Friday, February 17, 2012

Fetih 1453 üzerine…




Sıcağı sıcağına yazayım dedim. Az önce girdim eve ve 165 dakika boyunca kah güldüm kah ağladım. Yapımda ve yayında emeği geçenlere şaşırdım kaldım. Uzun süredir şişirilen bir balonun sönüşünü izlemek eğlenceli oluyor ancak havası bittiğinde işte elinizde pörsümüş bir eğlence kalıyor. Acıdım 16-17 milyon dolarlık bütçeye açıkçası… Bana verselerdi o parayı, çoğunuzu (adam seçerim illa) krallar gibi yaşatırdım. Gönülleri fethederdim en azından…

İnsan böyle önemli bir tarihi olayı konu alan bir filmde, özellikle de basında bunca olumlu eleştiri okumuşken, klasik Malkoçoğlu tadında filmlerden biraz daha sağlam bir içerik, bir senaryo beklentisi ile gidiyor. Ne bileyim araştırmaları kapsamlı yapılmış, diyalogları düzgün oturtulmuş bir senaryo şart yani… Ama 15 dakika boyunca aradım o senaryoyu ve buldun mu derseniz, yanıtım sıkılıp vazgeçtim olacaktır.

Tarihin dönüm noktalarından birinin hikayesi anlatılıyor, bir cepheden baktığınızda… Bir diğer cepheden baktığınızda iki büyük dinin kapışma arenası bu savaş… Dünya güzeli bir şehrin hakimiyeti kimde olacak? Ciddi sorun o çağlarda bu… Ki hala ciddi sorun… Bu iki bakış açısına dair elimizde ne tip bilgiler var peki filmde? Sadece iki replik, birkaç mimik ve o ana özgü tatlı sert bir fon müziği…

Özel efektlere tonlarca para döküldü deniyor. Öyle ki tüm özel efektleri fark ediyorsunuz zaten, “aha bu da bilgisayarda yapılmış. Bak bu da 3D animasyon tadında olmuş” keşifleri arasında… O kadar sırıtıyor ki efektler, özel olduklarını anlamamak ne yazık ki mümkün olmuyor. Hepsini geçtim, tamam olanaklar bu kadardı hadi ve 17 milyon dolara ancak bu kadar oluyordu diyelim… Abicim sen odanın içindeki şömineye bile neden alev efekti yaptırıyorsun? Bir kibrit, iki çıra, bir odun yahu… bu kadar mı zor?

Filmin savaş sahnelerinde 300 Spartalı tadında gerçekçi efektler aradığım için kendimi fazla iyimser hissettim açıkçası… Ancak beni asıl kopartan olay, baştan savma yazılmış replikler oldu. Hayır bari replikleri düzgün oturtun, çok araştırma yapmaya gerek yok bunun için…

Açıkçası karşımda ciddi bir film bekliyordum. Hem ana teması olan olayın gerçekten çok yönlü ve bir çağın bitirip diğerini başlatan önemi nedeniyle hem de ciddi bütçesi ve tanıtım çalışmaları yüzünden… Ancak filmin belli sahnelerinde salonun belli bir bölümünün sessiz sessiz, küçük bir kısmının ise artık kendini tutamayarak gülmeye başlaması; ortada aradığım ciddiyeti bir tek benim bulamamış olmadığımın kanıtı gibiydi…

Elbette filmin Fatih Sultan Mehmet Konstantiniye’ye girdiğinde alkışlayanları da vardı. Bu alkış olayını nicedir yaşamıyordum sinemada, hoş bir nostalji oldu.

Açıkçası ben önermiyorum. Sinemada bile belli bir tadı veremeyen bu filmi evde DVD formatında izlemek isteyenler olabilir belki ama ben olsam ona bile para vermezdim. Çok pahalı bir sabun köpüğü ile küveti doldurmuşum gibi bir his var içimde filme dair… Üzüldüm açıkçası… Bu konu böyle pahalı bir basitlikle karşıma konduğu için de kızgınım biraz…

Neyse, mısır fena değildi.

3 comments:

  1. o diil de bu kadar mısır yemem deyip, nerede ise poşeti delerek mısır yiyen başka adam görmedim
    yuh diyorum....

    ReplyDelete
  2. E ama gülerken insanın elinin ayarı kaçıyor. Son kıhkıh'ımı o sırada savurmuştum. Ulubatlı'nın arkaya değil de öne düşmesi kısmına...

    Sura bayrağı dikince savaş nasıl da hemen bitiverdi... Aşağıda savaşan yüzbinlerce askerde ortak tavır: "Abicim diktiler bayrağı yaaa... Tamam yenildik biz. Bırakalım silahları..." bu mudur abi?

    ReplyDelete
  3. Lağımcıbaşının sahnesinde ben ayrıca bittim, adam içeride bıraktıklarına mı üzülüyor, yoksa altında bir abla var ve adam gelmek üzere mi? kafamdan tek geçen nasıl yaptınız arkadaş? manyak mısınız? ne içtiniz?

    ReplyDelete