu şimdi arşive.

Neden mi sabah sabah sitemlerim Evrim'e?
İşte bu yüzden:

Beni güzel hatırla
Bunlar son satırlar
Farzet ki bir rüyaydım esip geçtim hayatından
Yada bir yağmur sel oldum sokağında
Sonra toprak çekti suyu kaybolup gittim
Belki de bir rüyaydım
Senin için..
Uyandın ve ben bittim
Beni güzel hatırla
Çünkü sevdim seni ben her şeyini
Sana sırdaş oldum dost oldum koynumda ağladın
Yüzüne vurmadım hiçbir eksikliğini
Beni üzdün kınamadım
Alışıktım vefasızlığa el oldun aldırmadım
Beni güzel hatırla
Sayfalarca mektup bıraktım sana
Şiirler yazdım her gece
Çoğunu okutmadım
Sakladım günahını sevabını içimde
Sessizce gittim senden öncekiler gibi sende anlamadın
Beni güzel hatırla
Sana unutulmaz geceler bıraktım
Sana en yorgun sabahlar
Gülüşümü gözlerimi sonra sesimi bıraktım
En güzel şiirleri okudum gözlerine baka baka
Söylenmemiş merhabalar sakladım her köşeye
Vedalar bıraktım duraklarda
Ne arasan bir sevdanın içinde
Fazlasıyla bıraktım ardımda
Beni güzel hatırla
Dizlerimde uyuduğunu düşün
Saçını okşadığımı üşüyen ellerini ısıttığımı
Mutlu olduğun anları getir gözünün önüne
Anlından öptüğüm dakikaları
Birazdan kapını çalan kişi olabileceğini düşün
Şaşırtmayı severim biliyorsun
Bu da sana son sürprizim olsun
Şimdi seninle yaşanan günleri ateşe veriyorum
Beni güzel hatırla
Gidiyorum..
Orhan Veli KANIK

Wednesday, August 11, 2010

Yalnızlığın farklı bir armonisi var!

Arşivden gelsin bu sefer...


ADAM
"Yalnızlığın farklı bir armonisi var!" dedi adam içinden, sıkıntıyla montunun fermuarını çekerken... Sokak kapısının önünde durmuş, sırtına dikili gözlerin sahibine kırgın, kızgın, küskün; ardına bakıp bakmamakta kararsız, sokak kapısını açıp açmamakta kararsız, ardındaki gözlerin sahibine koşup sarılıp sarılmamakta kararsız; sadece dikildiğini farketti.
............................

KADIN
Henüz 25 yıl önce dünyaya dair ilk nefesini alan biri için fazla yaşlı bir yüzün bakışları... Çizgiler arasına sıkışan, sıkıştıkça derinleştiren, derinleştirdikçe yaşlandıran bir birlikteliğin son adımında; gözlerini diktiği montun sahibine küs, kırgın, kızgın mırıldanıyordu içinden Sezen Aksu'nun böyle anlar için yazdıklarından birini... Montun sahibi kapının eşiğindeyken, tek yapabildiğinin şarkı mırıldanmak olduğunu anladığında; tüyleri diken diken, bedenine uzak bir yolculuğa gider gibi süzüldü salona... Boş gözlerle, görmeden izlediği karelerin arasında, bir TV'nin karşısında ve zamana inat oturmaya, sigarasını içmeye, bitince yenisini yakmaya başladı.
..............................

ADAM
Eli montun fermuarında... Fermuarın düzensiz aralıklarla birkaç diş aşağı ve yukarı hareketine engel olamayan, aslında bunu yaptığının farkında bile olmayan, kararsızlığı paniğe dönüşmeye başlayan adam; bir yandan ayakkabılarını arıyor, bir yandan başı aşağı indikçe gözlerine sıcaklığı bastıran yaşları engellemeye çalışıyordu. Sırtındaki montu hediye edenin şarkısına kızgın, TV'deki komedi dizisine kırgın, içinde bir şeylerin dönülemez noktaya gelmeye başladığının alarmını veren sirenlerle savaşarak; bastırmaya çalıştı midesi ile boğazı arasında her geçen saniye büyüyen yumruyu... Güçlü görünmek için sinirli hareketlerin, sert ve ses getirmesi istenerek yapılmış portmanto kapağı kapatışlarının arkasına sığındı çaresizce... Eli, bir uçuruma düşer gibi düşmeye başladı kapı kolunun üzerine... Sanki saatlerdir düşüyormuş gibi, sanki bu düşüş bitmeyecekmiş gibi... Sanki TV'deki kahkahalar, bu düşüşe gibi... Her şey sanki gibi...
..............................

KADIN
Portmanto kapağının her çarpışında, ayakkabıların her birbirine karıştığını, dağıldığını anlatan seslerinde irkilmekten kendini alıkoyamıyordu. Sesin geleceğini, bu sesi çıkaranın kim olduğunu bilmesine karşın irkiliyor; kulaklarında sinirli bir adamın ahşaba yansıyan sesi ile nereden geldiğini çözemediği kahkahalar yankılanıyor, birbirine karışıyor, büyüyor, büyüyordu... İçinden yükselen ve gitmemesini, durmasını haykırmasını isteyen sesi giderek bastıran bu gürültüler, beyninde dayanılmaz bir çığlığa dönüşüyor, bu çığlık dudaklarından çıkmayı reddettiğinden, içinde şiddetle büyüyen bir balon varmışçasına baskı yapıyordu. Sinirlerinin iyice gerildiği, sigaranın külünü yere düşüren titremelerinden ve gözlerinden kontrol dışı akmaya başlayan yaşlardan belli oluyordu... Bir sınıra yaklaşıyordu ve bu sınır, daha önce gelmeyi göze alamadığı bir uzaklığı işaret ediyordu.
............................

ADAM
Çıktı adam... Kapıyı çarptı arkasından... Sonra oturdu kaldı 4. kata çıkan merdivenin ilk basamağına, kapının hemen yanına... İçinde bir şeyler aşağı inen basamaklarda yürümeye devam ederken, kalkamadığı, kalkacak gücü kalmadığı için çöktü olduğu yere... İçindekiler aşağı giderken, artık dışında kalanlar kapalı bir kapının ardındayken ve arasındayken şimdi ikisinin; öylece oturdu olduğu yere... Saatlerin akışı, merdiven boşluğuna açılan küçük pencereden giren ışığın azalmasıyla doğru orantılı, başı ellerinin arasında... Gidecek yerlerinin artık gittiğinden emin, ancak kalacak yerlerinin kapı dışında oturmasının ironik yalnızlığı ile ve sanki sadece o basamakta güvende olacakmış gibi oturdu saatlerce...
............................

KADIN
Gitti işte... Çarpıp kapıyı çıktı... Her şey bu kadardı demek... Bir kapının kolu açılmış, bir kişilik bir alan yaratılmış, o alandan geçen kişi, sanki bir başka boyutun sihirli kapısıymış gibi kapatıp bu çelik kütleyi, ardında bırakmıştı kendisini... Ne zaman geldiğini bilmiyordu kapının yanına... Daha önce hiç görmemiş gibi baktı, dekoratif kıvrımlar verilmiş bu soğuk çelik kütleye... Sanki O'nun üstüne kapanmış gibiydi... Sanki artık açılmayacak gibi... Çöktü kaldı kapının önüne... Eteğinin uçlarını bileklerine dek çekiştirip, kollarını kavuşturup kendi bedeni etrafında, soğuk karoların üzerine çöktü kaldı öylece... TV'de bir reklam kuşağı bitiyor, bir başkası başlıyordu hızla... Aynı hızla alıp vermeye başladı nefesini... Her şey dönüyordu ve hiçbir şey eski yerinde durmuyordu... Buzdolabı salona, klozet yatak odasına, yemek masası balkona gitmişti. Tek sabit olan kapıydı ve o kapı sabit durmasaydı, kendisi de kimbilir şimdi nerede olacaktı... Güven duyabildiği tek yerde, soğuk, çelik bir kütlenin önünde, boyut kapısının yeniden açılacağını umarak oturdu saatlerce...
............................

ADAM ve KADIN
Adam ile kadın oturuyorlardı; et kalınlığı 8-10 cm. arası bir kapının iki yanında... Birbirlerine bundan daha yakın ve daha uzak oldukları anların, yaşananların, savaşların, barışların, fulya çiçeklerinin, yıldız kaymalarının ve deri bir montun ortak paydasında oturdular saatlerce... Ne birinin eli gitti cebindeki anahtara, ne diğeri açıp kapıyı farklı bir boyuta geçmeye cesaret edebildi... Bir bitişin izleri; merdivenlerden aşağı inenler, bir merdivenin ucunda oturanlar, bir kapının dibinde üşüyenler ve bir montun sırtına dikilen bakışlarda saklı; bir o kadar karmaşık, yılgın ve kararsız dağıldı kente...

Tuesday, August 10, 2010

Nüfus

Hiç bir şeyden çekmedim devlet dairelerinden çektiğim kadar.
Evet devir çok değişti, evet her şey çok daha kolay
Ama ben sevmiyorum, sevmedikçe her işim zor gidiyor doğal olarak.

Nasıl olduğunu bilmediğim bir şekilde nüfus cüzdanımı kaybettim. Baktım hemen nasıl çıkacak diye, muhtara git, belge al, nüfus müdürlüğüne git tamamdır. Benim için n.h tamamdır.
Göztepe'de ki ikametgahım bilinmez bir şekilde Altunizade'ye gelmiş. Git gel yap et derken, lanet olsun deyip ikametgahımı Altunizade'de bıraktım, Üsküdar Nüfus'tan cüzdanımı çıkardım. Pasaport vs içinde biyometrik fotoğraf lazımmış, hadi dedim hepsi bir olsun. Bir fotoğrafım var, evlere şenlik. Baktıkça desturrrr diyesim geliyor.

Kayıp kimlik için devlet baba 34 lira ceza kesti bana. Aklınızda olsun, artık bu işler cezalı.
Karakola gidip çalındı zaptı tutturursanız, ceza yok tabii.

Eski pasaportum kayıp, yer yarıldı içine girdi sanki
Pazartesi istikamet Vatan Caddesi, diğerleri işimi göremeyecekmiş.

Hazır devlet kapısı işlerini yaparken şu benim kayıp ehliyet işini de çözeyim dedim. 17sine randevu aldım. 3 senedir ehliyet fotokopisi ile dolanıyorum. Hiç çevirme olmadı, kaza da yapmadım. ama şansı daha da zorlamak yersiz değil mi?

Ne çok kayıp değil mi? Varlığımı ispat edecek tek şey nefes almammış :)
Hani öyle evraka kıymet vermez adam da değilim. Evler arası geçişte oldu sanırım bir şeyler.

Bugün tanışmadım temizliğe gelen hanım ile, daha doğrusu hanımlar ile. Biri ütü yaparmış, diğeri temizlik. Haftaya erteledim kendilerini. Hafta sonuna kadar Erenköy'de ki atma işlerini bitireyim. Kedilerin minderlerinin suyu çıkmış atılmış dolap üstlerine, valizlerin içi saçma sapan şeylerle dolmuş, evin erkeğinin bir sürü kıyafeti eskimiş, atmış köşelere, benim zamanımdan kalma bozuk ütüler, gereksiz koliler derken bir sürü şey çıkıyor. Eski Cine 5 decoderi bile çıktı...

Yokluğumda eve gelen hanım kitaplarımı kaldırtmış :) Şikayetçi imiş, nereye elimi atsam bu kadına ait bir şey çıkıyor diye :)
Hatun geldiğin ev benim evimdi, normal bence...
Yerinde olsam yeni yatak aldırırdım, ondan hiç şikayet etmemiş yatarken :))

Bir kaç gün daha Altunizade'den bir şey alamayacağım, önce yer açmam lazım.
Elektrik süpürgesinin metal borusu bozuk, servise gidip almam lazım.
Çamaşır makinesi seçmem lazım.
Servisin kurutucuyu tamir etmesi için evde beklemem lazım...
Deep freeze garip sesler çıkarıyor, servis çağırmak lazım ona da.
Çalışma odasını yeniden düzenlemem lazım kendime, evde bana ait küçük bir oda fikri ilk defa cazip geldi.

Korkma be blog, önümüzdeki günlerde anlatacak daha enteresan şeylerim olacak. Bu kadar sıkıcı olmayacağım :)



Monday, August 9, 2010

Konuşmak / Bilmek

Gerçekleri bilmenin rahatlığı hiç bir şeyde yok.
Bin bir seçenek arasında gidip gelmeden dürüstlüğün keyfini çıkarmak gibisi de yok.
Her bildiğim gerçek, içimi ferahlatıyor demek değil tabii, üzülüyorum, ağlıyorum, keşkeler diyorum bazı bazı. Ama doğruyu yapmanın huzuru ekleniyor her şeyin üzerine.

Eşyalarım nerede ise tamamen toplandı, az bir şey kaldı. Epey bir kısmı gidip yeni yerlerine yerleşti, o kadar çok gözüktüler ki gözüme. Yerleştirirken bir kısmını atıp rahat erdim. Gittiğim yer evim. Tüm eşyalarını aldığım, yerleştirdiğim evim. Tam 15 senelik evim.
Şimdi pek yabancı, tanıdık ama uzak. Ellerken, yerleştirirken içim bir garip.
Ben yokken hasarları olmuş, şimdi ufak ufak onların tamiri, yeniden şekillenmesi derken geçiyor zaman. Ustalar ile haşır neşir olacağım.

Temizliği tanıyıp bilmediğim bir kadın yapıyor. Salı günü onunla tanışacağım. Adetleri anlatacağım, benim diyeceklerimden çok farklı şeyler söylenmemiş ama olsun, benimsemek için, yabancılığı atmak için lazım bunlar.

Emektar çamaşır makinem su koyvermiş artık, seçmem lazım yenisini ama baksam da sabahtan beri karar veremiyorum bir türlü. elektrik süpürgesinin ayağı aynı bıraktığım gibi bozuk, yenisini almak lazım. Suadiye'de idi galiba yeri. Bulaşık makinesi hala arada numaralar çekse de güzel çalışıyor. Kurutma makinesi için acilen servis çağırılmalı, bulutun tüyleri her şeye rağmen sarmış her şeyi, ince ince beyaz tüyler çıkıyor her şeyden.

Mutfak dolaplarını indirmem lazım, her şeyin yeri değişmiş, hiç bir şey kolay kullanılacak yerde değil artık. 2 gündür bir tabak almak için tüm dolapları açıp kapatıyorum.
spor salonum değişiyor, sanırım cumaya yeni yer aktif olur. derslere başlamam lazım bir an önce, yoksa tüm emeklerim çöpe gidecek.

Gidenler, kalanlar, hoş geldin diyenler hepimiz tuhaf hallerdeyiz. Hepimiz inanamıyoruz, hepimiz uyum sağlama derdindeyiz. Ama hepimiz en doğrusunu yapıyoruz.

Levent Yüksel - Hangimiz

Son birkaç gündür aklıma takılıverdi..Çoktandır dinlemiyordum Levent Yüksel'i..

Yaşadıklarım mı acıtır canımı
Yoksa yaşayamadıklarım mı
Geceler mi daha karanlıktır sence
Yoksa yarınsız sabahlar
Aşk mı yıkar insanı
Aşksızlık mı
Giden mi daha yalnızdır
Ardında kalan mı
Tek çaresi zaman mı
Söyle

Hangimiz hangimizi tamamlayabildik
Üzüle üzüle öğrendik
El sallamayı gidenlere

Zor gün

zor gün bugün...aylar sonra, nerede ise unutulmuş bir yüze bakılacaksöylenenler ilgi ile dinlenir gözüküleceksorular sorulacak sanki çok ilgilenirmişim gibi, sanki bir anlamı varmış gibipazarlıklar edilecekbugün küçümsediğim, iğrendiğim neler varsa hepsi olacağım benbir kez değil, her gün düzenle böyle olacağım bundan sonraparavanı olacağım birinin
o bilmiyorum sanacak paravan olduğumuaptal taklidi yapacağım hep
beni yaralayıp üzecek her ne varsa, başkasına emanet etmiştim. daha fazlası gelmez başkalarından. bıçak sokulup çevrilmiş zaten, daha kim ne yapar ki? yapsalar bile, vucut tek acıyı hisseder, üzerine çıkacak acıyı yaratabilecek kim var ki?
Altına saklanılan bir yeşil örtü vardı, ben gelen dek kim bilir kimler yatmıştı altında. Rivayeti oydu ki sadece üzülünce girilirmiş altına. Oysa ilk gece 1 saatlik uykuma örtü olmuştu, deli dolu yasak ama güzeller güzeli bir gecenin sonuna. Sonra tv karşısında beraber girildi altına, sevişmeler başladı üstünde, konuşuldu, her şeye tanık oldu. Sonra alıp tek başına altında kalır oldu. en son bana verdi, yalnız kalmazsın diye, altında sen üzülürsün artık diye.Katladım koydum kenara, çıkarken evde benim yanımda olmayacak olan örtüyü.
Bir kuzum var benim her şeyin güzel olduğu günlerde bana gelen, yokluğunda kolumun altından ayırmadığım kuzu. Ağlayacak yere ihtiyacım yok ki benim. Ola ki bir gün biri seni seviyorum derse, bakıp yalanlığını bana hatırlatacak bir işarete ihtiyacım var sadece. Kuzuya her bakışımda sadece aklım başıma gelecek; sevilmeye bir daha inanırsam başıma gelecekleri hatırlatacak bana, güvenirsem başıma gelecekleri hatırlatacak, biri ile güzel bir şey hayal edersem başıma gelecekleri hatırlatacak tekrar tekrar, kendini açmanın sonunu hatırlatacak bana, zamansız sandıklarımın ömrünü kafama vura vura anlatacak, bir daha asla hiç bir omuza yatmamayı hatırlatacak, her 8 mart kadınlar gününde enayiliğimi, aptallığımı, saflığımı, cahilliğimi hatırlatacak bana, yüzümün en fazla 14 ay gülebileceğini hatırlatacak.
Sanmayın ki daha uzun süre bu konuda konuşacağım ya da aklımı meşgul edeceğim.bir kaç kez daha kusacağım ve sonra hepsi bitecek. Sadece bu kez acımın üzerini örtmüyorum, 9 gün daha...Sonra vakit kalmayacak eskisi gibi