Thursday, April 29, 2010

Walter Bishop


Fringe'i anlatır zati herkeşler.
Derdim Walter ile
Aşık bile olabilirim, arıza adam dürtüm fazla evet, ne var?
Bakın fotoğrafa, gözler nasıl?

Efenim kendileri Fringe dizisinin çılgın bilim adamıdır. Paralel evrene gidip gelmiş, bu sezon öğrendiğimiz gibi çocuğunun karbon kopisini oradan almış, çeşit çeşit icatlar buluşlar yapmış, beyninin bir kısmı kötü adamlarca çalınmış bu sebeple normalleşme ihtimali olmayan arızalı bir vatandaş.

IQsu 185 üzeri...
Halen büyük işleri tek başına çözerken, beynin kayıp parçası gereği mesela yolunu zor bulur, tek başına bir evde yaşayamaz
O halleri acıyla gülümsetir sizi
Bu haftalarda oğluna durumu itiraf etmeye debeleniyor, o suçlu çocuk hali sarıp sarmalama isteği doğuruyor insanda.

Kendine yaptığı ilaç karışımlarına ayrıca hastayım, insan hem bilim adamı hem über zeka olunca kendi anti depresanını kendi yaratır tabii :)
Kendisi hakkında duyduğum en güzel tanım:
"Walter Bishop Is The Greatest Tragic Figure On Television"

yeah baby

www.tepkisizkalma.com

Siirt'te yaşanan korkunç olay basına yansıdıktan sonra, bir çoğumuz çocuk istismarının bu ülkenin vahim bir sorunu olduğunu yeni fark etti. Unutmayalım ki Siirt'te yaşananlar bir ilk değildir ve eğer tepkimizi gösteremezsek son olmayacaktır.
Günümüzde çocuk istismarın en korkuncu, çocuklara yönelik cinsel istismardır ve ruhsal sorunların hat safhaya ulaşması anlamını taşımaktadır. Cinsel istismara maruz kalan çocukların yaşlara göre dağılımı incelendiğinde, %30'unun 2-5, %40'ının 6-10, %30'unun 11-17 yaş grubunda olduğu görülmektedir ve istismarcıların %96'sı erkek, %80'i de çocuğun tanıdığı birisidir.
Türkiye'deki çocuk istismarına ceza söz konusu olmasına rağmen, ihmali bir suç teşkil etmez. Bu konuyla alakalı yasalarımız Dünya standartlarının oldukça altındadır. TCK'nın 103.Maddesi Çocuğu cinsel yönden istismar eden kişi,üç ila sekiz yıl arasında,tecavüz eden kişi 8 ila 15 yıl arasında ceza alır der.104.Madde onbeş yaşını doldurmuş çocuklarla tehdit olmaksızın cinsel ilişkiye girenlere,sadece şikayet edildikleri durumlarda,6 aydan 2 yıla kadar cezayı uygun görür!
tepkisizkalma.com'a vereceğiniz destek konuyla ilgisi olan tüm kamu kurum ve kuruluşlarına iletilecek, basın kurum ve kuruluşlarının dikkatini çekerek böylesi vahim bir konuya duyarsız kalmamaları sağlanacaktır.


ve ayrıca:
http://www.tahinpekmez.org/?m=show&sa=6819 okuyunuz

Bir erkek ile aynı evde yaşamaya başlamak

Size akıl verecek bir sürü cin yavrusu vardır mutlaka.
bir sürü site ve blogda sayfa sayfa tavsiyeler bulursunuz.
Hiç birinin yapmayacağı kıyağı yapıyorum size:

Erkeğin tek renk ve desensiz veya eş desenli çorap almasını önleyin.
Çorap çekmecesi bu halde ise bunları atın, kıyın paranıza yenilerini alın.
Çamaşırları katlarken dua edeceksiniz bana.

Ya da bırakayım çıldırın

İstanbul ve Girit'ten Şarkılar


Hasretim İstanbul projesi kapsamında “Girit-İraklion Alaçatılılar Derneği Korosu” ile “Lozan Mübadilleri Vakfı Korosu" ortak bir Konser verecektir. Konserde her iki koro ağırlıklı olarak iki dilde ( Türkçe/Yunanca) söylenen ortak şarkılarımızı seslendirecektir.

Tarih: 2 Mayıs 2010 Pazar, saat: 19.30

Yer: Zografyan Lisesini Bitirenler Derneği Salonu

Adres: Sıraselviler Caddesi, Meşelik Sok.Hrisovergi Apt. No: 36/9 Taksim (Zapyon Lisesi giriş kapısının tam karşısındaki apartman)

Not: Katılım ücretsiz.

Sambuca



Double hastasıyız...
Anasonlu bir likör
Ana vatanı: Italia

shut bardaklarında servis yapıp, içine kahve tanesi atarsın, sonra yakıp söndürürsün filan
atraksiyonlu içkidir
yemek üstü candır, canandır

Molinari'yi ayrıca severiz. Direkt kahvelisini de yapmıştır sambucanın.
40 derece, fena değil, değil mi?
8 derecede mistir tüketimi.

Efenim, Sambuca'nın kelime kökü arapçaya gider, Zammut. Zammut yine anason bazlı bir içecekti.

Servis ederken, buzlu servisten kaçınmayınız, püfür püfür aromalar çıkar burnunuza, şayet beyazını içiyorsanız içine bir iki çay kaşığı kahve atıveriniz, duacım olursunuz.

Kokteylleri de olur bu abimizin, size Lamborghini ile varda edeyim, elinize geçti mi haber edin, daha tarif bol bizde:
25ml Bailey's Irish Cream
25ml Blue Curacao
25ml sambuca
25ml cointreau
sambuca ve kontröyü bir karıştırın cam bardakta
curacao ve baileys ayrı bir bardakta olacaklar

sambucalı karışıma bir alev aldırın ve 3 saniye bekleyip içmeye başlayın
bu esnada başka bir arkadaşınız bardağınıza baileysli karışımı boşaltacak

alevli ağlenceli
dikkatli olun, kaşları kirpikleri kaptırmayın

Rejim rejim

1000 kalori altında sadece metabolizma durdurur, kas eritirsiniz
Kas yapmadan yağ yakmanız zor
Yani bir zahmet ağırlık çalışmaları ve cardio yapacaksınız
o haplarla bir halt olmaz, sağlık bakanlığı onaylı hap gördünüz mü hiç?

Zayıflama da mucize yoktur
7000 kalori yakarsan 1 kilo verirsin
günde 1 kilo verdim, heyoooo nun anlamı için şimdi kafanı yor bakalım

Rejim yapmadan beslenme uzmanına git, kendinin doktoru olmak için kasma; olmaz öyle bu işler.
Halanın kızının bilmem nesi belki elma sirkesi ile zayıflamıştır ama %115 yalandır o gelen bilgi
Aç kalmak rejim yapmak değildir, bi kalem geç o işleri

aşağıdaki liste yaklaşık 1100-1200 kalori arasıdır
üzerine spor yapman gerekir
12 bardaktan az olmayan su içmen gerekir
kola kahveye sınır getirmen gerekir
sabah kalkar kalkmaz 1 bardak çay suyundan biraz daha ılık su, arkasından 1 bardak soğuk su

sonra 1 saat içinde:
2 porsiyon peynir (veya 1 yumurta, 1 porsiyon peynir veya yarım bardak normal süt ve yumurta)
2 dilim kızarmış tercihen ekmek
bol salata (evet, sabah bile salata)

veya Sutlu kahve ve 1 ince dilim sade kek

veya Bir kase yogurt, bir dilim ekmek, bir meyve

veya yarım bardak süt + 4 kasik musli

2 saat sonra 16 fındık veya 8 badem veya 2 tam ceviz ve bir meyva

öğlen
1. 2 dilim ekmek veya yarım simit veya 4 kaşık pilav veya 1 koçan mısır veya çeyrek pide veya 1 hamburger ekmeği

2. bezelye nohut türevi yiyeceksen 9 yemek kaşığı ölçüde / zeytinyağlı yiyeceksen 12 yemek kaşığı / etle pişmiş sebze yiyeceksen 8 yemek kaşığı / salata şart az yağ ile
veya
et yiyeceksen tavuk göğsünün 3/4ü, derisiz / bir dilim palamut / 2 uskumru / bir lokanta porsiyonu hamsi / 2 baget tavuk, derisini yemeyeceksin / 1 adet sosis / 2 yumurtadan menemen

3. salata az yağlı
4. 1 su bardağı yoğurt

saat 4 gibi
1 tost ve 1 ayran
veya 1 paket diyet bisküvi
veya
1 kucuk kase yogurt, bir meyve veya iki yarim degisik renkli meyve
veya 2 top dondurma
veya 200 ml meyvalı süt (çikolatalı değil)
veya yarım porsiyon sütlü tatlı


akşam:

1 kase corba, balık ızgaralı salata, 1 dilim ekmek
veya Sogan ve domatesle pisirilmis 1 porsiyon yagsiz et, 1 dilim ekmek, salata
veya 1 porsiyon izgara et - 1 adet haslanmis patates -1 kase yogurt

yatmadan 2 saat önce:
1 bardak süt veya 1 bardak yoğurt


günde min 12 bardak su
öğün atlanmayacak
günde 1-2 kahve veya light coke izni var
meyva mutlaka günde en az 3 elma kadar yenecek yada günde 1,5 bardak portakal, nar, havuç veya ananas suyu

Spinning

Ayhan Abi'nin kulaklarını çınlatalım: hastasıyım

yaktırdığı kalorinin, salgılattığı endorfinin, enerji tüketişinin hastasıyım efendim
konu ile ilgili en güzel yazılardan biri:

Evin yakinindaki spor merkezine ulasiyorum... Ne isim var benim burda aksam aksam diye soylene soylene basvuru burosuna yuruyorum... “Ben tekme ile ilgili bir spor icin gelmistim deneme dersim var” diyorum... Michellin’n sembolu gibi bogum bogum vucutlu bir adami isaret ediyorlar, gidiyorum, merhaba benim sizinle deneme dersim var diyorum, icimden kendimi bir yil sonra boyle bogum bogum hayal ediyorum...Ne isim var benim burada diye sormayi surduyorum icimden...

Michelin’in benden hic haberi yok... “Ben deneme dersi hic yapmam” diyor, “iyi bari, ben gideyim o zaman” diyorum... Tam o sirada, bir Yunan heykeli giriyor iceriye... “Marco, bana deneme icin bir doktor bayan gelecek, sen salonu goster ben geliyorum hemen” diyor... “Siz tekme atmayi mi ogretiyorsunuz?” diyorum yunan heykeline, “hayir ben spi.... ogretiyorum” diyor... “Hah iste ben de o spi... yi ariyordum, benim icin Carlo randevu almisti” diyorum... “Iyi de spi.... tekme atilarak yapilmaz ki..” diyor... Ellerimi birbirine vurup, “olsun, cok iyi yumruk ta cakarim” diyorum... Kararliyim, bir cakacagim, bulutlari, korkulari, tasalari, birikmis islerin agirligini dagitacagim...

Gulumsuyor, gel bakalim diyor... Pesinden yuruyorum...
Oyle bir vuracagim ki, artik neye vurulacaksa, dunyayi dagitacagim...

Bisikletlerle dolu bir odaya giriyoruz... Etrafima bakiyorum, duvara kafa filan atmayacagiz insallah diyorum icimden...
.
Yunan heykeli, lacivert beresini cikartiyor, dupeduz kel ama olsun o kadarcik kusur, Yunan heykellerinde de bulunur diyorum icimden ve gobeklerini, kilolarini, yaslarini hicbirseyi kendilerine engel gormemeyi basaran erkeklerin sacsizligi bile cool bir goruntu, hatta karizma haline getirmis olmalari nedeniyle karsilarinda bir kez daha saygiyla egiliyor, dizlerinin arkasindaki cukurda bile selulit bulabilen ve bu yuzden depresyonlara giren hemcinslerime uzuluyorum...

Yunan heykeli, “sen doktorsun aslinda ama yine de aciklayayim” diyip kalp hakkinda, dolasim sistemi hakkinda bir suru soru sorup, ic bayici aciklamalar yapiyor, sonra beni bir bisikletin yanina cagirip, belimin hizasina bakarak seleyi ayarliyor, gidonu egip bukuyor, hadi bakalim diyor...
Ne hadisi, bisiklete mi vuracagim yani diye dusunuyorum ama soylemiyorum...

“Ben buraya ne sporu yapmaya geldim?” diyorum...
Spi... diyor...
“O da ne ?, yavas yavas soyle” diyorum...
S-p-i-n-n-i-n-g diyor...
Eeeeeeeee... diyorum,
İste pedal cevireceksin, yokus yukari, yokus asagi, duz zeminde, tasta , kumda...


“Hadi ya !... Ben gidiyorum, bu muydu yani ?”diyorum...
“Hadi cik seleye, dene” diyor...
Bu cok nazik bir Yunan heykeli, ustelik adimi 15 senede dogru soyleyen 2. insan... Sirf onun hatirina bisiklete de binilir diyorum... Zaten pedal cevirmekte ne var ki....?
Yazik oldu benim tekmelere...

Salon yavas yavas doluyor... Muzik basliyor, onceleri tuy gibi olan pedallar agirlasiyor, bisiklet kursuna donuyor, aynadaki yuzum perisan, elimle yeter diyorum, o bana sakin durma, bizim yaptiklarimizi yapma ama sakin durma diyor...

O kadar yoruluyorum ki, dusup yere yapisacagim kaldiramiyacaklar... Ne tarafa dussem diye sagima soluma bakiyorum, “Mehtap basini kaldir karsiya bak” diye emir geliyor yuksek makamdan, cunku o yuksek bir kursudeki bisiklete biniyor arada gelip benim nabzimi kontrol ediyor, su ic diye ikaz ediyor...


Perisanim... Soyledigi hicbir seyi anlamiyorum.. Yanimdaki cocuk, benim bisikletimin ustundeki kollari, dugmeleri cevirip duruyor, anladigim tek sey, Yunan heykeli HEP HEP deyince seleden kalkip ayakta pedal ceviriyorsun, bir daha HEP diyor oturuyorsun... HOP demiyor, YEP demiyor, anlamsiz bir sekilde HEP HEP diyor... “Hepi yuttum ben zaten, gelin kurtarin beni” diyorum, kendi kendimi gulduruyorum....

Ders bitiyor, bisikletin uzerinden inmeye bile halim yok... “Birakin beni ben burada uyuyacagim” diyorum... Guluyor herkes...


yeni deneyecekler:
- selenizde sorun yok, boşuna hocayı taciz etmeyin, 3-4 dersten sonra poponuz nasır tutunca o acı kalmayacak

- ilk derste tam başarı beklemeyin, önceden süper bacak kasları yaptı iseniz, kondisyonunuz tavanda olsa bile

- 10 dakika sonunda bisikletten inip kaçmayın, her şeyi yapamamak normal, sabırla pedal çevirmeye devam, bir kaç haftaya kendinize inanamayacaksınız

- hiç bir şey kafanızı bu kadar güzel yapmayacak, mazoşist yönünüzle tanışacaksınız

- haftada 3 gün mutlaka yapın

- ilk zamanlar diz ağrılarınıza en iyi gelecek şey buz, ilaç işe yaramaz, boşuna kasmayın

- 50 dakika sonunda hakkı ile yaptınız mı harcadığınız kalori 600-850 arası. 1 kilo yağ 7000 kalori yakımı ile gidiyor, 1 saat yürüdünüz mü hızlı tempoda 300-350 kalori harcarsınız en fazla

- kalçalarınızın alacağı şekle kefilim, taş olacaksınız taşşşşş

Wednesday, April 28, 2010

Alanis Morissette - Hand in My Pocket

I'm broke but I'm happy
I'm poor but I'm kind
I'm short but I'm healthy, yeah
I'm high but I'm grounded
I'm sane but I'm overwhelmed
I'm lost but I'm hopeful baby

What it all comes down to
Is that everything's gonna be fine fine fine
I've got one hand in my pocket
And the other one is giving a high five

I feel drunk but I'm sober
I'm young and I'm underpaid
I'm tired but I'm working, yeah
I care but I'm worthless
I'm here but I'm really gone
I'm wrong and I'm sorry baby

What it all comes down to
Is that everything's gonna be quite alright
I've got one hand in my pocket
And the other one is flicking a cigarette

What it all comes down to
Is that I haven't got it all figured out just yet
I've got one hand in my pocket
And the other one is giving the peace sign

I'm free but I'm focused
I'm green but I'm wise
I'm shy but I'm friendly baby
I'm sad but I'm laughing
I'm brave but I'm chicken shit
I'm sick but I'm pretty baby

And what it all boils down to
Is that no one's really got it figured out just yet
I've got one hand in my pocket
And the other one is playing the piano

What it all comes down to my friends
Is that everything's just fine fine fine
I've got one hand in my pocket
And the other one is hailing a taxicab...

İç Hesaplaşma

Kapanmak istemeyen bir hesabım var benim. Kendimle başbaşa kaldığımda, kendi sesimle monolog kurduğum, kurduğum cümlelerle kendi kendime cebelleştiğim, kendime hesap sorduğum, kendime cevap verdiğim, kendimi avuttuğum ama aslında hakikaten kendimi tükettiğim bitiremediğim iç hesaplaşmam..
Kendi sesimi dinlemekten bu kadar bıktığım bir zamanı hiç hatırlamıyorum.
O kadar kendi sesimden bıktım ki sonunda hayatımın hiç bir (boktanları da dahil olmak üzere) devresinde almadığım antidepresanları kullanmaya başladım.
Sonuç : - OH BE!
Valla buymuş huzur..Ne kadar iyiyim bilemezsin, bitmek bilmeyen bir plak çızırtısından kurtulmak..
Tavsiye falan da ettiğim yok herkesin durumu kendine özel.Ben benimkiyle bu şekilde başa çıkabildim aksi takdirde kendimi tükettiğimin farkına varabildim..
Ben iyi olmazsam bana kim bakacak ?
Gerçekten bir ben varmışım benden kıymetli..Bencil olduğumu biliyorum, canımın tatlı olduğunu da biliyorum ama hiç kendime değer vermediğimi keşfettim..

arabesque, içelim açılalım

Günün bombası boyun damarları tıkanmış anne, beyin hasarları vs olunca içelim açılalım mode on durumuna geldim.

Kelem efendiden ricalarıma rağmen almadığı Işın Karaca Arabesque albümü ise girdi cd çalarıma. Ne iyi etti girdi...



Müzik danışmanı Selami Şahin, aranjör Selim Çaldıran
Neler var derseniz:
Mavi Mavi
Kim bilir
Yalan
Tanrım beni baştan yarat
Dilektaşı

İcrada Selami Şahin varlığı hissediliyor hissedilmesine, ama hoş... Oldukça hoş
Mest oldum diyemem, ama bir de içki eşliğinde deneme lazım

Şurdan alabilir veya d,nleyebilirsiniz:
http://www.powerclub.com.tr/albumdetay.jsp?Id=11555

Özgürlük ve Halkla İlişkiler...




Aslında herşey “seçme” ya da “seçmeme” özgürlüğümüzden kaynaklanıyor. Gündüz Vassaf’ın Cehenneme Övgü’sünde örneklediği; “Bir ABD vatandaşının bir alışveriş merkezinde, bir gün içinde yaptığı seçimlerin sayısı; Asyalı bir köylünün köyünde yaşarken bir ömür boyunca yaptığı seçim sayısından fazla olabilir” çıkarımı, aslında dönüp dolaşıp bizi çağımızın mesleklerinden birine, Halkla İlişkiler’e getiriyor.

Peki nedir bu Halkla İlişkiler? Bir Halkla İlişkiler şirketi; kavram olarak önce kendisini, sonrasında da hizmet verdiği kurumu, otomatik olarak halktan soyutlar. Halk ve bu iki şirket, iki ayrı taraf haline gelir. Gelmezse, “halkla ilişkiler” bütünlemesinin sözcük anlamı ortadan kalkar zaten. Bu artık bir “dış iletişimdir”... X firmasının halkla arasındaki ilişkidir.

Halkla ilişkilerin ana amacı, seçme ya da seçmeme özgürlüğüne doğrudan müdahale etmektir. “Bu ürünü, bu hizmeti seç. Çünkü....” ile başlar bu süreç... “Onu seçme, bunu seç!”

Teknolojinin ve rekabetin giderek sınırsız bir dünya düzeninde, global olarak gerçekleştiği günümüzde; ürün ve hizmetlerde farklı “seçilebilirlik” kriterleri oluşturulması zounlu hale geldi. Aslında Halkla İlişkiler de işte tam bu noktada devreye girdi. Teknolojik olarak birbirinin aynısı iki bulaşık makinesi arasında seçim yapma kriterleri, o makinenin hayatımıza kattığı birincil işlevin dışına itildi, başka bir yere oturtuldu. “Görevi zaten bulaşık yıkamak, bu önemli değil. Asıl önemli olan çevreye duyarlı oluşu”... “Evet, bu bulaşık makinesi ama tasarım ödülü sahibi”... “Biz de aynı bulaşık makinesini yapıyoruz ama genç tasarımcılara destek veriyoruz”... Bla bla bla...

Sonunda ulaştığımız nokta ise sadece tüketim... Şunu kesinkes kabul etmeli ve böylece en azından rahatlamalıyız ki; tüketmeme gibi bir özgürlüğümüz yok. Seçme ve seçmeme özgürlüğü, konusu ne olursa olsun tüketim ile başlıyor. Zinciri geriye doğru izlediğinizde, aslında özgür olmadığımız, dayatılan, totaliter bir “tüketeceksin” baskısından; kendimizi “birey” sanacağımız bir “seçme özgürlüğüm var” cümlesini çıkarmak, bizi rahatlatıyor ve güç veriyor.

Daha doğar doğmaz üzerimize yapıştırılan ve seçemediğimiz etiketlerimiz var zaten. Din, dil, ırk, cinsiyet gibi... Zamanla bu kulüplerimizi değiştirsek bile, genelimiz ilk yaftası ile yaşayarak ölüyor. Bu nedenle, kalan herşeyde “seçebiliyormuş” gibi davranmayı seviyoruz. Yürümeyi, bir takım tutmayı, kitap okumayı, eşi ve işi ve daha birçok şeyi seçmenin altında yatan ana unsur, tüketim... Halkla İlişkiler ise işte bu “mecburen” seçeceğimiz ya da seçmeyeceğimiz hemen herşey için, bir çeşit “kur yapıcı”, “ilişki inşa edici” roller üstleniyor.

Sözün özü: Mecburen yapılan seçimlerle özgürmüşüz gibi yapmak, artık bizim bir parçamız. Kendimizi iyi hissettiğimiz binlerce model içinden birini seçiyoruz. Marka giyinmeyi, roof’ta bir şeyler içmeyi, eve yürüyerek dönmeyi, X model otomobil almayı, şu yazarı okumayı vb... Bu modelleri üstümüze cuk oturan bir kesimle ve maharetle diken Halkla İlişkiler, aslında hiç de haute couture işler çıkarmıyor. Bir sürü seri üretim elbise içinden birini senin, birini benim için daraltıp ya da genişletip, üstümüze uygun hale getiriyor. Aynanın karşısına geçip kendimize baktığımızda ya “çok güzel olmuş” diyoruz ya da biraz daha bireyselleşme ihtiyacımız kaldıysa, “şurasını şöyle yapsak?” diye fikir belirtiyoruz. Böylece “seçiyormuş” havasına sokabiliyoruz kendimizi... Gerisi laf-ı güzaf...

Tuesday, April 27, 2010

Yemek ve Hayat..Hepsi aynı pakette midir ?

Bazen raftan ayrı ayrı alıp, paralarını da ayrı ödeyesim geliyor.Böylelikle hepsine ayrı kimlik vermiş olmayı istiyorum.
Paketi de çöpe atasım..

barbapapa (tonton ailesi)

ehuhuhuhuh
ağlamak istiyorum
biraz evvel bir blogda gördüm ve tekrar hafızama kazındı

70li yıllarda doğan bizler için siyah beyaz tonton ailesi, dünya için barbapapa


Hop hop hop değiş tonton
aileyi hatırlayalım tekrar:
Barbapapa

Barbamama
Barbabravo

Barbabright

Barbazoo

Barbabeau

Barbabelle

Barbalala

Barbalib


Renkli seyretmek istiyorum ben bunları tekrar, bulun buluşturun bana ulaştırın
Annem bana bunların çarşaf takımlarından almamıştı, ondan bozuk yetiştim ben; ilk barbimi de benim 18. yaş günümde aldı
neyse, uzun hikaye

Her Boku Bilen Adam

http://herbokubilenadam.blogspot.com/2010/04/2-yuz.html

okuyun bu yazıyı
ellerine sağlık, beynine bereket

Van Kahvaltısı ve Moda Ali - 23 Nisan

Efenim mahşerin 4 atlısı olan elixir, seden, derkenar ve uruk bey zaman zaman kahvaltı sofralarında buluşur; zaman zman formula eşliğinde pazar günleri Derkenar Bey'in mutfağından yerler.

23 Nisan günüsü, Uruk bey keyfi ektiler bizi, Derkenar Bey yine iş peşinde idi takip edemediğim vilayetlerden birinde. Ama güney olmalı çünçüküm dönüşte efimize kuru patlıcan, biber, nar ekşisi, sumak ekşisi, antep peyniri, ve toz biber getirdiler.

Neysem ney, biz elixir bey kardeşim ile kendimize program yaptık. Ben kurtulamadığım virus yuzunden sıkıntıdan delirmek üzere idi, elixir de herhalde beni çok özlemişti :P

Neyse, sabah kendimize kahvaltı mekanı aradık, ben bir kaldırıma zarar verdim filan derken, Feneryolu BP karşısındaki Van Kahvaltı mekanına gittik.
25 törkiş lira karşılığı adam başı 4 küsur çay, peynir, petek bal, kaymak, murtuga (bi şey unu yumurta yağ karışımı, ben pek sevdim, 2 tane yedik bundan), haşlanmış yumurta, domates, salatalık, zeytin, gül reçeli, pide, menemen yedik. Evet evet öküz gibi yedik. Fotoğraf çekmedim, çünkü yazacağımı düşünmemiştim, anı yaşıyorduk o esnada :P
Servis elemanlarında hafif retard bir hava olsa da, manzarası olmasa da bence yine gidilir, biz gideriz.

Murtuga nedir denir ise:

Malzemesi:
Tereyağı 250 gr
yumurta 4 adet
1 su bardağı un.

Yapılışı:
Bakır bir tencerede yağ eritilir. Yağı kızdıktan sonra unu azar azar dökülerek iyice karıştırılır, hafif sarı renkte kavrulur (buna çörek içi denir), diğer tarafta bir kasede çatalla çırpılmış yumurtalar çörek içinin üzerine gezdirilerek dökülür, bu esnada yumurta çörek içine karışır ve kabarır, fazla dağılmamasına dikkat edilerek çatalla çevrilir ve diğer tarafın pişmesi sağlanır.Servis tabağına alınır, genellikle bal yada reçele yenir.




Yazının tam bu esnasında, +35li numara bana çağrı attı... Aramam şekerim, biliyorum sizins ervisleri ben

Neyse, oradan sonra gittik biz Moda'ya, önce Ali'den dondurma, yalana yalana sahilde yürüyüş. Elixir beyefendi bu esnada kapalıların dondurma yiyişleri ile beni kırdı geçirdi, buldugunuz eyrde taklidini yaptırınız, manzara muhteşem :)

Moda'dan dönüşte güzide bloggerlardan Hesionka hanımefendi ile zevci Lore beyi gördüğümü sandım ve elixir beye aha LBP için konuştum dediğim beyefendi ve eşi bunalr sanırsam didim. Gözüme hayran kaldım, zira dün Hesionka hanımın yaptığı post ve resimelrde gördüm ki evet evet gördüklerim kesin onlardı. Sebzeli lazanya yapmışlar :(
Bilse idim ben şık bir hareket ile el frenini çeker, kendimizi tanıtır, arkamdaki arabalara aldırmadan ne kadar sevimli ve zararsız oburcuklar olduğumuzdan dem vurup kendimizi yamardım belki yanlarına. Hem walla mutfakta iyiyimdir, belki güzel salata filan yapardım onlara, olmadı bir tatlı...

Dollhouse

Joss Whedon abinin yapıtlarından biri daha...
Daha önce ne yapmıştı? Buffy ve Angel yeter mi?
2012'de The Avengers yönetecek, uyandırayım :)

Konudan kopmayalım, anlatacağımız Dollhouse
Rossum adında bir şirketimiz, doll'larımız, doktorumuz, ajanlarımız ve müşterilerimiz var.
Rossum "tamamen masum sebepler ile" evler işletmektedir.
Hayır, hayır bildiğiniz genelevler gibi değil. diyelim "you have a dream"
Karın öldü, ama ara ara onu tekrar yaşamak istiyorsun. gidiyorsun şirkete, bayılıyorsun parayı seçtiğin kıza karının tüm özelliklerini yüklüyorlar. İStediğin senaryoda, istediğin mekanda dilediğini yaşıyorsun dilediğin sürece ve tabii paran yettiğince.
Her Doll'un bir ajanı var, malum kontrol lazım.

En bi Doll: Echo (aka Eliza Dushku)

En bi acan: Paul Ballard (aka Tahmoh Penikett)


Neyse, kızlarımıza ve erkeklerimize devamlı yeni yeni kişilikler yazılıyor, hayat mutlu mesut geçip gidiyor
Ama Echo'muz ufak ufak kim olduğunu hatırlıyor, kendine yazılan kişilikleri hatırlıyor
Ve çok şaşıracaksınız ama special kind olduğu ortaya çıkıyor
Ya, yaaaaaa
Yine bir flashback yapalım, hocam dollar nasıl doll olmuşlar?
Şirketimizle 5 yıllık kontrat yapıyorlar efenim, teknolojinin öle bir a.k.ulmuş ki, kişilik silinebiliyor ve istenenler yüklenebiliyor
Gerçi Türkiye için gereksiz bir teknoloji bu, çok şükür bizde sistem herhangi bir kişilik gelişmesine müsade etmiyor. Kişilik yazmak ise süper kolay bir hede burada, kemiği salla, kapanan mı istersin, umreci mi istersin hemmmmmmeeeen hazır.

Neyse, tabii doll'lar sadece fuhuş amaçlı değil, her türlü tehlikeli yada süper dikkat ya da skill isteyen görevlere de gönderiliyorlar.
Dizi de duyacağınız "treatment" yükleme demek aslında, kişilik yüklemeleri.

Sadede gelirsek, ne anlatıyor dizimiz?
Geçmişin izleir kalır arkadaşım, üzerine ne baskı kurarlarsa kursunlar aşk gelri seni bulur, seks engellenemez, hiç bir sır saklı kalmaz, kötü adamlar yenilir.

Seyretmek şart mı?
Olmaz ise olmaz değil, ama seyretmiş olmak fena olmaz

Monday, April 26, 2010

Little Big Planet

Pek sayın, sevgili, hatırşinaz Kelem Efendi ile beraber yaşayalı beri, çok şey değişti.
Ben ki ne bilgisayar oyunu, ne atari, ne wii ile baştan çıkarılabilmişim, bu kötü çocuk playstation hadisesine Little Big Planet ile bulaştım. Hatta sanırım biraz bağımlı oldum çok lazımmış gibi...

Nedir bu Little big Planet?
Platform türü bir oyun. İlk bakışta çocuk oyunu şekerim bu, mario gibi atlıyorsun zıplıyorsun topluyorsun puzzle yapıyorsun aha da bu diyor ve aynen yanılıyorsunuz.
Önce bir sack boy/girl'ünüz var. Kendisi oyun başında gayet çuval görünümlü.



Oyunumuz süresince toplayacağınız ıvır zıvırlar ile kendisini gayet süslü püslü hale getirebiliyorsunuz, such as:



Oyunumuzu tek başınıza oynayabileceğiniz gibi, eve çağırdığınız arkadaşlarınızla 2 ya da üstü kişi ile veya online bağlanarak başkaları ile oynayabilirsiniz. Ki oynayınız, eğlencenin dibine vurulduğu anlar bu anlar. Birbirini tutmalar, itmeler, engellemeler derken vakit su gibi, kavgalar ve kahkahalar biçim biçim.
Bir de oyunda bazı bölümler 2 ve üstü player ile oynanabiliyor, ve orada saklı objectler var. bu objectler için extra kafa olmaz ise olmaz.

Oyunumuz bölüm bölüm ilerliyor:
ilk açtığınızda karşınızda 3 opsiyon var: ya oyuna başlarsınız, ya online bağlantı ile diğer kullanıcıların hazırladıkları oyunu oynarsınız ya da kendi oyununuzu yaratırsınız. 1 ve 3 nolu opsiyonlar oyunda size bir endless durum yaratıyor, bıkmıyor, bıkamıyorsunuz. ama oyunun yenisi yine de çıksın!!!!

Oynayacağınız ilk bölüm The Gardens.

En lay lay cocuk oyunu la bu akşama biter bu oyun diyeceğiniz yer. Bölge olarak Avrupa'da geçiyor diyelim.
Sonra The Savannah, olay afrikada geçiyor, ateşler bizonlar filan derken yavaş yavaş olaya kaptırıyorsunuz kendinizi.
Bunu da mı geçtiniz? süper, şimdi güney afrikaya gidebiliriz, Frida'nın düğünü var, an be an delirtse de sizi düğün aksilikleri kapıldınız LBP rüzgarına artık, geri dönüş yok.
Ardından Mexica'ya uzanacaksınız, The Canyons. Sheriff Zapata'ya saydıracağınız anlar gelecek ama bir kaç oynamada işlem tamam olacak.
Geçtiniz Metropolis'e, artık Kuzey Amerika'dasınız. Araba yarışlarımız başlamıştır.
Bitirdiğiniz an yolunuz düşecek Japonya'ya: The Islands. O beyaz uyuz zerzevatları düz yürüyerek geçeceğinizi benim gibi geç fark edersiniz, az bi kastırır, 10 üzerinden 5,5 diyelim.
Hindistan'a uğramadan olmaz tabii, görsel olarak pek neşeli bir bölüm bu.







Benim gibi acemi değilseniz ilk oynayışta bölümü geçme ihtimaliniz yüksek. Arada geri dönüp oynadığımda burada mı takıldım ben yahu diyorum şunun şurası 1 aylık geçmişim ile.
O da ne? son bölümde misiniz yoksa???? Ne çabuk değil mi?
Ne dediniz? 2 güne biter mi oyun?
Ahahahahahah en eğlendiğim an bu an
The Wilderness. Adını boşa koymamışlar... İlk oyunu o gün halledersiniz, ama ikinci oyun için sabır sınırlarınız çokkkkkkk zorlanacak. Yardıma ihtiyacınız olursa el edin, online oynar size kıyak yaparız ücret mukabili meheheheheheheh
Beleşe yok!!!!! Bunker ananızı ağlatacak, sorry guys



en sonunda oyun boyu kurcaladığınız karakterleri sibirya'dan kurtaracak ve bitişin o iğrenç sakinliğini yaşayacaksınız. 41 oyun bitirdiniz, tebrikler.



Ya sonra? biraz bekleme, biraz kendi oyununuzu hazırlama, biraz diğerlerinin emeklerini değerlendirme.

3D Yayın ve uzun süreli seyirde oluşabilecek riskler

Sevgili okuyucu,
Biliyorum daha evinde HD televizyonu bile zar zor seyrederken üstüne bir de 3D televizyon çıkınca sende afalladın.
Haklısın bende afalladım lakin Samsung'un 3D lansmanı yaparken Avustralya'daki samsung'un yerel web sitesindeki uyarıları da dikkate almayı tavsiye ediyorum.

Uzun süreli 3D seyretmek sağlığa zararlıdır, özellikle göze, ailede epilepsi riski varsa seyrederken dikkatli olun demişler..Abartıp şöyle de devam etmişler:
3D modunda da etkiler sonra, oryantasyon bozukluğu, göz yorgunluğunu tutması, algısal düşüklüğe neden olabilir  Bu kullanıcıların bu etkilerin ortaya çıkma olasılığını azaltmak için sık sık molalar önerilir

Tabii ki şunu da düşünmekte fayda var, 3D televizyon almak 3D seyretmek için yeterli değil, daha buna uygun yayın bile yok.
Normal yayınlar bile kaliteli değilken, üstüne HD yayınlar bile azken bir de şımarık TV üreticileri sanki 3D yayın varmış gibi malını satmaya çalışıyor..Sanki 3D TV alınca görüntü de 3D olacak..daha neler!
Oha diyorum !
YAYIN YOK..bu neyin acelesidir anlamış değilim :)
YAYIN YOKKEN NE 3D'si alo diyorum size...Kanmayın bu oyunlara..