Saturday, September 18, 2010

Bitenler, Kalanlar 1

nihayetinde bitti
patolojiden beklenen sonuçlar ve tedavi başlama zamanını saymazsak her şey bitti sayılır
işten çıkıp önce optimuma sabahlık almaya, oradan hastahaneye
nerede ise kapıda karşılayan bir doktor, yanaklarını sıkıp sarılmamak için zor tuttum kendimi :)
odaya çıkış, maalesef doğum katına yatırılış
koridorun en sonundaki oda
tüm süslü kapıları geçtikten sonra, yetersizliği yüze vuran bir oda
yanıma verdikleri görevliyi nerede ise kapı dışarı edip, kapandım odaya, verdikleri giysiyi giyerken sakinleştirdim kendimi
2 saatlik bekleme süresi başladı.
Tüm gelmeyeceksiniz itirazlarımı sadece kardeş deldi inadı ile, girmeden 20 dakika önce geldi.
Başı kapalı bir hemşire yolladılar önce. Hemşire hemşiredir değil mi? Takılacak ne var ki?
Eşşek kadar damarlarımı bulamayıp kelebek takışı 4. denemesini yaparken ipim koptu, dedim bunu başkası yapsın, artık canım yanıyor. Peki ben formları doldurayım dedi, başladık yeni baştan ad soyad önceki ameliyatlar yaş daimi ilaçlar tansiyon sigara ve sıra geldi alkole... Dedim içerim ama 2 aydır içmiyorum. Bana dönüp ne mutlu doğru yolu bulmuşsunuz demesi ile benim odadan çıkıp kat doktorunu bulmam herhalde yarım dakika sürdü.
Kaldığım müddetçe ne kendisini ne de başı kapalı herhangi birini görmeye tahammülüm olmadığını, kendisi buna söz veremeyecek ise doktorumla acil konuşup operasyonu başka bir hastahaneye almak istediğimi söyledim. Nasıl gözüm ateş saçtı ise, adam beni oturttuğu gibi uçtu yanımdan, başka dünya tatlısı bir hemşire ile geldi, kız tek seferde kelebeği taktı, beni odaya götürdü. diğerini de ne yaptılarsa bir daha gözüm görmedi. Hemşire kızcağız ben taburcu olana dek ertesi gün yanımdan ayrılmadı.
Dünyanın en tatlı doktorunun yanına o da eklenince benden tatlı hasta olur mu hiç :)
Sonra anestezist geldi, şeker mi şeker bir kadın, güle oynaya onunla işlerimizi hallettik.
10 dakika kadar sonra da ameliyat olan herkesin bayıldığı o güzel iğne geldi :) Odadan çıkarken zaten uçmaya başlamıştım. Ama aşağı götüren çocuklardan o mavi gözlü olanını sanırım hiç unutmayacağım, uzun süredir bu kadar şefkatli kimseyi görmedim. Tam asansöre binmeden elimde parlatıcı olduğunu fark edip kardeş ile beraber bir silişleri vardı :) Ameliyathaneye girdik, klasik soğuk... İğne yapıyoruz dediler, doktorum yanağımı okşadı, sonrası derin uyku.
Ayılırken hiç olay yaratmamışım, en çok ondan korkuyordum, ya bir rezillik yaparsam diye...
Gözlerimi açabildiğimde yine o mavi gözlü çocuk vardı :) Yatağıma aldılar ve tekrar odaya dönüş. 5- 5buçuk gibi uyandım, birilerini arayıp ben çıktım sorun yok dediğimi hayal meyal hatırlıyorum. Sonra biraz ağladım, yine dalmıştım, ağrı hissettirince kendini tam gözümü açtım, baktım melek hemşirem başımda, kaldırdı, su içirdi, iğnemi yaptı.

Daha anlatacak var ama pil bitti, ben uykuya döneyim...

Counting Crows- Big Yello Taxi


Mutlaka dinlenesi şarkılar sırasında üst katlarda yer alan bu muhteşem şarkının hastasıyım...
Fizy'den dinleyin ne yapıp edin...
 
They paved paradise and put up a parking lot
With a pink hotel, a boutique, and a swingin' hot spot
Don't it always seem to go 
That you don't know what you got 'til it's gone
They paved paradise and put up a parking lot

Ooooh, bop bop bop
Ooooh, bop bop bop

They took all the trees, and put em in a tree museum
And they charged the people a dollar and a half to see them
No, no, no
Don't it always seem to go
That you don't know what you got 'til it's gone
They paved paradise, and put up a parking lot

Ooooh, bop bop bop
Ooooh, bop bop bop

Hey farmer, farmer, put away your DDT
I don't care about spots on my apples,
Leave me the birds and the bees
Please
Don't it always seem to go
That you don't know what you got 'til it's gone
They paved paradise and put up a parking lot
Hey now, they paved paradise to put up a parking lot
Why not?

Ooooh, bop bop bop
Ooooh, bop bop bop

Listen, late last night, I heard the screen door slam
And a big yellow taxi took my girl away
Don't it always seem to go
That you don't know what you got 'til it's gone
They paved paradise and put up a parking lot
Well, don't it always seem to go
That you don't know what you got 'til it's gone
They paved paradise to put up a parking lot
Why not?
They paved paradise and put up a parking lot
Hey hey hey
Paved paradise and put up a parking lot

Ooooh, bop bop bop
Ooooh, bop bop bop

I don't wanna give it
Why you wanna give it
Why you wanna giving it all away
Hey, hey, hey
Now you wanna give it
I should wanna give it
Now you wanna giving it all away

Hey, paved paradise to put up a parking lot



Friday, September 17, 2010

Neden köşe kanepe?




Efendim dekorasyon yazılarımıza devam ediyoruz. Bugünkü konumuz köşe kanepeler...

Geleneksel Türk ev yaşam kültüründe yeri olmayan ama özellikle son 10 yıldır yükselen bir grafik ile evlere girmeye başlayan bu kanepe çeşidi, modern yaşamın gerekleri arasında önemli bir yere sahip oldu. Bunun birçok nedeni var. Temel nedenlerden ikisi şöyle:

1- Özellikle büyük kentlerde hızla artan ve site tarzı yaşamı hayatımıza sokan inşaat projeleri, tüm dünyada olduğu gibi bizde de azalan metrekareleri gündeme getirmeye başladı. Eskiden 100 metrekare daireye küçük diyen toplumumuz, şimdilerde 60-100 metrekare arası alanlarda yaşamayı öğreniyor. Bu nedenle büyüklüğü azalan salonlarda işlevsel ve konforlu çözümlerin arayışları da hızlanıyor. Köşe kanepeler, bu anlamda en büyük yardımcılardan biri...
2- Eski binalardaki yaşam da elbette sürüyor. Ancak yine son yıllarda moda haline gelen “daha az eşya” trendi, büyük salonlardas da daha fazla boş alan yaratma gereksinimi doğuruyor. Bu da yine köşe kanepelerle çözülebilen dekorasyonları gündeme getiriyor.

Şu an 25-40 yaş arası, kent kökenli profilin evlerinde; anne babalarının evlerindeki gibi bir misafir odası mantığı bulunmuyor. Bu mantık artık neredeyse yok oldu denilebilir. Ev yaşamı da giderek daha fazla “liman” duygusunu yansıtmaya başladı. Kalabalık kentler, stresli iş hayatı derken, eve geldiğinde dinlenmeyi ön plana alan yeni bir yaşam tarzı gelişti. Annelerin evlerindeki gibi bir üçlü kanepe, bir ikili koltuk, iki berjer, bir puf ve çok sayıda sandalye ile neredeyse adım atılamayacak hale gelen salonlar, artık bir köşe hanepe, bir berjer ve bir puf ile benzer bir alanı sunabiliyor.

Azalan metrekareler demiştik hatırlarsanız... Alanlar küçülüyor ama evin genel yaşam gereksinimleri genelde çok da farklılaşmıyor. Bu nedenle az eşya ama işlevsel eşya kavramı da yine günümüz trendleri arasında... Köşe kanepelerin misafirler için iki kişilik yatak olabilmesi, bazalarında sandık işlevini sunabilmesi; yine bu ürünlerin tercih edilmesinde önemli rol oynuyor.

Salon mantığını yeniden yorumlayan köşe takımları, önümüzdeki 10 yılın tartışmasız en çok yatırım yapılan oturma ünitesi olacak. Doğal olarak iç dekorasyonda da belirleyici ana ürünlerden biri haline gelecek. Bundan sonraki konumuz yüksek olasılıkla duvar üniteleri ya da gardıroplar olabilir. Önerilere açığım.

Thursday, September 16, 2010

GURME KAZIK VERSEK?

Elixir Beyciğim,
Gurme kazıkları anlatsak mesela?
Hani şu totomuza sokulan gurme kazıkları...
Daha hoş olmaz mı? Gençler faide bulur, daha tedbirli olur, bizim bu yaşta yediklerimizi belki yemeden kurtarırlar canlarını?

İlk defa bu sabah pişman oldum kendi adım ile blog yazdığıma. Ben de olsam maske arkası, ah neler var dökülecek. Neler var kusulacak...

Üzerinize afiyet at boyu kemoyu yiyince, vucut bi ne olduğunu şaşırıyor. Kusa kusa içiniz dışarı çıkarken, dışarıdakiler de sağ olsunlar, bin yaşasınlar, çok güzel günler göresiceler doğal olarak hayatın akışına kapılıyorlar.
Kapılacaklar da tabii, insanın en büyük bencilliğidir zira, kendi zorda iken başkasının da kendisi ile üzülmesini, kahrolmasını beklemek.

48 saati geçti uyumadığım, eskisi genç değiliz tabii, sinirleri yıpratıyor uyumamak. Diğer olup bitenler sıçtı zati ağzıma, en ufak şeye sabrım yok. En ufak şey alıp yere çalıyor şu an.

bu sabah en son 4 gibi kustum, üşümeye başladım, gittim salona, aldım battaniyeyi, büzüldüm koltuğun bir köşesine. Kendimi hayallerle kandırıp, avutmaya çalıştım epey bir. Öyle olsa şöyle olurdu, şu olsa bu olurdu diye kendimi mutlu etmeye çalışacak bir dolu hayal geçirdim kafamda.
Sabah 6dan sonra o hayallerin hepsinin yalanlığı vurdu yüzüme. Dün akşam bir süredir o yada bu sebeple konuşmadığım, konuşamadığım bir kaç arkadaşımı aradım. Neticesi narkozdur, ameliyattır, yatıp kalkmama ihtimali vardır her zaman. Düşündüm, birer merhaba demeden son kez girmek istemedim.
Yarın yanımda kimseyi istemediğime karar verdim, yalnız gireceğim hastahaneye, yalnız çıkacağım. Kimsenin olması gerekmiyor yanımda, zaten canımla uğraşırken, bir de etrafımı düşünüp gerilmek istemiyorum.

Herkese üzülmek, herkesi gülerken görmeye çalışmak boşa kürek.
Aldım işte ödülümü, başta yakalamak, yarın kurtulacak olmak çözüm değil.
Hele bu sabah altıda, öyle bir cümle duydum ki yarın o narkozdan hiç uyanmasam keşke çok net geçti içimden. Nefes almak bitince belki daha zor bir chapter başlayacak, ama ya daha kıyak bir chapter varsa? allah kendisi hediye etse bana o chapterı...

Hiç bana aman hayat söyle de güzel aslında lay lay lay diye gelmeyin.
tutup kendimi öldürecek halim yok, günah diye sokmuşlar kafama bir kez. Ama gelebilecek bir hediyeye hayır demem; böyle hissediyorum.
Hayal kuracak yaşım geçti, doğru-yanlış-possible-non possible kavramları oturdu, her birini deneyimledim. Şansıma çıkanları da biliyorum.

Şaka gibi karşımda oturan hamile kızcağız göbeğini okşayıp bebeği ile konuşurken, benim içime akıttıklarım adalet değil. Kocası her gün arayıp el üstünde tutarken içimin sızlaması da adalet değil. Benim bunu kafaya takıp, utanmadan bunları aklımdan geçirmem de adalet değil. Kızcağıza kem bakıyor değilim, ona karşı en ufak bir kötü his besliyor da değilim.
ama lay lay lom hayatta aslında güzel, geçici bunlar yahu gazını kendime vermeyi de vakit kaybı görüyorum işte. Etrafın beni salak yerine koydugu yeter, bir de ben koymayayım değil mi?
En azından kendime azıcık saygım kalsın, bari onu alıp götürememiş olsunlar.


Wednesday, September 15, 2010

Olm yediniz bizi..hani gurme yazacaktınız burda ? hayırdır ?

Ya sorma be okuyucu, insanız işte olm..biliyosun, her ne kadar da yazacak olacaklarımız çokça birikmiş olsa dahi (de anlamındaki dahi kelimesini ayrı yazabildim benimle gurur duymanız lazım) bizde insanız netekim.
Bizim de insancıl sebeplerimiz kendimizi blog vasıtasıyla ifade etmemize yol açabiliyor.
Budur yani..Orda bunu yedik, burda bu çok güzeldi, dünya, evren,kuşlar, para harcamak negzel ehehe gibilerinden olamıyorsak sebebi de budur işte.

Tuesday, September 14, 2010

Kara Gözüktü

Nihayet yer tespit edildi, çözümler sıralandı.
Bence salak 2 doktorun ardından içimin rahat edeceği, yüzümü de güldüren bir doktoru da buldum.
anlatan doktor severim ben, bayacak kadar uzun anlatmayan ama nedeni ne yapılacağını açık net anlatan doktorlarla aram pek iyi.
Ben iş programımı anlattım, o her şeyi ona göre organize etti.
Bugün at bayıltacak dozajda iğnemi oldum, metotroksat.
Normalde kemo seanslarında 4-6 saatte 50 ml milim milim alınan ilacı, 100lük kalçadan cart diye yenince sol bacağı bir süre unutmak gerekiyor :) Allahtan araba yolu biliyor da işe öyle döndüm.
Şimdi ufaktan ufaktan bulantılar gelmeye başladı, zor geçecek akşam.
Cuma günü 1 de hastahaneye yatacağım, saat 3te de ameliyata alacaklar. Laparoskopi çıkalı ameliyat olmak eskisi kadar zor değil, ama tabii içeride ne bulacak iş büyüyecek mi bunu henüz bilmiyoruz. İçime doğan gayet rahat hal edileceği.
cumartesi öğlen eve döneceğim, pazartesi bir şey olmamış gibi yine işbaşı.
Pazar günü Fenerlileri harcama günü, umudum azabilecek olmak.

Bilgisiz karanlıkta olmak zor, sabah doktor seçenekleri söyleyip ne yapılacağı kesinleşeli beri içim pek rahat. Şu kusma faslı da bitse gitse, pek huzurlu olacağım, eve dönene dek harekete geçmez ise pek güzel.

Gelişmeleri iş bitince detaylı yazarım ki dış gebelik ile bilgi edinmek isteyenlere bir yol rehberi olsun. İkinci seferde uzman oldum zira :)

Sunday, September 12, 2010

Diyorum ki...

Bazı romanları okurken kızarım yazarlara, hayal gücünün, kurgunun da bir sınır var diyerek.
Kendi kurgum bu aralar beni şaşkınlıktan şaşkınlığa sokarken, diğer taraftan acaba uyanamadığım bir gece mi diye de düşünmüyor değilim. Gerçeğin ötesi geliyor bir sürü şey.
Hamileyim, ama çocuk ortada yok
kütle görüyorlar, tümör olabilir ama belki sadece miyomdur
yeni tavladığım 2 müşteri var, çalışacağız ama belki de çalışmayız havasındalar

ben kötüye de razıyım yahu, yeter ki bir kesinlik olsun ortalıkta.
Ben hala eski yeme düzenimde kalmaya çalışsam da, vucut bambaşka havada. 3 saatte bir sıkıyorsa bir şeyler yeme, baş dönmesinin, bayılma hissinin geleceğine emin olabilirim. Dün sabah hele kahvaltı etmeden evden çıkmaya kalkınca, aldım boyumun ölçüsünü, 2 sokak zor ilerledim. En yakın büfede mola. tatlı krizleri çok şükür bitti, ama sebzelere gözü dönük bakıyorum. Lakin ya zeytinyağlı olacaklar ya da buharda pişmiş ve yoğurtlu.

Hayat normale dönse yine, ben her akşam sporuma gitsem, işimi yapsam...

bir de ağlama durumu var ki evlere şenlik.
Öyle milli mçlarda filan ağlayanlardan olamadım hiç bir zaman, hatta üzerinize afiyet duygulanmam bile kolay kolay.
Ama dün akşam önce beşiktaş maçına ağladım, ki pardon öncesinde fenerin kaybedişine sevinip ağladım, sonra baskete geçtik, çocukların son saniye mucizelerine ağladım hönkürerek, 2 dakika sonra sırpların üzüntülerine ağladım. bugün oy vermeye gittiğimde sandığın boş olmasına ağladım, ardından Hamilton'un daha ilk turda offa çıkmasına ağladım, o bitti alonso'nun button'ı geçişine hönkürdüm, yarış bitti, bu sefer ferrari taraftarlarının sevinçlerine ağladım, sonra cocuklar kupa almak için içeri girdiklerinde button'ın yüzü pek sevimli geldi ve mclaren'e geçişi itibarı ile aldığı sıcakkanlı hale ağladım.
bir kaç saati bir şeylere duygulanmadan geçirdim, ama sonra referandum sonuçları açıklanmaya başladı, yine ağladım, ikitelli'de ki kazaya da ağladığımı söylemeye gerek yok sanırım.
daha maç başlayacak, sanırım ona da bir iki posta duygulanacağım.

bu sabah erkence kuaföre gittim, patron gelmemişti daha, yeni cocuklardan biri vardı. ilk soru abla oy verdin mi? yok dedim, buradan cıkınca vereceğim. evet diyeceksin di mi abla? dedim hayır, bçyle bir tasarıyı kim getirse oyum hayır olurdu, evet diyemem. ama abla Tayyip sayesinde bu ülkeyi yurt dışında tanıdılar...
dondum. cocuk aşağı yukarı 90-91 doğumlu olmalı, yani 19-20 yaşlarında. Bir tek cümlesi ile ülkesinin geçmişi ile ilgili hiç bir şey bilmediği tokat gibi patladı yüzüme. ve onunla beraber okumayan, bilmeyen milyonlarca kişi. Televizyonda dinlediği yalan yanlış haberleri, beyanatları doğru farz eden milyonlarca kişi. okumayan milyonlarca kişi. Onlara bir şeyler öğretecek tek seçenek belki de tv iken, saçma sapan programlarla dolan televizyon kanalları. Eskiden bir şeyler öğreten, yayınlayan bir TRT vardı her ne kadar beğenmesek bile. Ya şimdi?
Teknolojiyi faydaya mı kullandık? Yoksa sadece uyuşturmaya mı?
Kendi küçük hayatıma ağlamak anlamsızlığın ötesine gitti...