Friday, April 6, 2012

dursun burada

1+1=3

bu cumada bir şey var

bildiğin moonwalk, adam ters döndü mezarda
ahahahahahhahahah

Game Change

Sarah Palin fenomeni dikkatinizi çekti ise seyrediniz
Sevgili Vladimir'in yazısı ile bilgim oldu.
Ve bir kez daha önerdiği bir film keyif verdi
Thank you Vladimir
yeni keşiflerini bekleyip tembellik edeceğim sanırım :)

Cast:
Julianne Moore
Woody Harelson
Ed Harris
Peter MAcNicol - bayılıyorum miniğe

yazıktır be yaw...

insanoğluna sabah sabah yapılmaz
sabah lay lay uyandım
hadi dedim yan oda arkadaşıma kıyak yapayım, kendime de
ona bir tea chai latte, kendime latte
girmez olaydım arkadaş
şimdi gidip Baran beyi her gün bulmak lazım
yok yok anlatılmaz yaşanır bir şey

neyse çıktım, apartmana gireceğim apartmanın yegane yakışıklısı ile yine senkronize olmuşuz, ard arda girmişiz otoparka, senkronize park etmişiz, senkronize kapıdan gireceğiz pat dear patron... asansörde girdi aramıza... geçen hafta bile bu kadar saydırmamıştım
girdik ofise, dedim bir daha o abi varken, siz geri dönüyorsunuz, insan çalışanının geleceği ile oynamaz!!!! oynamamalı!!! bir daha boyunda kızarıklık gördük mü uyarmayız, akşam evde yakalanırsın alimallah!

neyse, geçtim arkaya, arkadaşa kıyağını vereceğim, baktım dalmış ekrana, ne var ki demez olaydım...

yok yok yok
3 tane arka arkaya yapılmaz
yapıldıysa birini nasip et yarabbim
yazıktır bu kuluna...

Thursday, April 5, 2012

istanbul süprizleri (niyet j'adore)




bu şehir her gün şaşırtmaya devam ediyor beni
uzun ara sonrası istiklal yine
dediler ki gel saint antuan'a
karşıya bak
gir sokağa
git en dibe
al sana çikolata mabedi

bir arkadaşımın doğum gününü atlamışım ayvalık sevdasına
hadi dedim gel seni götüreyim
gittik tintin
ama gel gör ki hiçççççç içimizi açmadı mekan
hava sıcak
yer dar
ama ama diye ağlaşıyorduk, dediler ki gençler yan dükkan da bizim
orada pizza mizza da var
aynı servisi orada da yapıyoruz
öpesimiz geldi ve nispeten daha ferah yan mekana geçtik
girişte o pizzalar bizi bizden aldı, dedik kardeş bize birer pizza, birer kadeh şarap önce
peynirli pizzanın nefaseti (ki 4 formaggi yedim, son derece güzeldi) maalesef et şarküteri grubunda yok, ama ince çıtır hamur affettirdi az biraz kendini, kaldı ki acı biberli zeytinyağını sormadan getiren mekan ve kareli örtüler, fondaki derinden gelen müzik beni romaya taşıdı az biraz.
sonra geldik tatlılara: sufle, beatrice, pasta, fondü ama ama ama derken akıllı olup beatrice ile yetindik
memnunuz
yine yaparız biz bu işi

Tahtalı / Antalya - Kemer

Bazı fotoğrafların yoruma ihtiyaçları olmaz..Bu o fotoğraflardan..Karlarla çevrili tepe'nin ucunda siyah bir karaltı var ya..işte oraya çıktım.. 2400 metre..Daha sonra size bu yolculuğu yazacağım, şimdilik teaser geçiyorum :)
Bu arada dağ'da bildiğin paramount pictures dağı..

apik

tüm çevrem bayılır işkembeye
benimse hiç alakam yok kendisi ile
hani koyun eti gibi, piştiği yere giremezliğim yok ama güle oynaya da gitmem hani
sakatat familyasından bir kokoreç ile aram iyidir gerçi
beyin, böbrek, ciğer dediniz mi koşar adım kaçarım
buna rağmen hepsini de güzel yaptığım rivayet edilir, kefil olamam zira tatmadım hiç yaptıklarımı.

Evlilik hayatının gece gezmelerinin genelde sonu idi apik, özellikle ikinci perdede. içim acımıştır her daim oraya bırakılan paralara ama, bazen karşınızdakinin gözündeki keyif amannnnnn dedirtir.

ne keyif alırdı o köhne yerden bilemem, muhtemelen lezzettir onu çeken.
diyeceksiniz nereden çıktı şimdi bu apik.
facebook meretinde bir resim gözümün önüne sahneler getirdi
gelmişken iki satır yazıldı işte
önemli bir durum yok
dağılabilirsiniz

çadır tiyatrosu

***meral okay...


Yaman benim eski arkadaşımdı... O, Ankara Sanat Tiyatrosu’nda oyuncuydu, ben de Ankara’da yaşayan bir öğrenciydim... O zamanların Ankara’sı, herkesin birbirini tanıdığı ve belirli yerlerde toplandığı bir yerdi. 70’li yıllardı ve kültür tüketicileri birbirlerini bir şekilde sıkça görürlerdi. Bizim müşterek arkadaşlarımız vardı, bunların başında Rutkay Aziz gelir. Rutkay’la siyaseten de bir aradaydım, Türkiye İşçi Partili’ydim ben. O yılların derli toplu Ankara’sında sık sık görüşme şansımız olurdu... Yaman’la tanışmamız o yıllardır; fakat aşık olmamız daha sonraya rastlar. O sinemaya “Sürü” filmi ile geçince İstanbul’a gelmişti, ben de daha sonra İstanbul’a geldim. O eski bir Ankaralı olarak bana sahip çıkmaya kalktı; Ankaralıların böyle bir derdi de vardır... Biz, başımıza aşkın taşının düştüğünü bir mevsim geçtikten sonra fark ettik... Bir gün evi düzenlerken fark ettim. Bir de baktım ki, benden çok Yaman’ın eşyaları var... Küçük küçük poşetlerle sızmıştı... Aşk bir sızma hâlidir. Ben Ankara’dan örselenmiş ve kırılmış bir kalple gelmiştim. Yaman çok tutkulu ve sabırlı bir adamdı, bir de baktım kalp ağrımdan eser kalmamış... Yani taş düşmüştü ama adını koymamız için bir mevsim geçmesi gerekti...


Yaman, o kadar temiz bir adamdı ki, ona kızamazdınız. Bir o kadar da yiğitti. Ben Yaman’ı hep bir lunaparka benzetirim... Onunla yaşamak bir lunaparkta yaşamak gibiydi... Bir yandan bütün cümbüşü, pırıltısı, eğlencesi ve sürprizleri, öte yandan yüreğinizin ağzınıza geldiği anlarıyla tam bir lunapark gibiydi... Üstelik ben bir Ankaralı olduğum, üstüne üstlük bir subay kızı olduğum için, bir yanımla derli toplu, diğer yanımla despot falan bir kızdım... Yaman bir gün bana, benim taklidimi yaptı; her şeyi net olarak alt alta sıralamamı, emir kipiyle konuşmamı, “canımın içi” derken bile bazen tonlamamdan dolayı “hadi canım!” anlamı çıkabileceğini falan gördüm. Bu, bir oyuncuyla birlikte olmanın hem avantajı, hem dezavantajıydı... Bunu Yaman’ın aynasında görünce “Aaa çok fena bir şeymişim!” dedim... Ee bu aynayı tutan eğer pırıltılı ve doğru bir adamsa, dönüştürücü de oluyor. “Benimle o garnizon sesiyle konuşma” derdi...


Yaman, çok renkli ve heyecanlı bir adamdı... Ben derdim ki; “Tanrım, bu adam ne zaman yorulacak!” diye... Meğer acelesi varmış... Her şeyi o kadar yoğun, hızlı ve çoşkulu yaşıyor ve yaşatıyordu ki büyüleyici bir şeydi bu...


Her şeyi hızlı yaşardı, hızlı yemek yerdi, hızlı içki içerdi, bir proje söz konusu olduğunda hızına yetişemezdiniz. Bir gece arkadaşlarla yemekteyken sabah kahvaltısını Bodrum Türkbükü’ndeki evimizde yapmaya karar vermesiyle kendimizi yollarda bulmamız bir olurdu... Bazen düşününce dehşete kapılıyorum, demek ki acelesi varmış diyorum... Kısa bir ömre, birkaç kişilik bir hayat sığdırdı...


Bizim Yaman’la tarihe kayıt olarak düşeceğim hiçbir kavgamız olmadı... O, kalbini insanlara açarken de, onlara güvenirken de çok hızlıydı ve kırılması da doğal olarak aynı hızla olabiliyordu. Aktörlerin kalbi camdandır... Çok çocuk, çok bebektirler. Belki de bunu çok yakından gördüğüm için ben daha dikkatli davranırdım. Belki de tek sürtüşmemiz onu kıranlara karşı olan tutumumdan olmuştur.


Ben, köşeleri çok olan bir insandım; Yaman beni eğitti... O hüzünleri, ironik bir neşeye, çevirebilme ustasıydı... Bu yönüyle de bakınca gam kasavetten çok çabuk çıkabilirdik...


Aşk kendinden vazgeçme halidir, kendi benliğini ezmeden “biz” olabilme hâlidir... İnsan egosu denetlenmesi en güç olan şeydir. Bunu ancak aşk becerebilir, sadece aşk ile üstünden atlayabilirsiniz...


Biz birbirimize karşı çok saygılıydık; mesleklerimiz ve bunun gerektirdiği fedakârlık hallerinde hele daha da çok saygılı ve yol açıcı davrandık hep...


Ee bazen de sıkılırdık, hele üç beş aydır bir aradaysak birbirimizin gözüne bakardık, önce kim gidecek diye, böyle nefes molaları da verirdik... Döndüğümüzde yepyeni bir enerji ve hasret bekliyor olurdu bizi... Aşk bazen de bir kıyamama hâlidir...


Şunu çok açıkyüreklilikle söyleyebilirim; o benden daha iyi bir insandı... O kadar bebek, o kadar adam, o kadar temiz... Ben Yaman’la birlikte onun kadar temiz, onun kadar beklentisiz, onun kadar masum yaşamayı öğrenmeye çalıştım. Buradan bir öğretmen öğrenci ilişkisi anlaşılmasın... O, o kadar ahlâklı ve temizdi ki, yaşam biçimi ve duruşu karşısında başka türlü olamazdınız... Onun yanında kirli kalamazdınız...


Hastalığının son bir ayında, ki hastalığın çıkmasıyla kaybetmemiz 1,5 ay sürdü... Tıp hastalığının süratine yetişemedi... Hep şunu düşündüm; hayata, sanatına ve bize dair bir sürü düşüncesi, projesi vardı ve hepsi sanki hızla arka arkaya gerçekleşmeye başlamıştı... Neden şimdi, neden bu adam, diye çok düşündüm... Orada bile hızlıydı...


Komaya girene kadar Yeşim Ustaoğlu ve Tayfun Pirselimoğlu ile birlikte senaryo çalıştılar... Onlar her gün geldiler ve bu oyunun gönüllü yoldaşı oldular... Sonra o film çekildi; Yeşim’in ilk uzun metraj filmidir “İz” filmi ve Yaman’a adadılar... Yaman’ın rolünü Aytaç Arman oynamıştı... Bunlardan bahsetmişken o sürecin acısını hafifleten bir yığın katıksız dostluklar yaşadık... Gerçi o sürecin acısı hafiflemiyor... Bende, harlı ateş şeklinde yanma hâli tam 10 yıl sürdü... Asmalı Konak’ın son dört bölümünü yazarken o acıyla yeniden yüzleştim ve ancak o zaman birazcık küllendi diyelim...


Böyle, bir şölen gibi, bir lunapark gibi sevdalık yaşayınca bu görkemi taşımayan her şey bir çadır tiyatrosu gibi geliyor insana... Bu ateşle yanma hâli, o kadar derinden, için için yanıyor ki, dönüp bir başka ölümlüyü yakmaya içi elvermiyor insanın...


Yaman’la her günümüz Sevgililer Günü’ydü... Eşine bu kadar çok çiçek getiren bir adamı daha analar doğurmamıştır... Biz birçok defa sabah uyanıp birlikte gün doğumunu seyreder, ne bileyim çingene vapuruna binip sabah erken Boğaz’ı turlardık...


Sezen’i anmamak olmaz: Sezen, Yaman’ın çok yakın arkadaşıydı... Ben Yaman’dan dolayı tanıdım... Sezen, insanın hayatına çok hafif dahil olur... Sızar ve siz bunu anlamazsınız... O benim kardeşim, arkadaşım her şeyim oldu... Yaman’dan sonra işlerimin önemli bölümünü tasfiye ettim... Sezen, ısrarla profesyonel olarak birlikte çalışmaya zorluyordu beni... Nerdeyse kafamı kıra kıra bana şarkı sözü yazdırdı... Birlikte yazdığımız ilk şarkı “Masum Değiliz”. Kan ter içinde uykularından uyanıyorsan eğer her gece... Yalnızlık, sevgili gibi boylu boyunca uzanıyorsa koynuna... diye. Yaman’dan iki ay sonra yazdık... Daha sonra bu ısrar otuz küsur şarkı sözü üretti... O dönem Sezen bana sadece 3-5 saat uyumaya yetecek kadar boşluk bırakıyordu... Stüdyolar, kayıtlar, konserler vb. Çok yoğun bir rehabilitasyon oldu benim için... Sezen’in o toplumsal düzeydeki rehabiliterliği benim için özel bir muamele seçkinliğinde oldu. O benim kardeşimdir, canımdır...


Bugün eksik olan ne? Bu topraklarda aşk ve mutluluk kutsanmaz, ayrılık ve acı kutsanmıştır... Birlikteliklerdeki tutku kutsanmaz da, ayrılıktaki tutku kutsanır hep... Yaralarıyla mutlu olmaya daha yatkın bir kültüre aitiz biz..


Öyle kadınlar ve erkekler tanıyorum... Risk almıyorlar... Aşk emniyetli bir şey değildir... Emniyetli olan sevgidir... Aşk ehlileşmez... Sakinleşemez... Öyle olursa akraba olursunuz... Bir de aşık olunacak mecra kalmadı... Artık ortak alanları paylaşmıyoruz... Bizim agoramız yok artık... Herkes kendi bacağından asılmak isteyen koyun tarifinde... Bu hem maddi hem manevi bir şeydir... Gelir, böyle adamı aşkta da emniyet arayan birine dönüştürüverir... Herkes kendi kişisel başarı öyküsünün peşinde... Belki de biz herkes için daha adil, daha vicdanlı daha temiz bir dünyanın düşünü paylaştığımız için başkalarıyla da bir arada durmanın ne kadar zenginleştirici bir şey olduğunu biliyorduk... Şimdi bu duyguların esamesi okunmuyor... Yoksullaşmamız sadece ekonomik anlamda olmadı... Duygusal anlamda, dayanışma anlamında birbirimizin yaralarına bakma konusunda da yoksullaştık... Şimdi empati denen modern kavram var ya, biz onun ağababasını tanıyan ve buna içerilmiş bir dünyadan geldik buralara...


Dizilerdeki aşık olma süreci o kadar uzun ki, öncelikle bu rasyonel değil! Aşk çok ani, hızlı ve genellikle beklenip, tasarlanamayan bir şeydir. Kafana bir taş düşer, neye uğradığını şaşırırsın. Ve bunun aşk olduğunun da sonradan adını korsun. İrrasyonellik sadece bu değil, bir de dizi karakterlerinin çok ön hazırlığı var aşık olmak için. Halbuki, hayatta böyle değildir, aşk tasarlanılan ve ön hazırlığı yapılabilen bir şey değildir.


Eskinin, hani o dalga geçilen mantık evliliklerinde bile, bugünkü hesaplılıktan daha çok aşk vardı diyesi geliyor insanın... Ali Poyrazoğlu dedi, “Aşk bir kör atlayıştır”.


İnsanların birbirleri için “sağlama” yapacakları alanlar kalmadı... Modern hayatlar ve modern zamanlarda böyle bir şansı yoktur insanın... Son bir aydır “Ben aslında duyguları olan iyi bir insanım” mesajını, ben şu cümleyle alıyorum...

“Babam ve Oğlum’u gördün mü?”

“Hee gördüm!”

“Ağladın mı?”

“Sana ne?”

Yani ben de duyarlıyım ve iyi bir insanım... Bu arada, ben de filmi seyrettim. Yeri gelmişken ve sabah seansında katılarak ağladım ama bu soruları soran insanlarla o kadar ayrı şeylere ağladık ki... Benim o filmde yandığım, bu ülkenin o temiz çocuk yürekli insanlarının, bu ülke tarafından nasıl da kırıldığını, nasıl da örselendiklerini, onurlarıyla ekmekleriyle nasıl da oynandığını gördüğüm için bu uğurda yiten, onulmaz acılar çeken insanlarımızı hatırlayarak ağladım... Belki de bugünkü aşksızlık hâli de, o dönemlerin ürünüdür diyeceğim ama aşk bunların hepsinin üzerinden atlayabilecek bir şey olmalı...


***


Yaman Okay’ın ölümünden sonra anısına yazılan, söz ve müziği Sezen Aksu’ya, düzenlemesi Erkan Oğur’a ait “Adamların Adamı” adlı şarkının sözleri şöyle:


bu yaz güneş biraz daha eksik,

el ele verin azaldık

yine o tanıdık serinlik.

işimiz çok zor...

bu yıl herkes biraz daha korkak

bu ne çaresizlik ah yandık

dayan yürek dayan

giderek işimiz çok zor.

ah koca oğlan oyun ettin

bu iş burada bitmez

söylenecek çok söz kaldı

sana bir ömür yetmez.

ah nerelere gittin aman söyle

bu ayrılık ne yaman söyle

adamların adamı uykuda mısın?

auguri


buona pasqua

hayat ne tuhaf

böcekler filan
göz dolduranlar, sadece ritme dönmüş



I won’t believe, that you really, really, wanna leave me, just because of her
Have you forgot about, all the things, we’ve been through, she was not the one, who was there for you

Wednesday, April 4, 2012

FENERBAHÇE DOMİNOS PİZZA

SANA LAFLAR HAZIRLADIM!!!!!
ARKADAŞIM, BEN SENDEN HİÇ ALIŞVERİŞ YAPMADIM
KONUM İTİBARI İLE YAPMA ŞANSIM DA YOK
NE AÇILAN TELEFONLAR, NE RİCALAR SENİN BANA SMS GÖNDERMENİ ENGELLEMİYOR
MANYAK MISIN? PARAN MI BOL?
NEDEN BANA BU ÇİLEYİ ÇEKTİRİYORSUN?

ZATEN DOMINOS SEVMEM, TÜY DİKTİN ÜZERİNE
Bİ GİT HAYATIMDAN VE TELEFONUMDAN
HADİ CANIM, HADİ GÜZELİM

beni...

mehmet teoman bazen yapıyor işte bunu
ana dilin verdiğini kullanmış
anlatmış
benim için en yorumlayan altta
bir kaç kez tekrar ettik biz beraber
nereden geldi akla bilinmez, (yalan) bilinir de söylenmez

bir daha...

gerisi senin olsun

Hacı oldum

Ayvalık Şeytan sofrasında iblisliğimi tescil ettim.Hadi dağılabilirsiniz şimdi.
.Herşeyi o kadar yoğun, hızlı ve coşkulu yaşıyor ve yaşatıyordu ki büyüleyici bir şeydi bu. Ben köşeleri çok olan bir insandım. Yaman beni eğitti... Aşk kendinden vazgeçme halidir, kendi benliğini ezmeden ''biz'' olabilme halidir...İnsan egosu denetlenmesi en güç şeydir. Bunu ancak aşk becerebilir, sadece aşk ile üstünden atlayabilirsiniz... Biz birbirimize karşı çok saygılıydık... Eee bazen de sıkılırdık, hele üç beş aydır bir aradaysak birbirimizin gözüne bakardık, önce kim gidecek diye, böyle nefes molaları da verirdik... Döndüğümüzde yepyeni bir enerji ve hasret bekliyor olurdu bizi...

gidebilmenin ve saygıyla dönebilmenin özgürlüğü ah çektiren

coppola deyince akşam beri

çıktı saklandığı yerden albüm
siz de başlayın dinlemeye


Wine-colored days warmed by the sun
Deep velvet nights when we are one

Speak softly, love so no one hears us but the sky
The vows of love we make will live until we die
My life is yours and all becau-au-se
You came into my world with love so softly love

dumur desem değil

akşam bira cips salsa üçlüsü ile sohbet ederken, laf lafı açıp tanışılan enteresan insanlara geldi.
Enteresan derken vay be adama/kadına bak bravo cinsi değil elbet, hadi canım yalan söylüyorsun, olmaz ama bu kadarı insanlarından bahsediyoruz.

Söz konusu onkolog bir hanım kızımız, alanında son derece başarılı, hani biraz google search ile vay be denecek cinsten. Bir sempozyuma gitmeden önce, belli bir konuda yardım istemiş ortak tanıdığımızdan, o da esirgememiş tabii engin bilgisini, başlamış anlatmaya. Anlatırken sadece didaktik bilgileri değil, işi süsleyebileceği, sohbetini renklendirebileceği bilgileri de aktarıyormuş hanım kızımıza. Laf gelmiş coppola'ya da dayanmış ki hanım kızcağımızın yapmayı düşündüğü sohbette epey kilit bir nokta. Lakin hanım kızımız coppola kim ki sorusu ile, ortak tanıdığımızı yerden yere vurmuş gülmekten.

Tabii bizim tanıdık açığı bulunca, sağlı sollu vurmaya başlamış ve bir süre sonra anlaşılmış ki, hanım kızımız sinema adına hiç bir şey seyretmemiş. Ortaokuldan itibaren tek hedefi tıp fakültesine girmek ve onkolog olmakmış, hayatta başka hiç bir şey ile ilgilenmemiş, ama gerçekten hiç bir şey ile ilgilenmemiş. Ne bir kitap, ne bir film, ne müzik, hiç bir şey...
Şimdi de sempozyumlara vslere katıldığında, insanlarla sohbet edebilmek için böyle yan destekler almaya çalışıyor. Yaş 38.

Önce bir karnımızı tuta tuta güldük, sonra üzüldük...
hayat daha keyifli olmalı, pas geçilmemeli.
Hedefe kitlenmek güzel ki hanım kızımızı ikimizde bu konuda anlayacak yerdeyiz, lakin hayat ve keyifleri kaçmamalı, insan sanatı bile sadece kendini satabilmek için öğrenmek istememeli.

Allah islah etsin deyip, gecemize devam ettik ama şimdi bile bir burukluk içimde hanım kız için, bu sohbete meze olmak durumunda kaldığı için.

Tuesday, April 3, 2012

günün özeti

dalgalandım da duruldum

cadillac track

i need a dollar

morning after dark - timbaland



kapanış: scream yine timabaland : Scream, at the top of your lungs, everybody's feeling right

eehheh yalan oldu: pitbull hey baby

aman da aman

instragram artık android telefonlara da gelmiş
yaşadık yaşadık

bahar gelmiş

bazen

beklemek, debelenmekten iyidir
sabır göbek adınız ise tabii

örümcek gibi sabırla
ağ örülür
yem kendi rızası ile gelir
yediğin için pişmanlık duymazsın sonra
vicdan seni rahatsız etmez
hazmederken arkaya yaslanılır, ve mideden gelen gurultular dinlenir :)


funny story ver. bilmem ki kaç...

Ve Mehmet Ali Birand salmaya devam eder gafları

Monday, April 2, 2012

ve 5. sezon biter

Hell Ain't a Bad Place to Be

Pours my beer, licks my ear
Brings out the devil in me
Hell ain't a bad place to be

hiç bir şey göründüğü kadar güzel olmaz
moody denedi, gördü :)

seneye ocak ortası görüşürüz

Resmi açıklama geldi



Hadi buyurun bakalım n'olcak şimdi...En büyük sevabın sesini kıstılar...ol'cak şey mi?...
Tanrı'ya şükür müslümanları kapsamıyor ama hiç belli olmaz bizimkiler duymasın...


VATİKAN 'DAN RESMİ BİR AÇIKLAMA

Bütün kadınlara açıklanır ki,
çıplak halde yatakta olup
herhangi biri ile sevişirken bağırarak
"Ohh Tanrım, Ohh Tanrım, Ohh Tanrım"
denildiğinde,
DUA OLARAK KABUL EDİLMEZ....
DİKKATİNİZE!

seyahat best of

her şey güzeldi, her şey harika idi ama akıldan çıkmamacasına beni yerden yere vuran, her şeye damgasını vuran : "toprak kayması" oldu.
Ne olduğunu sormayın, terbiyeli bir insanım ben, anlatamam!!!
mimkin değil!

ama çok yaşa adam sen, hala gülüyorum...

Egemen

bu yolculuğun en unutulmaması gereken kahramanlarından biri de egemen :)
Egemen kimdir? Neyin nesidir? Nerelidir? Kaç yaşındadır?

hiç birinin cevabı yok bende.

Şeytan sofrasına çıkmakla başladı her şey.



şeytan ayrıntıda gizli işte, bu manzara adama her türlü şeytanlığı yaptırır, içirir, sarhoş eder, aklını alır.
Elixir iblisi hacı oldu burada nihayet, official iblis artık :)
kuzu kuzu çay içtik nasılsa, yorgunluktan olsa gerek.
etrafı seyredip, ahali ile hafiften kafa bulurken girdi hayatımıza Egemen kardeş.
Sapsarı uzunca saçlar, muhtemel 1,80 civarı boy, camel erkeğine uygun giyim kuşam, tahminim columbia ayakkabılar, orta sert bir ses tonu. Güzel kardeşimizin bir takım alışkanlıkları varmış eskiden, hani bir şekil elinden bırakmış alışkanlığı ama, akıldan çıkmamış, çeneye vurmuş, ama ne vurmak, o mesafeden biz garibin acısını anladık, içimizde hissettik. Bizi yerden yere vurdu acısı, yanındaki amca ise dayanmadı yarım saat, kaçtı gitti.
Hazır sofrasında iken şeytan fısıldadı, gel Egemen, gel evladım, sana gösterelim hayatın esas anlamını demek ama, gezecek yerimiz, gidecek yolumuz, ve kimsenin bozmasını arzu etmeyeceğim bir huzur vardı ortada.
Oysa Egemen kardeşimi alsak, akşam yemek yediğimiz adı anılmaması gereken yere götürsek, iki kadeh parlatsak, üzerine de cila çeksek, Egemen'in derdi tasası, hayatın anlamını arayışı kalmayacaktı.

Hoşçakal Egemen, elbet görüşürüz bir gün, bu sefer pas geçilmeyeceksin :)

bir uyudum hayatım değişti

gezelim görelim öğrenelim kapsamında, gittiğimize en memnun olduğum nokta altınova oldu.





kendim çekmemişim, durumun güzelliğini size anlatacak fotoğrafta bulamadı bana google efendi. Ama yukarıda en azından neden bahsettiğimi anlarsınız.
sahile gelip, bu köprüden balık avlayanların yanından geçip kumsala iniyorsunuz.
kum sapsarı değil, manyak tesisler yapmamışlar, lüks adına ya da güzellik adına ne arıyorsanız yok, olan ne derseniz ne anlatırım size bilmiyorum.

şunu anlatabilirim, önce bir sigara içtim, sonra elixir buruna yürüdü, o yürürken ben kendimi kuma attım, kaç dakika gözlerim kapalı yarı uykuda kaldım bilmiyorum, gelenler geçenler olmuş diye rivayet etti elixir bey, fark etmedim, dalga sesi vardı, güneş vardı, ve vucudumdan akan giden kızgınlıklar, kırgınlıklar vardı. Hepsi gitti, nereye gittiler, nasıl gittiler bilmiyorum. Tek bildiğim, gözümü açtığım an yavaşça kalktığım ve her şeyin başka olduğu.

ola ki bir yaz günü buraya giderseniz, manyak mı bu kadın demeyin. Ben orada iken kimse yoktu, martın son günü idi, sessizlik ve güzellik başka idi.
Bana ilaç oldu altınova

bir pazar yeri



uçsuz bucaksız bir pazar değil
gözleri kamaştıracak kadar çok çeşitte yok

enginar desen, istanbul'dan pahalı, ama pek körpe idi, aklım kalmadı desem yalan.

ve fekattttttttt peynir ve zeytinde durmak lazım... çeşit, boy ve fiyat bizi bizden aldı. Elixir efendi 2 kiloya yakın zeytin çeşitleme yaptı, ben daha mütevazi davrandım.
zeytinci amcalara bir tur daha yaptık sonra, elixir bey yağlarından da bir şişe aldı, rengi muhteşemdi, sanırım tadı da öyledir.
Hele amcaların tatlı dilleri, anlatışları, tattırışları. Özlediğim konuşmalardı hepsi.

peynir ise kendimi kaybettiğim nokta.
Tadında isminde bir tezgah vardı, nasıl çakır gözlü sarışın güzel bir genç başında, bir yandan tattırıp, bir yandan bilgi verişi, saygılı ama samimi hali bizi bizden aldı. kelle, ezine 1 senelik keçi/koyun karışık, hellim benzeri tuzsun bir peynir falan filan derken kaybolduk. Bir de kibar çocuklar, aldığımız simitlere katık ikram peynir verdiler mi? bir de kargo yapıyorlarmış her yere, BU LINKDEN ulaşabilirsiniz kendilerine. Kefiliz, üzerine bir daha kafamı kesseniz başka yerden peynir almam.

Pazardan aldığımız domateste utandırmadı, burada yaklaşık 7,5 tl karşılığı satılan domateslerin kilosu 2,5 lira idi.

aklım otlarda kaldı ama, ev lazım, rakı sofrası kurmak lazım, gelecek dostlar lazım diyerek, başka sefere dedim kendi kendime.

Çamlıca köyü

akşam saat kaçtı geçtiğimizde hatırlamıyorum.
muhtemelen 1-2 gibi olmalı
o karanlığın içinde sağda ışıl ışıl bir köy
ama nasıl ışıl ışıl, parlak, gözler başka hiç bir şeyi seçmiyor.
yememişler, içmemişler ışıklandırmaya para harcamışlar.
Dönünce bakındım, var mıdır bir önemi, özelliği diye.
bir bilgi yok kayda değer

sadece orada parlak bir köy var uzakta

evler : ayvalık







gönül isterdi tabii elde olsun güzel bir makine, ve bende detayları yakalayacak güzel bir göz olsun da, sizlere tek tek hayran olduklarımı gösterebileyim. eldeki çoğu zaman çekmeye üşenen makine ile aşağıdaki kadarı çıktı sadece.
ama demem o ki, ayvalığın içi kendini bir çok yere nazaran çok güzel korumuş.
eski rum evlerini, ve üzerlerindeki detayları, var olan huzuru keyifle seyrettik, ve dahi döne döne seyrettik.
kalbimin bir parçası orada,, bir kaç detay burada:

bir pansiyon: taksiyarhis










kalbimin bir kısmını da bu şerefsizde bırakıp geldim geriye.
zilli, hır hır vır vır her şeye havlayan, olur olmadık yere pat diye kakaları bırakmaya müsait bir it, ama sevgili işte, atsan atılmaz, gel desen gelir :)
hani yalan söylemeyeyim, karma gereği bana en ufak bir tersosu olmayan zat-ı muhterem, kimilerine sadece kaka bırakmakla vakit geçirdi ki biz buna takdiri ilahi veya karma is a bitch diyoruz :)

pansiyonun diğer konuğunun aklı çok başka detaylarda kaldı ise de, ben sizleri ilgilendirebilecek detayları vereyim. Bir kez çok temiz, kapıda ayakkabılarınızı terk ediyorsunuz. Beyaz sabunlar her yerde. yataklar son derece rahat ve yine çok temiz, personel son derece güzel ve de güler yüzlü, hoş sohbet. fiyat son derece uygun, lokasyon güzel.

her yer detay, detay. kafanızı çevirdiğiniz her yerde ya bir kilim, ya bir tablo, ya bir mask, ya bir lamba... içeride sıkılmadan bile epey zaman geçirilebilir, yakınında otoparkta var, sezonda nasıl olur bilemem ama bu mevsimde gayet boş.

kendi adıma memnuniyet ile 10 puan

bir sabah kahvaltısı

cunda yoluna girerken ekbir tesisleri.
garsonlarımız pek güleryüzlü değil, ama denize karşı, bol güneş, güzel çay, ve aşağıdaki o harika pide/ekmek ve yol yorgunluğu ile açlık varken, ne kadar güzel geldiğini anlatmak mümkün değil.
gelen peynirlerde kötü kaliteye rastlanmadı, ama tavana vuracak lezzetlerde olmadı.
lakin sucuklu yumurta... lakin sucuklu yumurta...
daha güzel bir şey düşünemedim o sabah için.
nasıl yedi isek, akşam yemeğine dek ağızdan lokma geçemedi.

kahvaltının en komik anı deli çoban köpeği oldu :) yaşlıca bir hanımın köpeği, deliler gibi oradan oraya koşmaklar, zınk diye durmalar, en çok beni sev bakışları atmalar...

bir de biz orada deli gibi tıkınırken spor yapan ayvalık halkı, sizleri takdir ettik, ama kondisyon namına alınacak çok yol var daha.



pamuk gibiyken bozulmak olmaz

herkesin inancı kendine yaşamayı severim.
ne sizinki beni ilgilendirir, ne benimkine kimse karışsın isterim.
az biraz daha rahatlamaya, biraz da dua etmeye ihtiyacım vardı bugün.
hani otur içinden et, ne olacak...
ama kalktık, Hz. Yuşa'ya gittik
orada dua ettik
orada yakardık
ve dahi orada az biraz göz yaşı döktüm, diğerleri bildiğiniz domuz :)

bir aksam yemeği - ayvalık

Şimdi önce anlaşalım, nerede yediğimizi kafamı kesseniz söylemem, zira buranın bozulma ihtimalini bile düşünmek tüylerimi diken diken ediyor. sadece şunu düşünün: denizin kenarında, sigara allowed ve ortada zerre duman yok, servis güler yüzlü, meze dediğin şeyin ucu bucağı yok ve hiç biri birbirinin tekrarı değil, lezzeti bozuk en ufak bir şey yok, etrafta rahatsız edecek en ufak bir şey yok, garsonlar bilgili, istanbul'da görülmeyecek kadar geniş bir şarap seçeneği var. Ve tüm bu güzelliklere komik ötesi bir ücret alınıyor. Derinden türk sanat müziği geliyor. Size kalan tek şey, güzel bir sohbet, kadehleri tokuşturmak ve de tadını çıkarmak.

ikram ettikleri kuzu kulağı (göbeği) mantarına gelince: bugun itibarı ile tanışacağım, bu mantarı bilen ve seven ilk talihli ile evlenip, ömrümü kendisini mutlu etmeye vakfedeceğim, üzerine boy ön şartı da aramayacağım.

11 tek adet geçti bu boğazdan, ve aklıma gelen her şeyden daha güzel... ve aklıma gelen her şey, bu meretin verdiği keyfi veremez. aşığım, ötesi yok

fava yapıyorum diyen garibanlar için sayfa sayfa laflar hazırladım.

tarator... ya tarator... bildiğiniz beyaz ceviz, dövülmüş, tam ayarında bırakılmış, rondolara kurban edilmemiş

kalamar: hiç bir parçası ziyan olmamış, pamuk gibi, zerre yağ yok

ahtapot ızgara: ahtapot diye yedirilen lastiklere inat, bir bıçak darbesi yetiyor, ağızda başka dağılıyor

ve kelle peyniri... bilmeyin ve yemeyin arkadaşlar, hepsi benim olsun










devamı sonra ama

gençleştim
ömrüme günler eklendi
izler silindi
nice sonra gözlerimin içi güldü
iliklerime kadar huzur doldum
bildiğiniz mutluyum

şu programı benim gibi tembel tenekeye yaptıran elixir efendinin tüm muratlarını versin rabbim
iki asabi teneke, yol boyu nasıl huzurlu olduk
normalde bile vır vır çekişen bünyeler nasıl mutlu, sakin gidip geldik...

hani ne yalan söyleyeyim, en kavga etmediğim, aynı evde yaşadığım insanla bile yolculuk kabusa dönüşmüştü, az biraz soru işaretim vardı, ama müziğinden, yemeğinden, pazarından, yolundan, uykusuna kadar muhteşem bir mini tatil oldu

hybrid radio: ayrıca thank you, dinlemek isteyen olursa http://www.hybridradio.gr/