Friday, June 4, 2010

Bi Google kalmıştı değil mi bulaşmadığınız...

Valla Bravo...Takdir ediyorum emeği geçen tüm zihniyetleri..Madem böyle kapayın internet'i gitsin..ne lüzumu var efendim..internet falan bize yalan...

Thursday, June 3, 2010

Doktor bu ne?

KALDIRDIM LİNKİ
CİK CİK ÖTÜYORDU

bu ne hocam?
bu tipler kimdir?
Türk müdür gerçekten?

Mantıksızlıkla/Kör bakışla mücadele etmek mümkün değilmiş...

Çizgi üstü avamlaşacağım az sonra

İNSANİ YARDIM VE BARIŞ GEMİSİYDİ
mesele oraya sadece yardım götürmek değildi. Yardımla beraber insanlık ve barış götürebilmekti. Amaç, israilin uyguladığı ağır ambargoyu dünyaya duyurup, kaldırılmasına bir nebzede olsa fayda sağlayabilmekti, TÜM DÜNYANIN yapılan zulme bakışını halen anlamayan israile tekrar ve daha açık anlatabilme çabasıydı.

ve türevi söylemlerin tümünü kafam girsin arkadaşım
hiç bir yere sürülecek akıl yok maalesef
kafasını örten, özellikle bu sıcakta fazla hararet yaptığında mıdır nedir mantıksızlığın ve saçmalığın doruklarında geziyor

Arkadaşım, sivil toplum olarak yaptıklarının cezasını devletin çekecek ise, önce bir durup düşüneceksin
Devletten onay almadan yapmayacaksın
Bana gelip aman da aman hahamların elinde de Türk ve Filistin bayrağı vardır demeyeceksin

Neden demeyeceksin biliyor musun? Çünkü ilk gün Taksim'e döküldüğünüzde elinizde hiç Türk bayrağı yoktu.
Kafanızdaki yeşil çatmalarla dolanırken, cihad çığlıkları atarken gözünüz ülkenizi görmedi.
Haliniz çok ayyuka çıkınca çark ettiniz bayrağımıza.

Sabah number one radyo haberlerde bir şey duydum, geri dönenlerden biri konuşuyordu:
İsrailli askerler ellerimizi bağladı
en az yüzümüz bayıldık sıcaktan
sonra bizi beyaz uniformalı okul kızlarının karşısına çıkardılar
askerlerde vardı
hepsi cinsel organlarını çıkarıp bize salladılar

hala yanlış duydum umarım diyorum
yoksa abiye ne içirmişlerse ben de alayım
Kimse demiyor mu abi Musevilikte en az bizim dinimiz kadar bazı şeylere dikkat eder, dolayısı ile kızların sana organ sallaması hem teknik olarak mümkün değil, hem de adamların inançlarına ters
hadi askerler sana gösterdi diyeyim, kabul edeyim
abi fantazi kurmus herhalde

bugun taksilerde siyah kurdele ve tüm yahudileri öldüreceğiz yazıları başlamış
sabah 4 tane gördüm "bağdat caddesinde"
zeytinburnunu, topkapıyı siz düşünün

Nasıl beyinsiz olduk arkadaş...

insanlık müsvetteleri

13.08.2007

Sabah işe yetişme saati.

Yeni güzergahım erenköy-kayışdağ. Bir aksilik olmadıkça yollarda maksimum 12 dakika sürüyor ev iş yeri arası. Bugün uzun sürdü sabah yolum. Kayışdağına az bir mesafe kala sol serit bosken herkes bir kıvrılıp gidiyor, allah allah dedim, baktım bir köpek yatıyor yine yolda. Tasmalı, oldukçada iyi bir marka tasmalı. Sahibi özeniyor belli ki. Evden mi kaçtı? Bırakıldı mı? Bilmiyorum.

Öküzün biri çarpıp öldürüp kaçmış. Orada servis bekleyen, önünden geçen hiç bir araba da durmamış. Orada yatıyor. Kenara çektim, yavruyu aldım, artık katılaşmış, bir kaç saati geçmiş öleli belli ki.

Ey araba kullanan öküzler, çarptığınız hayvan ve insanları bir zahmet bari yolun kenarına alın. Hastahaneye götürün tedavi ettirin demek sizler için boş, artık öğrendim.

Servis, otobüs minibüs vs bekleyen öküzler, acaba hangi araba çarpacak diye beklemek ve bir vahset sahnesi daha seyretmek yerine, yolda yatan ex-canlıyı kaldırın. Merak etmeyin elinize yapışmıyor, üzerinize kalmıyor.

Umarım her seyreden aynı şekilde bir yerde katılaşır ve ölüsü aynı sekilde seyredilir. Evet, evet, ben beddua ediyorum. Yukarısı ciddiye alır almaz bilemem, ama ben can-ı gönülden beddua ediyorum. Sadece hayvan öldürüldüğü için değil beddua, insanlığınızı, üstünlüğünüzü, duygularınızı, acımanızı bu kadar kaybettiğiniz için beddua ediyorum. Bir kez daha insan olmanın utancını yaşadığım için beddua ediyorum.

Ve köpek sahibi olup, markalarla donatan öküz : köpek kedi gibi değildir abicim, çabucak kaçmaz, kaçamaz. Madem o kadar para bayılıp o değerli köpeği aldın, üstünü süsledin, güvenliğini de sağlayacaksın Allah'ın dangalağı. Yapacak gücün ve dikkatin yoksa seçme abicim bir hayvan sahiplenmeyi. Çocukları peşi sıra doğurup sokağa salan zihniyette ki bir toplumda bu söylediklerim çok abes tabii ki.

Ama bu dangalıkla gerçekten yaşamayın abicim, oksijen israfısınız, bir tek faydanız yok bu topraklara.

869 ... Gülerim ağlanacak şirketime...

03.05.2007

İşin ekonomik politik vs vs vs yanlarında değilim...

Bir şirket düşünün, 4 alt şirketi ile beraber ithalat yapıp para kazanmaktadır. Toplam 5 firmanın bağlı olduğu bir Finansman Müdürü düşünün. Dün iç yazışmalarda sevgili finansman müdürü aşağıdaki maili forward etmiş (hepinize düşmüştür zaten bir şekilde):

ARKADAŞLAR BUNU YAPMAK ZOR DEĞİL. BEN YAPTIM. GEÇEN HAFTA 2 AYLIK FİŞİMİN HEPSİNİ ÇIKARTTIM VE ERİNMEDEN HESAPLADIM. YANİ DANONE YERİNE SÜTAŞ, NİVEA YERİNE ARKO ALMIŞIM VS.2 AYDA 900 YTL PARAM TÜRKİYEDE KALMIŞ ,TEK BAŞIMA OKADAR SADECE 100 KİŞİ DÜŞÜNÜN.....

ATO'dan tüketiciye '869' çagrisi Ankara Ticaret Odası (ATO) Başkanı Sinan Aygün, ithal ürünler yerine Barkodu '869' ile başlayan yerli malı ürünleri satın alma çağrısı yaptı..Aygün, tüketim malı ithalatına giden her 6 bin 500 dolarınTürkiye'de bir kişiyi işsiz bıraktığını belirterek, '869'u al, çocuğun İşsiz kalmasın'dedi.. Aygün, yaptığı yazılı açıklamada, yabancı markalı Ürünlerin market raflarını istila ettiğini ve ithal ürün tüketimi Nedeniyle Türkiye ekonomisinin çıkmaza girdiğini kaydetti.. Aygün, bir ürünün Barkoduna bakarak hangi ülkeye ait olduğunun anlaşılabileceğini anımsatarak, Türkiye ekonomisinin kurtuluşunun 869 rakamında gizli olduğunu savundu.. Aygün, şöyle konuştu:'Türkiye ekonomisi bugün güçlü ekonomiler karşısında bağımsızlık savaşı veriyor. Bu savaşta parolamız 869'dur.Yani Türk'ün şifresi 869'dur.Savaşı kazanmak ve başı dik gezmek istiyorsak ülkemizin ürünlerine sahip çıkalım. İthal ürünlere verdiğimiz her kuruş, ekonomimizi çıkmaz sokağa götürüyor, yerli sanayinin bacası tütmez oluyor.Gençlerimize istihdam yaratılamıyor. Yerlisi varken yabancı mal almak, kıt kaynaklarımızın dışarıya gitmesi ve yatırımların azalmasıdır. Azalan yatırım, çoğalan işsizliktir.'.......Lütfen bu maili forward ediniz.........

İç yazışmalardan yollarken sevgili akıllı finansman müdürümüz patronları eklemeyide ihmal etmemiş.

Yazıyı okuyup dellenen ithaalt müdürü aşağıdaki yazıyı gönderiverir cevaben:

Çok güzel çağrı 869 yapalım herkes de öyle yapsın...biz de işsiz kalalım o zaman.biz de 869 olmayan ürünleri ithal edip satıyoruz para kazanıyoruz,bu çatı altında nerdeyse 100 kişiye yaklaştık ailelerle birlikte bu rakam 300-400 kişiye ulaşır eee bi de bizim mal ve hizmet aldığımız firmalar var onları da hesaba katarak biz yaptığımız işle 1000 in üzerinde insana ekmek yediriyoruz herhalde. Tüm sektörlerdeki benzer örnekleri gözönüne alırsak farklı bir durumla karşılaşmayız sanırım.

Yerli malı Türkün malı herkes onu kullanmalı zihniyeti de biryere kadar olmuyor mu..? Herkes ülkesini sever ama bu biraz gereksiz ,anlamsız hatta saçma milliyetçilik olmuyor mu acaba. Aşkın Hanım da 869 ürünü satmayan bir firmanın işlerini yaparak para kazanmıyor mu ? biz yoksak o da o koltukta biraz zor oturmayacak mı ?

Nasıl...! hangisi daha mantıklı.....

Cinin cini finans müdürü cevap verir:

ahahaha sende her şeyi hin anlıyorsun

Ekrana bakakaldım...

Zeki insanlarla çalışmak istiyorum!!!!

yolun sonu neresi?

03.04.2007

Bugün öğlen ıkkım zıkkım bir iş için çıktık maltepe'den çağlayana doğru gidiyoruz. Trafik yine çok sıkışık, yine mendilci çocuklar arabaların etrafında tur atıyor. Bir taneside taş çatlasın 4 yaşında bir kız çocuğu, başınıda bağlamışlar, güldüm heh dedim başını kapattınız korudunuz bütün kötülüklerden... Kendi kendime söylenirken, yanımdaki arkadaşım bunların haline dua et dedi.

Bir dede, 15 yaşında bir erkek torun, biraz daha küçükçe bir kız torun... 2 erkek 5 milyon karşılığı kız torunu elletmek üzere pazarlıyorlar... Anne öğreniyor, şikayetçi oluyor ve dede ile oğlunu içeri aldırmak istiyor.

- nasıl bir erkek, bir çocuğu ellemek için para verir?

- nasıl bir abi, kardeşini bu şekilde pazarlar?

- nasıl bir dede, bunları destekler?

- nasıl bir açlık, nasıl bir para hırsıdır bu tüm değerleri alt üst eder?

Bu yolun sonu nedir?

trafik mrafik boy moy

20.12.2007

geç başladım araba sürmeye...

18 de bir heves ehliyet alındı, dersler alındı...

akabinde arabaya da sahip olundu... Sonra araba çalınınca kasko parasına ilk koca el koydu, ben macintosh alıcam, yepyeni bir kariyer bekliyor beni dedi. Bende de o esnada yaş 22, çömezim, koca idare sanatı, gagalama sanatı filan bihaberim.. Bende inadım inat kişilik olarak kullanmam lan ben bundan sonra araba filan deyip teee 31 yaşına dek elimi gercekten direksiyona sürmedim.

Son 3 senedir de iş şartları mecbur kılıp, elimede zorla bedava arabaları tutuşturunca patronlar e hadi deyip tekrar döndüm çileli trafiğe. Çoğu zaman gayet memnun olsam da direksiyon başımdaki halimden, elimden beyzbol sopamı aldıkları beri daha bir sakin kişilik olarak devam ediyorum sürüş hayatıma. Sopam alınana dek en sevdigim şey trafikte kim dayılansa yolumu kesse, bir şey dese cart el freni söz konusu şahsın önünde çekilir, sopa ile beraber aşağı inilir, ne vardı kardeş diye sorulur ve bir çok sevimli sahne yaşanırdı (magandayım bu konuda evet, haksızlık var ise dayakta var). Neyse, son kocamız bu dövme işi benim iş, boşunamı benim gibi boylu poslu edeleli adam sectin deyu deyu, allem edip kallem edip aldı sopamı. Cüssemde eski cüssem degil, o dönem 98 kiloluk müthiş bir aygır iken bugun nerede ise %35imi kaybettim, yemiyor alet edevat olmadan herkese saldırmak. yine de eski günleri yad etmek istedikçe yapmıyor değilim ayrı...

Amma uzun konustum, neyse, dövemeyeliberi ağzımda hay bu trafigin boyle suruculerin içine mıçayım sık sık dökülürken ağzımdan bugun okudugumuz haber üzeri, freko iblisinin ağzının suyunu akıtan patron dedi ki " aha böyle sıçılır, sırf dilinde sırf dilinde"

olay şöyle vuku bulmuş:

"Fenerbahçe Ülker basketbol takımının ABD`li oyuncusu Willie Solomon bar çıkışında otomobile binerek Taksim`den ayrılmak istedi ancak girdiği bir sokaktan çıkamadı. Solomon, yolun ortasına park ettiğini öne sürdüğü taksinin açık penceresinden içeriye tuvaletini yaptı. Bu sırada Solomon`u gören taksi şoförü Turgut Çamcı, basketbolcu ve arkadaşlarıyla tartıştı. Tartışma kısa süre sonra kavgaya dönüştü. Polisin olaya müdahele etmesiyle Solomon, İnan ve Brown gözaltına alınarak Taksim Polis Merkezi`ne götürüldü."


Stavros Lantsias suyun öteki tarafı....

Tanışlar olur ya hayatınızda... Zembille inip gökten en önemli zaman aralıklarına şahitlik ederler, sonra o dönem biter bir daha görmem sanırsınız...

Kimi zamanda o tanışlar beklenmedik şekillerde dönüverirler hayatınıza bir hediye bırakmaya, önünüzü açacak bir söz demeye...

Aylar önce dibin dibi bir dönemde işte bir tanışa tesadüfen rastlayınca bana dinleme ihtimaliniz olan hediyeyi verdi. Yunanistan'dan yeni dönmüş ve getirdigi hediyelikler arasinda da Stavros Lantias çıkıverdi. Cahilliğimmidir, yoksa Lantias'ı tanımamam normalmidir bilemem. Aldığım keyfi alırmısınız onuda bilmiyorum.

Ama bu sabah ben tekrar dinledim, niyeyse sizde dinleyin istedim...


20.12.2006

Bir Kitap Okudum 3 - Cariye

Cariye

Doğan Kitapçılık

Mart 2007

Gül İrepoğlu

Aylardır okunmayı bekleyenler arasında durup duruyordu da elim gitmiyordu. Freko'nun ver ver ver postundan sonra, araya bir de kurbaa'nın post girince ele almak farz oldu kitabı.

Adı "Cariye"...

En merak edilen dünyanın kapılarını, bir aşkın seyrini, iç içe geçen öyküleri haremağasının, cariye'nin ve padişahın ağzından en merak edilen yerlerden biri anlatılıyor. Gül İrepoğlu bir sanat tarihi profesörü. Romanı okudukça zaten detaylarda bilgisinin kattıklarını gözlemliyorsunuz.

Aşkıdil, Cafer, Abdülhamid...

Bir aşk üçgeninin içerisinde, efşan sanatını da yer verilmiş. Aşkıdil'in terapisi...

Cafer çocukluğunda hadım edilenlerden değil. Ama küçüklüğünden beri, Abdülhamit'e yoldaş. Cafer nerede ise orta yaşa geldiğinde, Abdülhamit ancak tahta çıkar. Ve orta yaşta hadım edilir... Padişahın emir vermemesi, seçim yapmasını istemesi, daha bağlar Cafer'i padişahına.

Aşkıdil

"Haşmetlim, Devletlim,

Bu gece yeni bir cariye benim sevgili hünkarımın koynuna girmeye hazırlanacak, ben de vazifem gereği, -daha doğrusu beklenmedik şekilde bana tevdi edilen vazifem gereği, beni mahveden vazifem gereği- senin onu beenmen için elimden geleni yapacağım, leziz bir yemeği takdim etmeye hazırlanırcasına."

Cafer

"Aşkıdil'in Hünkara olan aşkını bilirim, ne kadar ümitsiz de hissetse kendini, aşktan vazgeçmeyecektir. ...... Ah, bir anlasa aslında aşık olduğunun, vazgeçemediğinin sadece aşkın kendisi olduğunu...."

Abdülhamit

"Nihayetsiz zamanlar boyunca bekledim kafesimde."

Scrabble

Scrabble

Emektar Scrabble'ım geldi elime toz alırken.
Son 2 senedir pek ellenmemiş olsa da, geçtiğimiz hafta yine kıyasıya mücadeleler için kendini
ön saflara attı artık silinmeye yüz tutmuş harfleri ile.
Yenilen pehlivan güreşe doymaz misali tekrar tekrar oynamanız için yalvaranlar olur etrafınızda.
Annem emekli olduğunda ilk kez almıştık galiba, Alzeihmer'ı önlemek için gazetelerde boy boy yazıların
çıktığı, aile ile kavga etmeden vakit geçirmek için sebepler gereken senelerden biri olmalı.



Masada sözlük, biraz kahkaha, biraz hile derken saatlerin nasıl geçtiği fark edilmeden havanın karanlığa
döndüğü, yemek saatlerinin kaçırıldığı zamanlar.
3 boyutlusu Upwords nedense katılamadı henüz mal varlığıma (mal varlığıma eklemek isteyen, hediye getirmek isteyen olursa diye not düşüyorum).

2 kişiden 4 kişiye kadar genişleyebilen oyuncu kadrosu ile: şans, görme gücü, hafızanın derinlerde kalmış
kelimeleri hırs ile açığa çıkarıp, o kırmızı 3 katı kutucuklarını devamlı takip edip ğ-p'lerin elinizde
patlama ihtimali ile 70li puanların dayanılmaz çekiciliği arasında kaldığınız anlar.

Klasik replikleri:

- orası benim, sakın yazma
- düşünüyorum,rahatsız etme
- dur ben sözlüğe bakayım
- ya var ama böyle bir kelime
- hayır özel isim yazamazsın
- a.k. hep sessiz elimdekiler
- bakmasana elime
- x sessizi verirsen sana bir sesli veririm bak

Her geçen gün daha az kelime ile konuşan ve nefes alanlara inat, dağarcığa jimnastik yaptırmanın her daim güzel yolu.
23.06.2009
Not: Artık upwordsumuz var, oynayacak adam yok

Apollonia

Godfather'ı bir kerede işlemek için yeterli cesareti kendimde göremediğimden ucundan bucağından bir yerlerden başlayayım dedim.
Sevgili munis dostum Elixir'in de kaç gündür kafamı sicilya ile ilgili konularla öyle ya da böyle taciz etmesinin neticesidir az birazda.

Kitapta ve filmde en az yer alan, lakin tüm hikayeye nerede ise yön veriyor.


Tipik bir sicilya ailesinin tipik köylü kızı olarak çizilmiş bir karakter. Anne yunan baba sicilyalı, melez güzelliğinin kanıtı. Abileri, babası, kıvraklığı, bir erkeği saflık ile kendisine çekecek her nosyonun altında resmedilen zeka ve dolgun vucut.
Çobanlardan belki herhangi biri ile kesişmesi beklenen hayat, yoluna zengin ailenin saklanan çocuğunu çıkarmış, ama gidilecek yolu epey bir kısaltmıştır.

Amerika'da sevgilisi Kay ile son derece modern bir genç olan Michael'ımız siyah saçlar, siyah gözler, göreceli masumiyet ama mutlak bekarete dayanamayıp deli divane aşık olmuştur Apollonia'ya. Ortak bir lisan, kültür, gelir seviyesinde buluşamamak bile gençlerin aşkına engel olamamış, Michael, baba Vitelli'nin zorlu yollarını, sicilya'nın toprağına adım atar atmaz edinmeye başladığı ve dahi kanında hali hazırda dolaşmakta olan babalık figürü ile aşmıştır. Tipik bir düğün, güzel bir villa ve ateşli gerdek gecesi her ikisinide son derece mutlu etmiştir.

Öğretmenin hazzı Michael'ı kendinden geçirmiş, karşısında ki zeki köylü güzeli öğrenmeye açık ve istekli hali ile Michael'ın kendisini daha da erkek hissetmesinde koccaman adımlar attırmıştır. Lakin şakası olmayan, kuralları belli olan italyan mafyasından bahsediyoruz. İntikam soğuk yenen yemek. Var mı New york'ta cinayeti işleyip, Corleone kasabasına kaçmak, Don Vito'ya sığınmak?

Michael'ın korumalarından Fabrizio kandırılmış, rüşvetler vaatler verilmiş, arabaya bomba yerleştirilmiştir bile. Güzel ve hamile gelinimiz amerika rüyası ile beraber şehit olmuştur.

"Michael Corleone ti porta i suoi saluti" (Michael Corleone'nin sana selamı var) eşliğinde öldürülür hain Fabrizio ilerleyen anlarda. Michael Corleone bu boru değil! bu noktada sadece filmi seyredenler atlayabilirler hayır onun arabasına bomba kondu diye, ben kitabı baz alıyorum efendim.

Bu nokta da hatırlayacağınız müzik: http://www.youtube.com/watch?v=_zGUULhly2o

Clipte artık büyümüştür Michael'ın oğlan, süpriz yapar babasına.

Brucia la luna n'cielu E ju bruciu d'amuri Focu ca si consuma Comu lu me cori
L'anima chianci Addulurata
Non si da paci Ma cchi mala nuttata
Lu tempu passa Ma non agghiorna Non c'e mai suli S'idda non torna
Brucia la terra mia E abbrucia lu me cori Cchi siti d'acqua idda E ju siti d'amuri
Acu la cantu La me canzuni
Si no c'e nuddu Ca s'a affacia A lu barcuni
Brucia la luna n'cielu E ju bruciu d'amuri Focu ca si consuma Comu lu me cori

Ayın gökyüzünde ki yanışı gibi kalbinin yanışından bahseden bir şarkı. Bu kadar güzel sözleri layıkı ile tercüme etmek beni aşar

Ana fikrimiz: davul dengi dengine, yoksa ömür kısalır

Hatta su kommentleri kopilemeden geçemeyeceğim:
kitabını okumadım, yorum yapamayacağım ama film serisini hiç sevmemiştim. Suçlu dünyasına Martin Scorsese, Michael Mann gibi yönetmenler daha doğru bakıyor. godfather'da ise suçlu bir şekilde yüceltiliyor, insanlar da özeniyor.

Mafya babaları kendi mekanlarında karizmatiktir, ama hapse düşünce pek bir sönüyorlar.

Ana fikir: Organize suç kötüdür, süt için ve iyi çocuk olun.

derkenar - 15 Ağustos 2009, 02:19
@ derkenar:

Valla taparcasına okudum ve izledim. Kitabını defalarca okumaktan hiç sıkılmadım. Henüz kanunen (en azından kanıtlanabilecek) suç da işlemedim smile

Baba'da anlatılan, suçlu dünyasına bakıştan farklı bir şey... İnsanın doğasında olan var olma, elindekini koruma, sahiplenmek, aile, onur, gibi kavramların; farklı yüzyıllarda ve farklı şekillerde yaşanmasının, o dönemdeki yansımalarından biridir Baba...

Özellikle Don Vito Corleone; yaşamda hiç bir şeye bodoslama dalmamanın, zeka ile elde edilen gücün büyüklüğünün, ileriyi görmenin ve yeri geldiğinde acımasız olmak gerekebileceğinin; elle tutulur ve öz tanımıdır.

Hemen her insan; kendi çevresini kendi tarzı ile belirler ve korur. Genel anlayışa göre "suç" olarak adlandırılan ya da adlandırılmayan ama biraz üstüne gitseniz suç eylemlerini göze alabileceği değerlerle korur bu çevreyi.

Corleone ailesi; toplumun her kesiminde var olan çürümenin, yozlaşmışlığın içinde; kendi değerlerini sonuna dek koruyarak, dayatılan toplumdan daha yüce ve önde tutulan "aile" kavramını korumaktadır. bunu yaparken yasaları temsil eden mercilerden ya da komşusunun karısını dikizleyen bir adamdan daha dürüsttür.

Uruk Hai - 15 Ağustos 2009, 02:48
ha ağzına sağlık uruk
anlat şuna

seden - 15 Ağustos 2009, 02:51
-Merhaba, biz bir aileyiz
- Evet
- Ananızı s..cez, hatta bak yatağına at bıraktık
- Ah sağolun, kutsalsınız. Hail marry

-Merhaba, biz bir aileyiz
- Evet
- ananızı s.cez, hatta bakın yanağınızı okşuyoruz. Ne kadar italyan, ne kadar romantik, ne kadar örtülü şiddeti özendiren ama ne kadar aile di mi?
- ah evet, bi sn hemen domalayım

- Merhaba, biz bir aileyiz
- Evet
- ananızı s..cez, ailecek yapıcaz bunu hatta aramızda bir tane çürük yumurta olan kardeşimiz var, kendisi iyi bir insan. Onu da sırf aile şerefi için kötü tarafa çekip ananızı ...
- ben beklerim abi, siz halledin işinizi


Godfather aileyi anlatıyordu ise, "Bisiklet Hırsızları" neyi anlatıyordu?

Aile diyince aklıma "Neşeli günler"Deki aile gelebilir ama yok, Don Carleone ve şürekası olmaz.

Çikolata sosuna batırıldı diye boktan tatlı olmaz.

NOKTA! (Yanımdaki, anladın sen)

derkenar - 15 Ağustos 2009, 03:00

Murphy

Eheheh bu da eskilerden, ama durmalı burada da

Murphy'i yanlış tanımışız.

Ne bildik bunca zaman:

"TERS GİDEBİLECEK BİR ŞEY VAR İSE, MUTLAKA TERS GİDER".

Önce Murphy kimdi hatırlayalim (bir önceki posttan araklayalım ya da):

1917 doğumlu Edward A.Jr. ABD Hava Kuvvetlerinde 1949’da roketler üzerine deney yapan mühendislerden biriydi. Hava Kuvvetlerinde insan üzerinde ivmelenmenin etkilerini inceliyordu, tepkileri ölçülüp değerlendirilecekti. Sensör bir yapıştırıcı ile vücuda monte ediliyordu. Bu sensörlerin iki takılış şekli vardı ve bunlardan birisi doğru, diğeri yanlış takılış şekliydi. Sağlık görevlilerinden birisi takılması gereken 16 sensörün tamamını da yanlış takmayı becermesi ile Murphy çok kızdı ve daha önceleri kullandığı bu ve benzeri sözleri derledi. Daha sonra kanun olarak nitelendirilecek söylemlerini bir basın toplantısında açıkladı. Bir kaç ay içinde ‘’Murphy’nin Kanunları’’ üretim sahasında çalışanlar arasında yayıldı ve 1958’de de nihayet Webster’in sözlüğüne girdi. Kendisine ait olmasa da daha sonra bir çok söz O’na mal edildi.
(Ek: bu adam kısa boylu ve tıknazmış)


Tabii dir ki bunca medeniyet, bunca düşünür gelmiş geçmiş olurda kimse benzer bir şeyi teeeee 1949 yılına dek akıl etmemiş olamaz.

İlk durağımız M.Ö. 1990 ve bir eski mısır şiiri:

Kusurlar yeryüzünü mekan edinmiş
Sonunun geleceği yok

Estonlar:
Saklı taş sabanı bulur

Jül Sezar:
Olabilecek kötülükler gelecekte olacaktır

İspanyollar:
Leke hep en iyi giysiye yapışır

Ve Mr. Sod from Great Britain:

Çuvallamanın boyutu, çaba ve başarma baskısı ile doğru orantılıdır.

Tekrar sene 1949 olsun.
Yer Ohio Havacılık Merkezi
Proje: MX981
Amaç: Kaza güvenceli uçak koltukları tasarlamak
Kahramanlar: Bir teknisyen, Mr. Stapp ve Mr. Murphy

Stapp'in bir ivme ölçüm aleti var (muhtemel çiftliğinde kuzuları da). kritik bir deney yapılıyor. Stapp saatte 1000 km hıza çıkacak ve 1,3 saniye sonra da bu işten sağ kurtulacak. İvme aleti bu test sırasında bozulur, Stapp delirir, aletin mucidi kahramanımız Murphy'i arar ve sorunu çözmesini ister.
Murphy bakar inceler ve ne görsün? Şapşal teknisyen aleti yanlış bağlamış.
Ve sıkı durun Murphy ünlü cevabını veriyor:

"Bir işi halletmenin birden fazla yolu var ise ve bu yollardan biri terslikle sonuçlanabilecek ise, biri gelir ve bu yolu deneyiverir."

Zaman geçer, MX981 projesi hayata geçer, Mr. Stapp projenin yüksek güvenlik standartlarını bir basın toplantısında anlatırken Murphy'nin bir kanuna her daim sıkı sıkı bağlı kaldıklarından bahsedir, acar muhabirimiz (muhtemel Taner'dir) sorar bu kanunun ne olduğunu. Stapp'te der ki:

"Ters gidebilecek bir şey var ise, ters gider."

Amerikan Havacılık sanayisi bu deyişi pek tutar, hemen reklamlarında kullanır. Sonra yürü ya kulum...
Yürüyen sadece kanun yanlış anlamayın, Murphy'cik olanca tokluğu ile bu işten bir pay almamış, karısına da "hayatın bu tarz gerginlikler için fazla kısa olduğunu" söylemiş ve bir bardak buzlu suyunu içivermiş. Ms. Murphy'nin bugün en üzüldüğü ise kaderci olmayan bir sözden teeeeee bugünlere gelmiş olmak.


Not: Yazı kaynağım Ağustos 2009 GEO dergisidir, yazının
tamamını okumanız şiddetle tavsiye edilmektedir.


Bir Kitap Okudum 2 - Jennifer Armstrong/Ellerimde

Bir ara başka yerde karalarken, yazdıklarımdan.
Seriye devam etme niyetindeyim
Kopyalayayım bari buraya..
Yayın tarihi: 30.08.2009

Adı: Ellerimde
Yazar: Jennifer Armstrong
Kapağı nasıl:

Nerden alırım:http://www.pandora.com.tr/urun.aspx?id=183959

Kaça alırım: 12,75 TL

Türü: Biyografik Roman

Neden bahseder: Irene Gut Opdyke Polonya işgal edildiğinde 17 yaşında, hemşirelik okulu öğrencisi bir genç kızdır. Alman ordusunun Polonya'ya girmesi ile birlikte genç kahramanın hikayesi başlar. Tecavüze uğrar, kaçar, Almanlar için çalışır, Yahudileri saklar, çalışır, ailesini bulmaya çalışır, Amerika'ya döner, evlenir, 30 küsur sene boyunca Amerika'da İkinci dünya Savaşında geçen kendi hikayesini anlatır.
Kitabın çevirisi Zeynep Heyzen Ateş tarafından yapılmış, çok başarılı bulduğumu söyleyemem, zira okurken zaman zaman fırlatıp atmak istedim elimdeki kitabı.
İkinci Dünya Savaşı tutkum galip geldi, her şeye rağmen bitirdim kitabı.

Bir Kitap Okudum 1 - Oğuz Atay/Bir Bilim Adamının Romanı

Bir ara başka yerde karalarken, yazdıklarımdan.
Seriye devam etme niyetindeyim
Kopyalayayım bari buraya..
Yayın tarihi: 30.08.2009

Bir de böyle bir seri olsun dedim. Hepimiz iyi kötü okuyoruz devamlı, okuduklarımızı seviyor veya can sıkıcı buluyoruz. Hem bir başvuru kaynağı gibi elimizin altında bulunsun, hem de x kitabı okudum süperdi abinin az ötesinde dolanalım dedim. Okumak konusunda kal geldiğinde de dürtükleriz belki birbirimizi.
Kaldı ki ben biyografilere, son zamanlarda özellikle, duyduğum obsesifliği sizlerden alacağım tavsiyelerle biraz savuşturabilirim belki.
Hadi Bismillah...

Adı: Bir Bilim Adamının Romanı
Yazar: Oğuz Atay
Kapağı nasıl:
Nerden alırım:http://www.pandora.com.tr/urun.aspx?id=1297
Kaça alırım: 13,73 TL
Türü: Biyografi
Neden bahseder: Mustafa İnan'dan
Kimdir Mustafa İnan: 1911 Adana doğumlu, 1967 Almanya ölümlü. Öğrenmeye, çözmeye ve öğretmeye adanan bir hayat. Teknik Üniversite'nin temelleri atılırken var olanlardan. İnşaat mühendisi. Tüm hayatını akademisyen olarak sürdürmüş. Fakiriz biz, şehrimde Oxford vardı da ben mi okumadım? sorusunu sormayan adam.
Seyyar posta memuru bir babanın çocuğu. Adana'da 4 yaşında damdan düşerken aklına gelir mi idi bir gün rektör olacağı, yurt dışına gidebileceği, profesör olabileceği?
Tamamı yatılı okullarda geçen bir öğrenim hayatı. Bozuk bir sağlık, çok sigara, hatırı sayılı alkol. Sorumluluk bilincini hiç kaybetmemiş bir insan. Mevkilerin güzelliğine aldanmama, bakanlık koltuğunu red ediş.
Sanatın her dalına merak, yaşam sanatına merak.

Kendi sözleri biraz fikir versin size:
Faydasız ve lüzumsuz bilgilerle kafayı yükleme konusu yersizdir. Birçoklarımız yalnız salim bir kafayla her şey hakkında fikir yürütülebileceğini zanneder. Halbuki bilgi eksikliği ekseriya yanlış sonuçlar verebilir.
Evet aklı selim lazım, fakat barut gibi de bilmek gerekli.

Çocuklarımıza durmadan tekrarlıyoruz: Muhakkak yabancı dil öğren! "Düşünmeyi öğren!" derseniz bir hakaret oluyor. Düşünmeyi öğrenmek de, herhalde yalnız düşünmenin kanunlarnı bilmek değildir. Belirli problemleri çözebilmek için elbette belirli bilgileri öğrenmek gereklidir; fakat bence önemli olan, asıl güçlük, problemleri kurmaktır. Çoğumuz problemleri yanlış kurduğumuz için, daha baştan çözümsüzlükle karşılaşırız.

Bilim uzun ve çetin bir yoldur çocuklar. Bilimi yarı yolda bırakmayın, olur mu çocuklar? Oppenheimer gibi hissediyorsanız, bırakın yüksek binaları başkası yapsın, büyük barajlarda başkası çalışsın. Bazılarına çok uzaklardan bile görünen yüksek yapılar kurmak çekici gelecektir. Bırakınız bu işleri öyleleri yapsın. Bazıları da insanları çalıştırmak, büyük teşebbüsleri idare etmek ihtirası ile yanarak kuvvetli olmak isteyeceklerdir. Bırakınız parayla da onlar uğraşsın. Sizin kuvvetli olmak gibi bir derdiniz yoksa, siz de Leonardo Da Vinci gibi 'Kuvvet nedir?' diye merak ediyorsanız buyrun sizleri Mekanik kürsüsüne beklerim. Çünkü bazılarına göre 'Kuvvet' para ile organizasyonun çarpımına eşittir; bize göre de kuvvet ivme ve kütleyi ilgilendiren bir büyüklüktür. Bu iki formülü birbiriyle karıştırmayın olur mu çocuklar?

Matematiği bir takım uzun ve yorucu işlemlerden ibaret gördüğünüz için de bilim çekici gelmiyor size. Sayıların ve eski Yunanca harflerin gerisinde canlı ilişkiler olduğunu sezemezseniz, sayılarla hayatın arasındaki ilişkiyi göremezseniz, matematik ve dolayısıyla fizik çalışmanın tek amacı sınıf geçmek olur.


Dursun burada...


Ben senden önce ölmek isterim. Gidenin arkasından gelen gideni bulacak mı zannediyorsun? Ben zannetmiyorum bunu. İyisi mi,beni yaktırırsın, odanda ocağın üstüne korsun içinde bir kavanozun. Kavanoz camdan olsun, şeffaf, beyaz camdan olsun ki içinde beni görebilesin Fedakarlığımı anlıyorsun vazgeçtim toprak olmaktan, vazgeçtim çiçek olmaktan senin yanında kalabilmek için. Ve toz oluyorum yaşıyorum yanında senin. Sonra, sen de ölünce kavanozuma gelirsin. Ve orada beraber yaşarız külümün içinde külün ta ki bir savruk gelin yahut vefasız bir torun bizi ordan atana kadar... Ama biz o zamana kadar o kadar karışacağız ki birbirimize, atıldığımız çöplükte bile zerrelerimiz yan yana düşecek. Toprağa beraber dalacağız. Ve bir gün yabani bir çiçek bu toprak parçasından nemlenip filizlenirse sapında muhakkak iki çiçek açacak : biri sen biri de ben. Ben daha ölümü düşünmüyorum. Ben daha bir çocuk doğuracağım Hayat taşıyor içimden. Kaynıyor kanım. Yaşayacağım, ama ,çok, pek çok, ama sen de beraber. Ama ölüm de korkutmuyor beni. Yalnız pek sevimsiz buluyorum bizim cenaze şeklini. Ben ölünceye kadar da Bu düzelir herhalde. Hapisten çıkmak ihtimalin var mı bugünlerde? İçimden bir şey : belki diyor.

Tadammmmmmmm

Bu "minik" prens bu akşam 9 itibarı ile bizim yavrumuz oluyor
Mart 2011'de yola çıkacak kardeşi de var onun. Önden abimiz geliyor işte, kardeş gelene dek alışalım, koklaşalım, yerlerimiz belirleyelim.

Mutlu oldum yine :))







PS: Fotoğraflar için çalıntı diyen olursa canını yakarım, evet kedicik Noni'nin, gelin gidiyor o yurt dışına ve Tarçın Bey artık 1 evin 1 kedisi.







Daha eve gelmediğinden fotoğrafını çekemedim henüz. Ama babası yeni kamera aldı, pehhhh çok güzel fotoğraflarımız olacak bizim

Wednesday, June 2, 2010

Pestil

Yok bu yenen pestil değil..Uyku moduna girdim sanırım yorgunum, koşturuyorum, durmuyorum, öğlen tatili yerine ofisteyim..
Hadi bakalım...

Tuesday, June 1, 2010

İskenderun

Adana'yı gördüm
İskenderun'u hiç görmedim
Ama kalbimde yeri vardır o görmediğim şehrin.
O şehirden bir adam beklemiştim ben. Çok uzun sürecek bir ilişki değildi, en baştan biliniyordu, tokat gibi çarpan gerçeklerdendi. Ama pas geçmeyi istememiştim, sevmiştim.

İskenderun hep ayrılık demek oldu bana.
Aynı geçtiğimiz gün 7 gencin ayrıldığı gibi.
İskenderun vefasızlık oldu bana.
aynı şimdi çoğumuzun yaptığı gibi.
O yavruların cesetleri soğumadı daha, ama yeşil örtüsünü örten Gazzeli oldu.

"İnsani Yardım" he mi?
Küçük çocuklar götürülerek insani yardım
İsrail'in yapmaya muktedir olduklarını bile bile, adamlar avaz avaz söylemişken hem de...

Bosna'ya değerli popolarınızı kaldırmanız için ne kadar zaman gerekmişti? Sizler için yeterince müslüman değildiler onlar.

Yapacağınız hareketin sonuçlarını, devletiniz ve kalan milyonlarca insan için hiç düşündünüz mü kahramanlık tekbirlerinizi çekerken?

Yönetenlerin basiretsizliğine hiç gelmek istemiyorum, dün Sn. Arınç'ın sözleri içimi kaldırdı. Ben böyle yönetilmek istemiyorum, sabahtan beri Recep Bey'in açıklamalarını okumak için cesaret topluyorum. Dayanamıyorum duyma ihtimalim olan manasız sözlere.

Yılmaz Özdil pek favorim değildir, ama şunu okumak lazım:

Monday, May 31, 2010

Why so serious...Ne bu ciddiyet ?

Christopher Nolan'ın Dark Knight'ini seyredince insan gerçekten bir başka oluyor..
Joker'in sözlerini tekrar yazasım geldi..
-Wanna know how I got these scars? My father was... a drinker. And a fiend. And one night he goes off crazier than usual. Mommy gets the kitchen knife to defend herself. He doesn't like that. Not-one-bit. So - me watching - he takes the knife to her, laughing while he does it! Turns to me, and he says, "why so serious, son?" Comes at me with the knife... "Why so serious?" He sticks the blade in my mouth... "Let's put a smile on that face!" And...Why so serious ?

Hayatımız gerçekten bu kadar ciddiye alınacak kadar ağır dramalar içinde mi yoksa biz mi bu dramaları yaratıyoruz ? eğer öyleyse de ne bu ciddiyet ?

10 EMİR... Hatırlamakta fayda var...

1.Karşımda başka ilahların olmayacak.

2.Kendin için oyma put, yukarda göklerde olanın, yahut aşağıda yerde olanın, yahut yerin altında sularda olanın hiç suretini yapmayacaksın, onlara eğilmeyeceksin ve onlara ibadet etmeyeceksin.

3.Yehova'ın Rab'in ismini boş yere ağıza almayacaksın.

4.Sebt gününü takdis etmek için onu hatırında tutacaksın. Altı gün işleyeceksin ve bütün işini yapacaksın, fakat yedinci gün Allah'ın Rab'e Sebttir. Sen ve oğlun ve kızın, kölen ve cariyen ve hayvanların ve kapılarında olan garibin hiçbir iş yapmayacaksınız. Çünkü Rab gökleri, yeri ve denizi ve onlarda olan bütün şeyleri altı günde yarattı.

5.Babana ve anana hürmet edeceksin.

6.Katletmeyeceksin.

7.Zina etmeyeceksin.

8.Çalmayacaksın.

9.Komşuna karşı yalan şehadet etmeyeceksin.

10.Komşunun evine tamah etmeyeceksin, komşunun karısına, yahut kölesine, yahut cariyesine, yahut öküzüne, yahut eşeğine, yahut komşunun hiçbir şeyine tamah etmeyeceksin.