Saturday, February 19, 2011

Gerçeklerden kaçamazsın



bildiğiniz 1,5 numara yakın için gözlük
çok moralimi bozmasın diye cıvıl cıvıl bir yeşil
ama gerçek ortada, officially yaşlılık başlıyor
gözlerde bıraktı yarı yolda
artık okumak cam arkasından

Friday, February 18, 2011

40 YILLIK ACUR

 Bazen düşünüyorum da işin içinden çıkamıyorum, 40'lı yaşlarıma yaklaşırken daha fazla empati yaptıkça, daha fazla özendikçe, özendiğim, titizlendiğim ne kadar şey varsa aslında boş olduğunu görüp kendi kendime hayıflanıyorum.
Sikeyim anasını mecbur muyum lan ben etrafımdaki eşime, dostuma empati yapmaya ? Keriz yerine kondukça deliresim geliyor.Siktirin!

O yüzden daha az empati, daha çok huzur..Artık email yazarken bile o kadar koyverdim ki hiç kullanmak istemediğim o avam kısaltmaları bile kullanıyorum meğer boşuna kasıp,boşuna titizleniyormuşum.Artık devir "cnm", "tatlım", "şekerim" devridir..BSG!

 

KAYBEDENLER KULÜBÜ- POMPAYA DEVAM

Ahanda budur..Pompaya Devam !

imza: PMPYDVM

Thursday, February 17, 2011

Son gece

Zerre kadar dönme isteğim yok
Şu ülkeye her gelişimde aynı şeyi hissediyorum.
hiç bir yere bu kadar ait hissetmişliğim yok kendimi. Burada hiç mi sorun yok? Var... Amerika için özgürlükler ülkesi derler ya, yalan arkadaş. Özgürlük burada aslında, hazmedilmiş, hakkı verilen özgürlük var.
onlarında başbakanları ile problemleri var, ama başbakan kendisine gelen eleştirileri gülerek karşılayabiliyor. Televizyonlarda acımasızca eleştirebiliyor ve fişlenmiyorlar. Konuşmak sorun değil. İşsizlik burada da var. Hayat inanılmaz pahalı, en ucuz t-shirt 40 euro. Ama et yemek halk için sorun değil, marketlerdeki yiyecek fiyatları bize göre çok daha uygun.

Manasızca tapınmak özenmek değil benimki.

yorgunluktan beynim iki lafı bir araya getiremiyor.
son derece verimli geçti bu sefer, güzel işlerle dönüyorum. ama gerideki sorunlar bırakmadı yakamı. İş yaparken destek lazım, nasıl olacak bilmiyorum. biri lazım yardım için. Hepsi bir tarafa düzgün üretici lazım.

Akşam 6 gibi bitti işim, valizimi bile topladım. ama tüm gün İstanbul'dan yetişen sorunlar nefesimi kesti. giydim ayağıma rahatça bir ayakkabı, altıyı çeyrek geçe hızlı adımlarla başladığım yürüyüş sekiz buçukta ayağımdaki sızı ile kesintiye uğradı. Ne saatin nasıl geçtiğini anladım, ne soğuğu, ne de yağmuru.
Kafamı biraz açlık, biraz ayağımın acısı durdurdu. Kafamı kaldırdığımda Pasticceria Biffi'yi gördüm. 160 senedir aynı yerde. Benim Milano'yu ilk gördüğüm 1986'dan beri aynı yerde olması tarihi yanında küçük ayrıntı. Her şeyin sürekli değişmesine alışık bünyeme her seferinde şok etkisi yapıyor. Brie ve salame milanese ile bir sandviçe bir kadeh kırmızı eşlik etti. Servisimi veren yaşlı garsonun tatlı ama saygılı sohbeti ise ilaç. İstanbul'da yalnız yemek ne denli işkence ise, burada o kadar keyif.

bir gece hariç adam gibi yemek yiyemedim. her akşam fuar sonrası, bardan bir sandviç bir kola alıp koşarak odaya gidip eksik evrak işleri, nerede ise sabaha kadar üreticilerle telefon görüşmeleri, bağırmalar, çağırmalar... bir risotto yiyemeden döneceğime yanıyorum. ama buradaki pişmeye hazır risottolardan aldım birkaç paket. bir koca torba rende parmesana sadece 3 euro verdim desem? Raflarda şarap fiyatları insanı ağlatacak halde. 2€ya gayet içilebilir köpüklü şaraplar. Free shopta Keglevich 7€, burada markette de 7€. Bavulum zaten gelirken 20 kg üzeri idi, yemedi gözüm bir şey almayı.

ruhum dar dönüyorum... bir parçam burada kalıyor yine.
kısa zamanda edindiğim dostların tatlılığını da ekledim bavuluma.
Gelirken penti'nin istanbul desenli çorabını almıştım. dönünce tam 12 kişiye çoraptan göndereceğim :)

Doya doya kahve içtim. En iyi yaptığım şeylerden biri oldu :)

Sabah dokuz buçukta yola çıkıyorum. İlk durak Stazione Centrale. Oradan otobüs ve 1 saatte Bergamo'ya varış. Sonra check in. 14.00 te uçak kalkar. 18.00 gibi Sabiha Gökçen'e iniş. Cumartesi sabah ofise dönüş.
Asabi elbiseyi giyiş...

Son gece

Zerre kadar dönme isteğim yok
Şu ülkeye her gelişimde aynı şeyi hissediyorum.
hiç bir yere bu kadar ait hissetmişliğim yok kendimi. Burada hiç mi sorun yok? Var... Amerika için özgürlükler ülkesi derler ya, yalan arkadaş. Özgürlük burada aslında, hazmedilmiş, hakkı verilen özgürlük var.
onlarında başbakanları ile problemleri var, ama başbakan kendisine gelen eleştirileri gülerek karşılayabiliyor. Televizyonlarda acımasızca eleştirebiliyor ve fişlenmiyorlar. Konuşmak sorun değil. İşsizlik burada da var. Hayat inanılmaz pahalı, en ucuz t-shirt 40 euro. Ama et yemek halk için sorun değil, marketlerdeki yiyecek fiyatları bize göre çok daha uygun.

Manasızca tapınmak özenmek değil benimki.

yorgunluktan beynim iki lafı bir araya getiremiyor.
son derece verimli geçti bu sefer, güzel işlerle dönüyorum. ama gerideki sorunlar bırakmadı yakamı. İş yaparken destek lazım, nasıl olacak bilmiyorum. biri lazım yardım için. Hepsi bir tarafa düzgün üretici lazım.

Akşam 6 gibi bitti işim, valizimi bile topladım. ama tüm gün İstanbul'dan yetişen sorunlar nefesimi kesti. giydim ayağıma rahatça bir ayakkabı, altıyı çeyrek geçe hızlı adımlarla başladığım yürüyüş sekiz buçukta ayağımdaki sızı ile kesintiye uğradı. Ne saatin nasıl geçtiğini anladım, ne soğuğu, ne de yağmuru.
Kafamı biraz açlık, biraz ayağımın acısı durdurdu. Kafamı kaldırdığımda Pasticceria Biffi'yi gördüm. 160 senedir aynı yerde. Benim Milano'yu ilk gördüğüm 1986'dan beri aynı yerde olması tarihi yanında küçük ayrıntı. Her şeyin sürekli değişmesine alışık bünyeme her seferinde şok etkisi yapıyor. Brie ve salame milanese ile bir sandviçe bir kadeh kırmızı eşlik etti. Servisimi veren yaşlı garsonun tatlı ama saygılı sohbeti ise ilaç. İstanbul'da yalnız yemek ne denli işkence ise, burada o kadar keyif.

bir gece hariç adam gibi yemek yiyemedim. her akşam fuar sonrası, bardan bir sandviç bir kola alıp koşarak odaya gidip eksik evrak işleri, nerede ise sabaha kadar üreticilerle telefon görüşmeleri, bağırmalar, çağırmalar... bir risotto yiyemeden döneceğime yanıyorum. ama buradaki pişmeye hazır risottolardan aldım birkaç paket. bir koca torba rende parmesana sadece 3 euro verdim desem? Raflarda şarap fiyatları insanı ağlatacak halde. 2€ya gayet içilebilir köpüklü şaraplar. Free shopta Keglevich 7€, burada markette de 7€. Bavulum zaten gelirken 20 kg üzeri idi, yemedi gözüm bir şey almayı.

ruhum dar dönüyorum... bir parçam burada kalıyor yine.
kısa zamanda edindiğim dostların tatlılığını da ekledim bavuluma.
Gelirken penti'nin istanbul desenli çorabını almıştım. dönünce tam 12 kişiye çoraptan göndereceğim :)

Doya doya kahve içtim. En iyi yaptığım şeylerden biri oldu :)

Sabah dokuz buçukta yola çıkıyorum. İlk durak Stazione Centrale. Oradan otobüs ve 1 saatte Bergamo'ya varış. Sonra check in. 14.00 te uçak kalkar. 18.00 gibi Sabiha Gökçen'e iniş. Cumartesi sabah ofise dönüş.
Asabi elbiseyi giyiş...

:))))

Ev tuttum! :)

Wednesday, February 16, 2011

Muhabiriniz Milano'dan bildiriyor


Geldiğimden beri dinemeyen bir yağmur
Şanına yakışır şekilde, soğuk, yağmurlu ve gri
Otelden az uzaklaşabildim, azıcık yürüyebildim
Minicik odam, minicik yatağım ile mutluyum ama
Seviyorum bu toprakları, rahat ediyorum
Hele ki akşam gazetelere bakıp oda tv olayını okuyup, başbakanın tornadan çıkmış hanımlar demecini okuyunca kararan içim Milano ile yarış haline girince, iyiden iyiye gelmek istemiyorum geriye.
İnsan olduğumu hissedebildiğim yerlerde kalmak istiyorum.

akşam az biraz vitrinlere baktım, yeni sezon tüm güzelliği ile renklendirmiş şehri, ama fiyatlara yaklaşmadan önce tansiyon ilacı şart. Yemek içmek denildiğinde ise güzel ülkemden kat be kat ucuz, ister market olsun ister restaurant.

fuarın açılış saati geldi, benden bu kadar bugünlük.

Sunday, February 13, 2011

Bazen çıkılmaz çukurdan

Dear Evrim,

Önce yorumuna cevap yazıyordum, sonra düşünceler birbirini kovaladı.
Dün yazıyı yazarken gelen telefonla beraber dışarı çıkmam gerekti acilen. yolda bir yandan konuşup bir yandan giderken trafikte bir an oldu ve normalde kolay yapabileceğim bir fren çok zor oldu. Haftalardır lastiklerimi değiştirmem gerektiğini biliyordum, bitmek üzerelerdi ve başıma dert açmaları an meselesi idi.

Hayatım içinde aynı şeyi hissetmiştim uzun zaman önce.

Dün bir anda durdum ve gidip lastiklerimi değiştirdim, ihmal ettiğim rot balans ayarlarını yaptırdım. Ve araba yine benim bildiğim, sevdiğim minik böcüğüm oldu. Yine güvenmeye başladım ona, herhangi bir parçası bakım sinyali verene dek güveneceğim ona, sinyal geldiğinde ise güvenimi kaybetmek yerine gidip gerekenleri yapacağım.

Söz konusu hayat olduğunda ise işler bu kadar kolay değil. sinyalleri ciddiye alıp almamak çok şeyi değiştirmiyor. Mesela kendimi hapsettiğim odacığı yıkmam gerektiğini, yıkmama değeceğini düşündüğümde çok korkarak, korkmak ne kelime titreyerek yerle bir etmiştim odayı. Taze havayı ciğerlerime doldurdum korkarak, gün ışığının gözlerimi kamaştırmasına alışmaya çalıştım, net göremezken ellerimle de olsa etrafımı tanımaya kalktım. Bütün korkularıma rağmen uyum sağladım, hatta bu korunaksız ortamı, risklerini çok sevdim. Çok şey değişti, tansiyonum yükselmez oldu mesela. Başkasına güvenmeyi öğrendim, hiç bir şey yapmamayı, eve para getiren olmamayı, kural koyan olmamayı öğrenmeye çalıştım, adım adım başarmaya bile gittim.

Ama... malum amalar genelde olumsuzluğa giden yoldaki çakıl taşı :)

İnsan ne yaparsa yapsın değiştiremeyeceği şeyler varmış. Gidip kendi lastiklerimi değiştirip, ayar yaptıramıyorum mesela. Zaman geliyor, görüyorsun ki odasız yaşaman mümkün değil. Hatta pencere bırakman bile çok tehlikeli.
İnşaat zamanım sürüyor bir süredir. Yavaş ilerliyor inşaat ya yağmur yağıyor, ya belediye sorun çıkarıyor. diğer inşaatım kadar hızlı ilerleyemiyor çünkü artık artık o kadar genç ve enerji dolu değilim.

Ve 19lar geliyor arkadan... Yaşamam gereken hayatın bir parçası bu.
Nefes almak kadar normal artık.
Çünkü ülke gerçeğinin aksine, ben işini zamanında, doğru ve gerektiği şekilde yapan olmak için savaşıyorum. Ben sözünü tutan, ne olursa olsun, bedeli ne olursa olsun sözünü tutan olmak için çalışıyorum. Çıkan olumsuzlukların, bozulan sağlığın, aşılamaz gözüken engellerin beni durdurmasına müsaade etmiyorum. Artık herkesin normal kabul ettiği 2 sıfatın üzerime asla yakışmadığını düşünüyorum.
İşimi yaparken bahanelerin ardı yerine, savaş alanını seçiyorum.

İnan bana 19, korkaklıktan, kaçmaktan daha tehlikesiz.

Bazen çıkılmaz çukurdan

Dear Evrim,

Önce yorumuna cevap yazıyordum, sonra düşünceler birbirini kovaladı.
Dün yazıyı yazarken gelen telefonla beraber dışarı çıkmam gerekti acilen. yolda bir yandan konuşup bir yandan giderken trafikte bir an oldu ve normalde kolay yapabileceğim bir fren çok zor oldu. Haftalardır lastiklerimi değiştirmem gerektiğini biliyordum, bitmek üzerelerdi ve başıma dert açmaları an meselesi idi.

Hayatım içinde aynı şeyi hissetmiştim uzun zaman önce.

Dün bir anda durdum ve gidip lastiklerimi değiştirdim, ihmal ettiğim rot balans ayarlarını yaptırdım. Ve araba yine benim bildiğim, sevdiğim minik böcüğüm oldu. Yine güvenmeye başladım ona, herhangi bir parçası bakım sinyali verene dek güveneceğim ona, sinyal geldiğinde ise güvenimi kaybetmek yerine gidip gerekenleri yapacağım.

Söz konusu hayat olduğunda ise işler bu kadar kolay değil. sinyalleri ciddiye alıp almamak çok şeyi değiştirmiyor. Mesela kendimi hapsettiğim odacığı yıkmam gerektiğini, yıkmama değeceğini düşündüğümde çok korkarak, korkmak ne kelime titreyerek yerle bir etmiştim odayı. Taze havayı ciğerlerime doldurdum korkarak, gün ışığının gözlerimi kamaştırmasına alışmaya çalıştım, net göremezken ellerimle de olsa etrafımı tanımaya kalktım. Bütün korkularıma rağmen uyum sağladım, hatta bu korunaksız ortamı, risklerini çok sevdim. Çok şey değişti, tansiyonum yükselmez oldu mesela. Başkasına güvenmeyi öğrendim, hiç bir şey yapmamayı, eve para getiren olmamayı, kural koyan olmamayı öğrenmeye çalıştım, adım adım başarmaya bile gittim.

Ama... malum amalar genelde olumsuzluğa giden yoldaki çakıl taşı :)

İnsan ne yaparsa yapsın değiştiremeyeceği şeyler varmış. Gidip kendi lastiklerimi değiştirip, ayar yaptıramıyorum mesela. Zaman geliyor, görüyorsun ki odasız yaşaman mümkün değil. Hatta pencere bırakman bile çok tehlikeli.
İnşaat zamanım sürüyor bir süredir. Yavaş ilerliyor inşaat ya yağmur yağıyor, ya belediye sorun çıkarıyor. diğer inşaatım kadar hızlı ilerleyemiyor çünkü artık artık o kadar genç ve enerji dolu değilim.

Ve 19lar geliyor arkadan... Yaşamam gereken hayatın bir parçası bu.
Nefes almak kadar normal artık.