Saturday, October 17, 2009

Remember the time...when we fell in love...

Do you remember
When we fell in love
We were young
And innocent then
Do you remember
How it all began
It just seemed like heaven
So why did it end?

Do you remember
Back in the fall
Wed be together
All day long
Do you remember
Us holding hands
In each others eyes
Wed stare
(tell me)

Do you remember the time
When we fell in love
Do you remember the time
When we first met
Do you remember the time
When we fell in love
Do you remember the time

Do you remember
How we used to talk
(ya know)
Wed stay on the phone
At night till dawn
Do you remember
All the things we said like
I love you so
Ill never let you go

Do you remember
Back in the spring
Every morning birds would sing
Do you remember
Those special times
Theyll just go on and on
In the back of my mind

Do you remember the time
When we fell in love
Do you remember the time
When we first met girl
Do you remember the time
When we fell in love
Do you remember the time

Those sweet memories
Will always be dear to me
And girl no matter what was said
I will never forget what we had
Now baby

Do you remember the time
When we fell in love
Do you remember the time
When we first met
Do you remember the time
When we fell in love
Do you remember the time

Do you remember the time
When we fell in love
Do you remember the time
When we first met
Do you remember the time
When we fell in love
Do you remember the time

Remember the times
Ooh
Remember the times
Do you remember girl
Remember the times
On the phone you and me
Remember the times
Till dawn, two or three
What about us girl

Remember the times
Do you. do you, do you,
Do you, do you
Remember the times
In the park, on the beach
Remember the times
You and me in spain
Remember the times
What about, what about...

Remember the times
Ooh... in the park
Remember the times
After dark..., do you, do you, do you
Remember the times
Do you, do you, do you, do you
Remember the times

Remember the times...I loved you this much...
when we fell in love each other..that glowing your eyes..your face..

Friday, October 16, 2009

Emotio & Lilter


hoş geldin!
kesilmiş bir kol gibi
omuz başımızdaydı boşluğun...
hoş geldin!
ayrılık uzun sürdü.
özledik.
gözledik...
hoş geldin!
biz
bıraktığın gibiyiz.
ustalaştık biraz daha
taşı kırmakta,
dostu düşmandan ayırmakta...
hoş geldin.
yerin hazır.
hoş geldin.
dinleyip diyecek çok.
fakat uzun söze vaktimiz yok.
yürüyelim.....


Ayak tutmaz iken

Eski eve girdim bugün
hepi topu 20 dakika
kış geldi ya
giyecek şey lazım
elimde çöp torbaları
çabuk çabuk hareketler
el ve ayak titremeleri richtere uygun

bir kaç kez daha girmek gerekecek
nasıl girebileceğim muamma
her seferi bu kadar sarsacak ise... işimiz iş
başım kocaman...
oysa ki benim evimdi orası
her kuruşunu ödediğim
aldığım kendi eşyalarım

sanki boğdular beni orada
sanki nefesim orada bitti
sanki o duvarlar bana saldırmak için bekliyor
giremiyorum içeri
ama pisliği toplaması gereken benim...
anıları da, eşyaları da

Roma'dan Antik Bizans'a


Wednesday, October 14, 2009

Dedim... Dedi... / 2

Dedim yüzün necedir? Söylediğini anlamaktan acizim.
Dedi yüzüm bencedir. Anlamak için ilişmek gerek.

Dedim halin necedir? Durduğunda, yerini gösteren tabelalar okunmuyor?
Dedi halim sencedir. Okumayı dayattıkları gibi değil, yüreğinle okuman gerek.

Dedim yaşam yeşermiyor dayatılan yerlerimde, gözüm seçmiyor yazılanları…
Dedin gününe başlama biçimin yanlış. Abanmadan soracağın zamanlar gerek.

Dedim alçakça dillendirilen her şeye bir tutam giydiresim var.
Küf olmuş zamanlardan kalan miras kokutuyor yerlerimi.
Kana bulanmış gözümü aralasam ne olur?
Kırmızı bir flulukta geçiyor bu zorba ömür…

Dedi direneceksin. Kim geldi ise yamacına, bir sebepten geldi.
Yüklendiğini sandığın her şey, sandığın içinde saklı şimdi.
O yüzden küf kokmaların, ömrüne yeni gelenlere…
Kan dolarsa da dolsun. Açacaksın gözlerini…

Dedim yüreğim seğirmiyor artık. Seğirtecekler de yorgun.
Dedi o senin yorgunluğun. Ulaşasın varsa, illa bir mola zamanı bulursun.

Dedim sen necesin? Anlıyorum dilini, ama konuşamıyorum.
Dedi önce olman gerek. Oldurduğun yerlerini törpülemen gerek.

Dedim nereye kadar bu törpü? Olan yerler yitmesin?
Dedi bırak yitsin her biri…
Senin olmak dediğin, yitmekten geçen sınavın…
Yitirdikçe bulmadın mı sana dairlerini?
Gün ola, devran döne… Çitile artık geçmişini…

Ya kabussam?

Yanlış yere konulmuş iki noktayı birleştirsem, bir doğru elde eder miyim? Ya da yüksekliğini bilmediğim bir binanın tepesinden atlasam, ne kadar uzağa düşeceğimi nasıl hesaplarım? Bir dik üçgenin iç açıları, hep burnumun dikine gidersem birbirine eşitlenir mi? İçimdeki havuzu kaç saatte doldurur peki bu insafsız musluklar?

Tıpayı çekesim var. Böyle hepsi aksın, gitsin istiyorum. Ama paslanmış, kireçlenmiş üstüne bir de… Sanki bütünleşmiş yuvası ile meret tıpa. Çıkmıyor. Muslukların kapanmıyor olması da cabası…

Herkes kendinde eksik olanı dilermiş; yaratıcı diye neye inanıyorsa ondan… Ateistler nasıl diler acaba? Nasıl umar? Nasıl yakarır? Şu din denen zımbırtıya hiç inanmadım. Ama bir şey “olsun” isteyince gidip bir şeye dilekleniyorsun işte… Dileklenmeyen var mıdır?

Kanım aksın istiyorum zaman zaman… Böyle oluk oluk… Sanki hiç durmayacakmış gibi… İçim temizlenene dek… Sonra bir sıvı dolsun kan yerine. Başka bir şey olsun. Ama hiç bilinmeyen. Soğuk aksın. Büzüşsün içimde ne varsa. Büzüştürsün.

Yaşlanmak istiyorum bir de… Sakince… Ama hızla… Bir anda, ama sakince… Sırtıma bir yelek geçirip, sahildeki çay bahçesine inmek istiyorum. Adaçayı… Sigara… Kasketim de olsun. Yüzüm kırış kırış olsun. “Gözler” demişti iki ayrı dost ses… İkisinin de dediği gibi gözlerim olsun. Gerisi çok önemli değil. Zor yürüyeyim, ama yürüyeyim. Ağrılarım olsun, ama her birinin adını bileyim.

Madem yalnızım, adam gibi yalnız olayım artık. Hakkını vereyim.

Küçük bir sandalın içinde, deli gibi kavgacı dalgaların arasında; kıyıya varam ha varam diye didinmekten yorulmuşum. Açık denize gidesim var nicedir. Böyle nasıl uzak olsun orası… Böyle nasıl upuzak… O kadar ki; varmadan ölsem de olur. Öyle uzak…

Herkes kendinde eksik olanı dilermiş… Bir yanım, artık boş olmasın… Bir de artık huzurum olsun. Bir de o huzurum, o yanımı dolduran olsun. Bir de o dolan; havuzuma dolan gibi dolmasın. Yoruldum yaşamıma tecavüz edenlerden. Kirletilip bir köşeye bırakılmaktan, dağınıklığın ortasında öylece çaresiz ve donuk bakmaktan yoruldum.

Biri gelsin. Desin ki: “Senin çok içinde, çok derinde, bir şey var. Görüyorum ben onu”… Ve sadece dokunsun. Sadece duysun. Sadece görsün. Sonra yanıma ilişsin. İlişmesi huzur versin. Huzur verişi uzağa götürsün. Uzak, hiç yakınlaşmasın. Yakınlaştıkça uzağın büyüsünü bozmasın.

Böyle çok uzaklara gidesim var. Ama nasıl da upuzaklara… Kimden dileyeceğim ben? Nasıl dileyeceğim? İki yanlış nokta arasındaki doğru, doğru mu nereden bileceğim? Ya ben yanlış başlangıçsam? Ya bitiş noktası dediğim yer, bir başka doğrunun noktasıysa? Ya ben yoksam mesela? Kendime dair tüm gördüğüm, sonsuz bir düşse sadece? Ya uyanınca başka bir adam olacaksam? Ben, ya başka bir adamın düşündeki kabussam?

Tuesday, October 13, 2009

Neler neler

http://www.hurriyet.com.tr/dunya/12680362.asp?gid=229
yürü be koçum...

bakalım kimler boğulup ölecek... var bi duam ama..

elixir dersini iyi çalış

güzel yazı idi

yaratıcılar...


Bir kere...

Sadece "bir kere" insanlara "benim şöyle bir derdim var" dediğimde; insanların "benim de..." ile başlayan cümleler kurmamasını diliyorum. Buna sanırım çok ihtiyacım var.

Dünya her birimizin çevresinde dönüyor tamam. Hepimiz ayrı ayrı accayip bir şeyiz. Eyvallah... Yani nasıl söylenir; öyle bir varlığız ki, o kadar olur. İyi güzel...

Yahu bir kere... Sadece bir kere... "Senin neyin var?" Bu kadar zor mudur? "Asıl sen nasılsın?"... "Senin için..."

- Canım çok sıkılıyor.
- Ya sorma benim de!...

Sormadım ki... Sormadım... Birine dert yanasım var ulan... Birinin kalkıp "Dostum, seni merak ettim" demesi... Ulan en azından "Neden sıkılıyor canın?" diye sorması...

Ben de mi sormasam artık? Ben de mi iplemesem? Dibine kadar gitsin bakalım... Neresi imiş bir görelim!..

Monday, October 12, 2009

Bir Fotoğraf Sergisi







kırmızı rugan ayakkabılar

çocukken sahip olduğum kırmızı rugan ayakkabılar  
onlar da senin gibi çok tatlıydılar ama
canımı yakardılar  acıtırdılar 

Girişi Şebnem Ferah ile yapalım
Ve diyeyim ki: bu ara her ne giysem ayağıma canımı acıtıyor.  40 yılın yumoş nikeları bile kifayetsiz.
Kesip atsam şu sol mini parmağı, çözülür mü her şey? 

Hattuşa ya da Hattuşaş

Binlerce yıl öncesinin bir başkentine konuk oldum geçtiğimiz gün... Anadolu'nun ortasında, piramit formunda yapılmış bir kentin surlarını gezdim. Hitit'lerin başkenti Hattuşa... Çorum'da Boğazkesen'de görülmesi gereken yerlerden biri... Acı olan, bu koskoca kazı alanını koruyan bir tek görevli bile olmaması... Nasıl da açık hırsızlığa, kaçakçılığa... Duvarlardan kopartılacak kabartmalar, bir daha asıl ait olduğu yere o kadar zor döner ki...

Kazılardan çıkarılan eşyaların büyük bölümü Ankara ve İstanbul'daki Etnografya ve Anadlu Medeniyetleri müzelerine gönderilmiş. Çorum'un merkezinde ve Boğazkesen'de de birer küçük müzede sergilenen eserler var. Ancak kazı alanı ne yazık ki bu durumda...

Kazı alanı sadece Hitit'ler döneminin değil, aynı zamanda aradan geçen binlerce yıl içinde bir çok farklı medeniyetin de izlerini saklıyor.

İnsanlık tarihinin bilinen ilk yazılı anlaşması olan Kadeş Antlaşması'nın imzalandığı yer burası. Biraz ilgi, biraz girişimcilik ruhu ile hem kazıların sürekliliği için gerekli kaynaklar yaratılabilir, hem güvenlik sağlanabilir, hem de ciddi bir gelir ve tanıtım platformu oluşturulabilir.

Japonya, kazıya talip olmuş ama reddedilmiş. Alacahöyük ve Boğazkesen'de devam eden kazılar; ilk kazma darbesinden bu yana sadece Türk arkeolog ve Hititolog'lar tarafından sürdürülmüş. Bu anlamda tek olma ünvanına sahip. Kazılar; Atatürk'ün eğitime gönderdiği üç arkeolog tarafından 1935 yılında başlatılmış.

Binlerce yıl önce birilerinin dolaştığı yerlerde dolaşmak çok farklı bir duygu... Ancak toprak eserlerin ve kireçtaşı üstüne oymaların açık havada sergilenmesi, zamanla yok olmalarına neden olacak gibi...

Biraz ilgi, neleri değiştirebilir kimbilir...