Saturday, February 18, 2012

titremek

fiillerden gidiyor bugün...

nadiren sol bacağım titrer
2 küsur sene önce galiba titremişti en son
arabayı kullanmak azap olmuştu
çıkaramamıştım bir türlü garajdan
ama doygundum

uzun olmuş arası
dün akşam yine titredi, debriyaja basmak azap oldu
gecenin bir körü eve dönüş yolunda titreyen bir bacak ve dur kalk bir trafik.
sevdiğim azaplarımdan biri bu
olduğu zaman oh be dediğim, iyi ki dediğim

bu gece de titresin istemek arsızlık mı?

zannetmek

İnsanın sanması, zannetmesi kadar kötü şey azdır herhalde dünyada.
Mesela bugün uykuyu en şiddetle istediğim ve beklediğim günde sabah 8den beri durmadan çalan telefonlara inat uyuduğumu sandım önce. Sonra sanki işler çok yoğunmuş gibi çalıştığımı sandım kalkıp önce ofise gelip, birazdan da güneşli'ye doğru yola çıkacakken.
Sanmalar, zannetmeler işte sizi gerçeklikten alıp uzağa taşıyıverir. sonra da size ilgili boşlukları doldurmak kalır. Mesela akşam gördüğüm garip rüyalar silsilesi, deniz kenarında değildim uyandığımda, ev de benim değildi, güneş ancak kendini ısıtacak kadar vardı, gel de uyum sağla istanbul'un soğuğuna.

Mesela pazartesi çıkıp gidilecek yolculuk, iyi geçeceğini zannediyorum, buradaki her sorundan uzaklaşacağımı sanıyorum, bakalım kucaklamak gerekenler neler olacak; en azından iki gün soğuk depoda mal ayıklamak gerekeceğini şimdiden biliyorum.

Mesela şimdi gittiğim yerde malların iyi olacağını sanıyorum; elime aldığımda karşılacağım gerçek ne olacak acaba...

Tecrübe dediğimiz şey, yaşanmışlık dediğimiz şey gönülden inanmaya engel işte; en azından canı çok yananlar için. Her şeye gönülden ve iyi yönünden bakıp inanabilenlere gıpta ile bakıyorum. biliyorlar mı acaba ne kadar şanslı olduklarını? Bir de benim gibi yollardan geçip, hala inanabilenler var, onları açıkça kıskanıyorum. Benim kaçırdığım her treni yakalama şansları var onların.
Kimin yaptığı doğru diye sorsam, cevap veremezsiniz. Verirsiniz elbet ama benim size inanma imkanım yok :)

Oysa inanmak, kendini serbest bırakmak kuş kadar özgür olmak demek, üretebilmek demek, yaşamak demek.
Kırıntılarla yetinmemek demek.
Kırıntı deyip geçmemek lazım gerçi, süpürüp atılanlar var, özenle saklananlar var benim hayatımda.

hah günlük burç yorumu da geldi:
Your ruling planet Saturn is in the spotlight now as it changes from being a harsh naysayer to a caring taskmaster. Thankfully, tough love is exactly what you need now, yet it will soften into support once you demonstrate your willingness to work diligently to make your dreams come true. However, stern Saturn will ignore anything less than a total commitment, so focus on the tasks at hand and get started as soon as possible

çalışmak lazımmış işte, ben yola vaktinde çene çalmayayım daha fazla.
yolcu yolunda gerek...

Selby - Maguire ziyafeti

Son zamanlarda izlediğim en keyifli Snooker maçını izledim az önce… Bir yanda dünyanın şu anki bir numarası Selby, bir yanda son zamanlarda oyununu son derece yükseltmiş bir Maguire…

Birkaç yıl öncesine dek “güvenli vuruş” konusunda eksikleri olan Selby; bugüne kadar geçen süreyi bu açığını kapamak için harcayınca, masaya “Bir Numara” gibi bir unvan ile gelmesi elbette şaşırtıcı değildi. Zira gerek uzun mesafeli pot başarısı, gerek beyaz top kontrolü ve gerekse seri inşa etme zekası üst düzey olan bir oyuncuydu. Dedim ya tek eksiği idi güvenli vuruşlar… Orayı da halledince, ortaya bir zamanların Davis’ini hatırlatan bir oyuncu tipi çıkmış oldu.

Maguire ise kanımca hala kalitesi ile doğru orantılı bir podyum görebilmiş bir oyuncu değil ne yazık ki… Son derece kontrollü, sakin, bir o kadar da cesur ve yetenekli bir oyuncu olan Maguire; son birkaç yıldır Snooker’ı domine eden isimler arasına girmeyi de başardı. Şansızlıklar nedeniyle çok kupa kaldıramamış olsa da her zaman çok kaliteli maçlara imza attı ve rakipleri kendisini asla küçümseyemedi…

İşte bu iki isim; bu gece Galler Açık’ta çeyrek final maçında karşı karşıya geldiler. 9 frame üzerinden oynanan maçta, 5 frame kazanan yarı finale çıkacak ve O’Sullivan’ın rakibi olacaktı. Hangisi çıkarsa çıksın, O’Sullivan’ın işi hiç de kolay olmayacaktı.

Oynanan çeyrek final maçı; tam anlamı ile bir Snooker maçıydı. İki oyuncu da birer satranç ustası gibi masanın başına geldiler ve bu oyunun, topları deliğe sokmaktan ibaret olmadığını öyle güzel anlattılar ki… Cue Ball dediğimiz ve vuruş topu olan beyaz top, iki oyuncu tarafından da adeta bir Vezir gibi kullanıldı masada… Öyle ki; oynanan maç Snooker maçıydı ama toplar sanki bilardo masasında değil de bir satranç tahtasının üstündeydiler.

Maçta asla kopma olmaması, iki oyuncunun da birbirine çok yakın yüzdelerle oynaması; maçın son frame’e kadar gitme olasılığını güçlendiriyordu. Nitekim setler 3-3 olduğunda bunun gerçekleşeceğine neredeyse emindim. Hemen her frame’de iki oyuncu da inanılmaz güzel potlara imza atıyor, güvenli vuruş düelloları yaşatıyor, snooker bırakıyor ve çözüyor, ıstakalarını bir orkestra şefi gibi kullanarak adeta birer resital veriyorlardı.

Selby setlerde 4-3 öne geçmişti ancak Maguire açıkçası bu frame’de pembe ve siyahın oyunun başında pot dışı pozisyona düşmesine karşın masanın neredeyse tüm hamallığını üstlenmiş ve inanılmaz bir seri oluşturmuştu. Ancak yüksek toplarla pot yapamadığı için uzun bir seri inşa etmiş olsa da ne yazık ki sayısal olarak avantajı yakalayamamıştı. Nispeten rahatlamış masayı temizleyen Selby durumu 4-3’e getirmişti.

Bundan sonraki frame iki oyuncu için de çok önemliydi. Selby alırsa maç bitecek, Maguire alırsa “karar frame”i oynanacaktı. Nitekim mükemmel bir satranç maçı daha başladı ve Maguire 60 sayılık avantaj sağladığında ve ıstakayı devrettiğinde, masada 67 sayı vardı. O andan sonra frame yaklaşık 45 dakika sürdü ve 62 – 60’lık skorla Selby, adını yarı finale yazdırdı.

Bu maç; bazılarının geleceğin yıldızı olarak gösterdiği Trump gibi oyuncuların tutunamayacakları düzeyde bir maçtı. Klasik anlamı ile tam bir Snooker maçı oynandı bu ikili arasında… Toplam 9 kere karşı karşıya gelen bu ikili arasında şu an 5-4’lük bir Selby üstünlüğü var. Ancak daha çok karşı karşıya gelecekler ve bu ikilinin maçlarının her seferinde mükemmel bir seyir keyfi yaşatacağına inanıyorum.

Friday, February 17, 2012

Küççük Tom

TOM

Bir gün küçük Thomas, öğretmeni Barbara'ya giderek dersten sonra kendisiyle görüşmek istediğini söyledi. Öğretmen kabul etti ve sordu:
------------ --------- --------- --------- -----

Sorun nedir Thomas ?

------------ --------- --------- --------- ---

Ben bu sınıfın düzeyine göre fazla zekiyim. Bir üst sınıfa geçmek istiyorum.

------------ --------- --------- --------- ---

İstek konusunda bilgi verilen Müdür Thomas'a bunun için bir testten geçmeyi isteyip istemediğini sordu. Thomas tereddütsüz kabul etti ve test başladı.

------------ --------- --------- --------- ---

Söyle bakalım Thomas: 3X4

------------ --------- --------- --------- ---

Oniki

------------ --------- --------- --------- ----

Peki 6X6

------------ --------- --------- -------

Otuzaltı Müdür bey

------------ --------- --------- --------- --

Japonya'nın başkenti

------------ --------- --------- --------- --

Tokyo

------------ --------- --------- --------- -----

Ve test birbuçuk saat sürdü, Thomas hiç hata yapmadı. Test sonuda öğretmen de soru sormak istedi. Thomas ve Müdür bu isteği kabul ettiler. Öğretmen sorulara başladı:

------------ --------- --------- --------- --------- ------

İneklerde dört tane, ben de iki tane olan nedir ?

------------ --------- --------- --------- --------- --------- -

Bacaklar öğretmenim.

------------ --------- --------- --------- --------- ---

Doğru; senin pantalonunun içinde olup, benim pantalonumun içinde olmayan nedir ?

------------ --------- --------- --------- --------- --------- -

Müdür bu soruya çok şaşırır....

- Cepler öğretmenim.

------------ --------- --------- --------- --------- --------- -

Kadınların tüylerinin en kıvırcık olduğu yer neresidir.

------------ --------- --------- --------- --------- --------- --------- ----

Velet tereddütsüz yanıt verdi: Afrika'dır öğretmenim.

------------ --------- --------- --------- --------- --------- --------- -

Yumuşak olup, kadınların ellerinde sertleşen nedir ?

------------ --------- --------- --------- -------

Müdür gözleri faltaşı gibi açılmış tam konuşacakken Thomas yanıtladı:

------------ --------- --------- -------

Tırnak cilası.

------------ --------- --------- --------- -

Peki... bekâr bir kadına göre evli kadında daha geniş olan nedir ?

------------ --------- --------- -----

Müdür kulaklarına inanamıyordu. ..

------------ --------- --------- --------

Yatak öğretmenim.

------------ --------- --------- --------- ------

Vücudumun en nemli yeri neresidir ?

------------ --------- --------- --------- --

Dil öğretmenim.

------------ --------- --------- ---------

Nefes nefese kalan Müdür test'i bitirmeye karar verdi ve

- Değil bir üst sınıfa, ben bunu doğruda Üniversiteye göndereceğim.

------------ --------- --------- -

Çünkü ben bu testi başaramazdım.

------------ --------- --------- --------- --------- ---

KISSADAN HİSSE:

İnsanların ahlâkları genelde yaşlandıkça bozulur.

İstisnası her zaman olasıdır…

Fetih 1453 üzerine…




Sıcağı sıcağına yazayım dedim. Az önce girdim eve ve 165 dakika boyunca kah güldüm kah ağladım. Yapımda ve yayında emeği geçenlere şaşırdım kaldım. Uzun süredir şişirilen bir balonun sönüşünü izlemek eğlenceli oluyor ancak havası bittiğinde işte elinizde pörsümüş bir eğlence kalıyor. Acıdım 16-17 milyon dolarlık bütçeye açıkçası… Bana verselerdi o parayı, çoğunuzu (adam seçerim illa) krallar gibi yaşatırdım. Gönülleri fethederdim en azından…

İnsan böyle önemli bir tarihi olayı konu alan bir filmde, özellikle de basında bunca olumlu eleştiri okumuşken, klasik Malkoçoğlu tadında filmlerden biraz daha sağlam bir içerik, bir senaryo beklentisi ile gidiyor. Ne bileyim araştırmaları kapsamlı yapılmış, diyalogları düzgün oturtulmuş bir senaryo şart yani… Ama 15 dakika boyunca aradım o senaryoyu ve buldun mu derseniz, yanıtım sıkılıp vazgeçtim olacaktır.

Tarihin dönüm noktalarından birinin hikayesi anlatılıyor, bir cepheden baktığınızda… Bir diğer cepheden baktığınızda iki büyük dinin kapışma arenası bu savaş… Dünya güzeli bir şehrin hakimiyeti kimde olacak? Ciddi sorun o çağlarda bu… Ki hala ciddi sorun… Bu iki bakış açısına dair elimizde ne tip bilgiler var peki filmde? Sadece iki replik, birkaç mimik ve o ana özgü tatlı sert bir fon müziği…

Özel efektlere tonlarca para döküldü deniyor. Öyle ki tüm özel efektleri fark ediyorsunuz zaten, “aha bu da bilgisayarda yapılmış. Bak bu da 3D animasyon tadında olmuş” keşifleri arasında… O kadar sırıtıyor ki efektler, özel olduklarını anlamamak ne yazık ki mümkün olmuyor. Hepsini geçtim, tamam olanaklar bu kadardı hadi ve 17 milyon dolara ancak bu kadar oluyordu diyelim… Abicim sen odanın içindeki şömineye bile neden alev efekti yaptırıyorsun? Bir kibrit, iki çıra, bir odun yahu… bu kadar mı zor?

Filmin savaş sahnelerinde 300 Spartalı tadında gerçekçi efektler aradığım için kendimi fazla iyimser hissettim açıkçası… Ancak beni asıl kopartan olay, baştan savma yazılmış replikler oldu. Hayır bari replikleri düzgün oturtun, çok araştırma yapmaya gerek yok bunun için…

Açıkçası karşımda ciddi bir film bekliyordum. Hem ana teması olan olayın gerçekten çok yönlü ve bir çağın bitirip diğerini başlatan önemi nedeniyle hem de ciddi bütçesi ve tanıtım çalışmaları yüzünden… Ancak filmin belli sahnelerinde salonun belli bir bölümünün sessiz sessiz, küçük bir kısmının ise artık kendini tutamayarak gülmeye başlaması; ortada aradığım ciddiyeti bir tek benim bulamamış olmadığımın kanıtı gibiydi…

Elbette filmin Fatih Sultan Mehmet Konstantiniye’ye girdiğinde alkışlayanları da vardı. Bu alkış olayını nicedir yaşamıyordum sinemada, hoş bir nostalji oldu.

Açıkçası ben önermiyorum. Sinemada bile belli bir tadı veremeyen bu filmi evde DVD formatında izlemek isteyenler olabilir belki ama ben olsam ona bile para vermezdim. Çok pahalı bir sabun köpüğü ile küveti doldurmuşum gibi bir his var içimde filme dair… Üzüldüm açıkçası… Bu konu böyle pahalı bir basitlikle karşıma konduğu için de kızgınım biraz…

Neyse, mısır fena değildi.

Fetih 1453

şişirilmeden piyasaya sürseler ve gitsek belki, adamlar çabalamış canım der geçer giderdik. Ama ooo 17,000,000 dolara mal oldu, efektler şöyle böyle aman da aman diye şişirirseniz bir filmi, doğal olarak beklentimiz yüksek olacaktır.

Blog yazarları toplu halde cevahir'de 21,45 seansında filmi seyrettiler.
Bir komedi filminde ne kadar gülerlerse o kadar güldüler, ve dahi otoparktan çıkış/çıkamayış maceraları daha da komikti.

film peygamberin meşhur "istanbulu alan pek kutludur"u ile başladı.hani uğraşsalar daha klişe ne yapardık diye, sanmıyorum ki becerebilsinler.

ilk yarı boyunca bir ümit hadi idare ediyorsunuz, aaaa o kız güzelmiş, ooo hacı pazulara bak filan derken zaman geçiyor, hani bir hayal kırıklığı, dolandırılmışlık hissi var ama bir ümit olan bu adamlar bu kadar para harcamışlar, herhalde savaş sahnelerinde oha yuh filan deyip kendimizden geçeriz diye hala boş bir ümit var.

arada sultan mehmet istanbul'u fethetme kararını dolu dizgin uygulamaya koyuyor ama, o kadar primitif bir senaryo var ki, ne karar verdi, nasıl verdi,süreç nasıl işledi, hiç, yok, bomboş... Dialoggların salaklığını şöyle anlatayım, ileride toplarımızı yapacak amcanın kızı geliyor Genova'dan, geçen dialog, kızım yolculuk nasıl geçti, iyi idi baba, biraz rüzgar vardı... nasıl lan? adamlar sene 2012'de mi yaşıyor? Elixir yol nasıldı? Hacı çok trafik vardı. Uruk sen nasıl geldin? yürüdüm valla, yemedi araba çıkarmak.

fetih sahneleri komedi ötesi... Ha, fetih daha başlamadan bir rahip karakterimiz var, roma'dan gelecek yardıma karşı. zira vatikan tamam el veririm ama siz katolik usulu altımızda olun, misyoner yapacağız diyor, amcam tabii olaya şiddet ile karşı. Oyuncu Adnan Kürkçü arkadaş, inandırıcılığı geçtim, adamın surat zaten komik...

Recep Aktuğ'u Konstantin yapmışlar, bildiğiniz Kayhan Yıldızoğlu... Bekliyorsunuz Malkoçoğlu ne zaman çıkacak diye... Filmden çıkınca Cüneyt Arkın'ın ellerini öpmek geliyor içinizden, abi kıymetini bilemedik filmlerinin diye.

40 gün boyunca istanbul fethedilemeyince sultan giriyor depresyona, kapatıyor kendini otağa... Ve artık bizi komple koparan akşemsettin giriyor sahneye...

Arkadaş, hadi cast'ta ucuza kaçmışsın, neden bu adam sevgili yönetmenim? neden bu adam? Raif hikmet Çam... adam peltek, konuştuğu süre boyunca biz gülmekten ikiye ayrıldık. Yazıktır, ayıptır ve dahi günahtır.

O senaryo için neden para vermekten kaçtınız? Atilla engin kimdir arkadaş? samanyolu tv için film çekti iseniz, yazık bu paraya, emeğe.

Filmde ne güzeldi derseniz:
Lağımcıların vücutları süperdi, allah için kim seçti ise eline sağlık, abilerdeki six pack diyeyim kimsede yok... o radde...
Ulubatlı Hasan'ı canlandıran İbrahim Çelikkol bir içim su, ama oynamaya kasmasın, soyunsun
Cengiz Coşkun arkadaşımız keza... Ço küsel... bayıldım...
Era abla var: Dilek Serbest, hakkat serbest ise biriniz alın, evde besleyin diyordum ki thank to google evlenmiş olduğunu da öğrendik. 2005 civarı, Fatih Aksoy ile berabermiş, bu da araştırma sonuçlarımızdan...

Bitti işte...
bu kadar reklama, bildiğin bamya...
elimizde patladı...

Emeğe yazık deyip, 2 düzgün kelam edesim var, ama maalesef... çıkmıyor tek kelime.

Ha sinemadaki badem bıyık grup, nefessiz seyretti, sanırım pek beğendi, Fatih surları deldiğinde alkışladılar filan, sanırım ne içtilerse ondan içip giderseniz filme pek mutlu mesut çıkarsınız, ihtimal pek yakında STV'de...

Thursday, February 16, 2012

amanın skandal....

Sabah Gazetesi'nin haberine göre; Topkapı Sarayı'nın bazı çalışanlarının kutsal emanetler ve harem odasının bulunduğu 3'üncü avluda cinsel ilişki yaşadıkları iddiasıyla soruşturma başlatıldı.

T.A. isimli saray personeli, 26 yaşındaki bir temizlik işçisi bayanla harem dairesinin yanı başında bulunan bir odada uygunsuz halde görüldüğü iddiasıyla saray yönetimine şikâyet edildi. Aynı bayanın sarayda görevli başka bir personel ile de benzer ilişki yaşadığı iddia edilince Topkapı Sarayı Müdürü Ayşe Erdoğdu konu ile ilgili soruşturma başlattı.

Aferin Ayşe Erdoğdu...

işyerleri, günümüzün en az 8 saatinini geçtiği, biraz daha zaman yiyen işlere sahip olanlarımızın 12 saat ve üzeri zaman geçirdiği sevimsiz yerler. Günün en büyük kavgaları, gürültüleri, sevimsizlikleri, otu moku hep buralarda geçer.
İnsanlar yaşadıkları küplerini, odalarını, masalarını bir şeyler şenlendirerek o saatleri daha yaşanır hale getirmek için genelde hep bir debelenme içinde olur, özellikle de kadınlar.
Yalan söylemeyeyim benim masamda da var bir kaç detay, çiçek, kahve, fillerim, matruşkalarım...arada gözüm takıldıkça hepsine ait bir kaç gülümseten anı üşüşür aklıma, nefestirler...

yukarıda bahsi geçen "skandallar" ise o ofisi daha bir çekici kılar, olur olmaz zamanlarda gözünüzün takıldığı bir yer bazen size zevk verir, bazen gülümsetir, bazen fikir verir...

H.A. adlı bahçelievlerde eskiden mukim, artık yerinde yeller esen bir işyerimde bir müdür odası (aslında masası) kullanımım vardı mesela,hala her oradan geçtiğimde gülümsetir beni. Büyük umutların, minicik çıkma ihtimallerini hatırlatır bana :)

Eskiden şişli migrosun yanında yer alan K.G. adlı işyerimde kocamla hatıralarım var, daha kocam olmadığı zamandan kalma... bazen 3 gün çıkamazdım ofisten, gece uğrardı canına tak ettiği zamanlarda... daha kolu alçıda idi, kullanamaz halde idi.

sonra O.M. adlı işyeri, suadiye... yine kocam (ex) ile...
detayları bende saklı kalmakla beraber, demem o ki, güzeldir be. Kıymayın çocuklara. Sarayda kaçamak... düşüncesi bile güzel bana göre... soruşturma açacağınıza teşvik ediniz...

something blue

arttırıyorum




Now and then I think of when we were together
Like when you said you felt so happy you could die
Told myself that you were right for me
But felt so lonely in your company
But that was love and it's an ache I still remember

You can get addicted to a certain kind of sadness
Like resignation to the end, always the end
So when we found that we could not make sense
Well you said that we would still be friends
But I'll admit that I was glad it was over

But you didn't have to cut me off
Make out like it never happened and that we were nothing
And I don't even need your love
But you treat me like a stranger and that feels so rough
No you didn't have to stoop so low
Have your friends collect your records and then change your number
I guess that I don't need that though
Now you're just somebody that I used to know

Now you're just somebody that I used to know
Now you're just somebody that I used to know

Now and then I think of all the times you screwed me over
But had me believing it was always something that I'd done
But I don't wanna live that way
Reading into every word you say
You said that you could let it go
And I wouldn't catch you hung up on somebody that you used to know

Wednesday, February 15, 2012

Cause We've Ended as Lovers


Sneaking kisses in the hall
Parting love notes are on the wall
Been each other's all and all each day
Lovers walking in the rain
So close we felt each other's pain
But now you say that love has died away

'Cause we've ended now as lovers
Doesn't mean that we each other can't be friends
'Cause we've ended now as lovers
Does our love for one another have to end

I remember teaching you
On piano 'Tea for Two'
And how playing it wrong I kissed your hand
But when our love has gone and passed
Why does the good exceed the bad
Well that's one thing I'll never understand

'Cause I remember us at class
You were always the one to pass
And gave me answers right to see me through
But that was more than years ago
And who will love me I don't know
It's sad for sure but true it won't be you

Tuesday, February 14, 2012

manzaraya bak beeeeee



işte camımızdan bu gözüküyor
bu blogun erkeklerini esefle kınıyorum!!!!!!!!
sabahtan beri çingenelik ederken birinden çikolata sözü kopardım
diğeri zeytinyağ gibi sağa sola kaçıyor, hıh!!!!!!

insan istiyor ki

bugün güzel şeylerden bahsetsin
but ...
we're living in Turkey you know deyiveriyor insan
mesela Sadrettin Sarıkaya hakkında inceleme başlatıldı, el çektirilmesi yetmedi çünkü. güçlerin iyice kapışması lazım

çocukluğumuzun Varan'ı artık ulusoy bünyesinde mesela. üzülüyorum yitip gidenlere.
anneannenin izmir'e gidişi ve dönüşü demekti varan, yazın eşlik etmek demekti.

gidiyor bir şeyler hep

kaşar's friend

Kelebek

Hayatta bazen ne istediğine dikkat etmek gerekiyor.Ben şimdi midemin tekrar kelebeklerle doluşmasını istiyorum.Heyecan istiyorum, kalbimin çarpmasını istiyorum. Çok istiyorum ama ne istediğime dikkat etmek istemiyorum.


Monday, February 13, 2012

Life da dedik değil mi?


hani belki yarının postu olmalı idi ama bakarken es geçmek istemedim
yarın koca koca sevgilerden bahsedecek çok kişi
sevmek denen şeyin iyi ve kötü günü kapsaması gerektiğini muhtemelen pek düşünmeyecekler
ağızlarından her gün çıkacak belki
ama zor günler geldiğinde, yıkılmadan dayanabilen bir kaç kişi kalacak

http://www.thescarproject.org/gallery/

site göğüs kanserine daha gerçekçi bir bakış açısı katmak için yapılmış
pembe kurdelerle facebook iletilerinin bir adım ötesine geçmek için
uzuv kaybının, çirkin görüntülerin yalın hali...

Eat demişiz bir kez...


dolayısı ile yemekten de haberler vermek lazım gelir

hani canınız makarna istedi
sos yapmaya da üşendiniz
dediniz ki ben bi macro'ya gideyim, alırım bir sos
sonra rafta baktınız aaaaa jamie oliver'ın sosları raflarda
alayım dediniz
bir şeyi unutmayın, size maliyeti 26 TL olacak
yes yes tam 26 TL
ithal edeniz döveyim, alan salağı 2 kez döveyim
tuzu ile ilgili kritiklerini de şuradan okuyabilirsiniz: http://www.guardian.co.uk/lifeandstyle/wordofmouth/2009/nov/12/jamie-oliver-salt-pasta-sauce

real man

daha da burç murç okumam

Prince or Princess Charming has not yet ridden over the hill top carrying a huge bag of money, and that's not likely to happen any time soon.

You are just going to have to pick up your bootstraps and rescue yourself. That may not be the easiest thing, but you are your own best hero.

içimizde...

hani evet içimizdeler
meclisteler
oradalar
buradalar
hepsi evet mecburen ama
tam star wars başlarken koskoca ekranda fethullah'ın koskoca fotoğrafının ve kitap reklamının işi ne?
salonda çıt çıkamadı...
allah korusun ya 3 boyutlu olaydı film gibi?
mazallah....

yörsan yapmış ama...

californication daha da beter yapmış
uuuu beybi resmen
cebren ve hile ile değil
flashbackler, love song...
ve final....

ve o final... beklenmedik diyemem... ama yine de final...
tüm hastalıklı vazgeçilmezler gibi

14 Şubat Sevgililer (!) Günü...




Yörsan'in 14 Şubat Sevgililer Günü vesilesiyle piyasaya sürdüğü kalp şeklindeki kaşardan sonra, gözler Şahin Sucuk'ta...

insan yavrusu

eline bir kaç firmadan iş gelince her şeyi bırakıp kitlenen insan yavrusuna bizim buralarda Seden deniyor...

r.i.p değil

bir şeyleri değiştirmek için kendimle ciddi mücadeleler içinde olduğum dönemde pekiştirici sadece

kötü çocuklardan neden uzak durmak gerektiğinin en iyi örneği işte size.
çok temiz, pamuk prenses yetiştirilenlerin, neden hayatta kalamadıklarının da örneği.

benim kulağımda hep i'm every woman olarak kalacak:
I´m every woman
It´s all in me
Anything you want done baby
I do it naturally

mümkün...


günde 50 kez yaz çocuğum
ezberleyeceksin bir ara...
belki inanırsın bile

Sunday, February 12, 2012

dur?

bilmem, dursam mı?
hem çıkasım var
hem de sherlock seyredesim
yatakta yuvarlanasım
fringe son bölüm? 2 kitap... gazeteler...

keşke biri sol tarafımı ovsa, ben karar versem