Saturday, October 2, 2010

Özet özet

- Pazartesi sabahı 2 saati aşan sürede işe varmak sanki dündü, ne çabuk bitti hafta...

- dikişler son 2 gündür daha hızla erimeye başladı, vücudun tuttuğu su nihayet gitmeye başladı, gaz problemini sanırım aştım. İlaçlar hala problem, sevmiyorum arkadaş, zorla mı? Önümüzdeki ay daha güzelleri gelecek gerçi, 6 ay nasıl geçecek bakalım...

- Bir daha bir daha bir daha: dağınık insanları sevmiyorummmmmmm

- bir işi yaparken 3 adım sonrasını hesaplamayanları da sevmiyorummmmmm

- bu hafta ne yapıp edip spora geri dönüyorum, başlarım doktoruna da diğer konuşanlara da. Yaşam zevkimi aldılar elimden be!!!

- bu hafta ne yapıp edip blog beyleri ile yiyip-içmeye çıkacağım, çok özledim zira.

- sabah 7de kalkıp çalışmaya başladım, koltuk, battaniye, lap top, çay. Resmen sonbahar geldi. Geçen akşam ilk defa arabada kaloriferi açtım, bugün ilk defa salonda otururken camları kapadım.

- nihayet sert yastığıma kavuştum.

- dealextreme'den ısmarladığım kedi tüyü zımbırtısı hala gelmedi, adi ekşiciler hani 1 haftada geliyordu??? alet aha bu, pek methediyorlar: http://www.amazon.com/FURminator-deShedding-Tool-Cats-1-75-Inch/dp/B000PU31MY/ref=sr_1_1?s=pet-supplies&ie=UTF8&qid=1284999198&sr=1-1

şimdilik bu, işe dönüyorum şimdi

Thursday, September 30, 2010

işyeri adabı 2

Bunlara ek olarak benim mesela şirkette dövesim geldiği insanlar var, böyle kafa göz girip rahatlamak istiyorum ama yapamıyorum sizce ne yapayım güzin abla ?

İş Yeri Adabı

Evimiz kendi alanımız, ister pis, ister dağınık.
ancak kişiyi bağlar.
Lakin iş yerleri, ofisler umuma açık yerler, paylaşılan alanlar.
Derli toplu, düzenli ve temiz durmak zorunda.
Çok feci dosya yaparım mesela ben, her detay içindedir, kapakta neyi nerede bulacağınıza dair bir özet bulunur. Neden? Çünkü hastalanabilirim, ölebilirim, dışarıda olup ofisten bir şey istemek durumunda olabilirim, zükerim la bu işi deyip çekip gitmek isteyebilirim... Arkamdan kimse küfretmemeli, her aradığını da bulabilmeli.
Hepsinin üzerine bir de ben bir ofise girdiğimde ortalık bok gibi ise, kendi kıçlarını toplayamayan adamlar benim işimi nasıl kıvırırlar diye bir düşünürüm doğrusu.

bir kaç gündür, hem işlerimi yetiştirmeye çalışıp, hem de ofiste düzeni kurmaya çalışıyorum. İşler iyice yığılmadan düzeni sağlamak lazım ki bir şey aradığımda diğerleri gibi yığın karıştırmak yerine, elimi attığımda bulabilir olayım. Atılacak çıkanları söylüyorum:
- 3 büyük koli kağıt geri dönüşüme
- 2 büyük koli plastik geri dönüşüme
- 3 büyük koli kumaş artığı
- 1 koli yardım kurumuna giysi
- 1 büyük siyah çöp poşeti giysi kardeşe
- 1 büyük çöp poşeti giysi dükkandaki çocuklara
- 1 büyük koli kağıt, tekrar kullanmak üzere yazıcı yanına
- Tüm firma dosyalarını tekrar gözden geçirip düzenleyince 3 büyük klasör dolusu poşet dosya
- 2 klasör dolusu kağıt ayraç
- 2 kase dolusu ataş

yer 2 katlı, benim olduğum katta sadece 3 kişiyiz ve çıkanlar bunlar.
yukarı katı düşünmek istemiyorum. patron baktı ben dellendim, boya da yapalım mı deyince, dedim hemen. Haftaya boyacılar giriyor. Haftada 2 kez ofise kadın gelirken, fayanslar mutfak yağ içinde. Dedim kadına bir fırça kayabilir miyim? Eveti alınca, onları kazıttım kadına. Elinde tek bez her yeri siliyor kadın, hem masalar, hem banyo... aklım yerinden oynama raddesine geldi. İlk iş elindeki bezi atıp farklı renklerdeki bezleri verdim eline, bir kağıda da hangi renk hangi iş için yazdım, bir yandan işimi yapıp, yan gözle kadını kesiyorum.
Dip köşe her yer elden geçiyor. bilgisayar kasaları tozdan kat çıkmış üzerine.

Ve en komiği, ortalık bu halde iken, ay sigarayı x balkonda içsek koku gelmese içeri denmesi oldu. Kahkahayı koyvermişim artık. Dedim pisliğin kokusu gelmiyor mu allah aşkına burnunuza? Tozdan nerede ise birbirimizi göremeyeceğiz, önce şunu halledelim, sonra karar verirsiniz bir köşeye, ben içerim orada, sorun değil, gerekirse içmem de. Ses yok.
En acıklısı tüm ofisler kadın dolu, bir tek patron erkek. Ve pislik bu derecede...
Tamam iş tekstil, mutlaka tozumuz başkalarından farklı, arşiv yükü başkalarından farklı.
ama az bir düzen ile hal oluyor her şey.

Showroomda yerde klasörler... yukarıda atıl bir raflar buldum, şansa showroom takımı ile bir renk, getirttim aşağı, tüm klasörleri sildirdim. aksesuar klasörleri kurtuldu yerden, kartela halinde olmayan kumaşlar abuk naylon poşetlerle yerde, lan 3 kutu işi halleder. Aldım patrondan parayı, gittim ikeaya, 3 kutu hop içine kumaşlar, onları da raflara, bitti gitti.
Adam durup durup bizim showrooma iniyor aaa ne güzel oldu diye.

Nasıl işe şortla gelemiyorsam, sakız çiğneyemiyorsak, ayaklarımızı masaya uzatmıyorsak düzen de uymamız gereken konulardan biri. Kaldı ki günde 12 saatten fazla ofisteyiz.
Leş bir yerde bu kadar saatimi geçirmek istemiyorum.
Düzeni kurdum kurmasına, bakalım düzeni yaşatmak mümkün olacak mı?

Aslan yattığı yerden belli değil mi?
Prenses olup elimizi bir yere değdirmeyince adam olmuyoruz :))

Monday, September 27, 2010

Nasıl yemek pişirmeli? 2

Tembel işi lezzetli yemek zamanı bugün.

Kasaba gidiyoruz, rostoluk etimizi talep ediyoruz ve fileye koymasını rica ediyoruz.
Niye fileye koysun diyoruz? aksi takdirde et pişerken şekli şemali kayar. Sofraya şık koyacağız.

Geldik eve, filenin üzerinden bir kaç yerden ete bıçak saplıyoruz.
Evde varsa taze biberiye ne ala, yoksa bir zahmet markete uzanıverin.
sarımsakları soyun
tane karabiber
tuz
zeytinyağı
kırmızı biber
kırmızı soğan


borcama eti koyun, üzerine zeytinyağını dökün, tuzlayın
elinizle ovalayın
ete açtığınız deliklerden sarımsak ve biberiyeleri sokun
tavanızı ısıtın
eti mühürleyin, yani ısınmış tavaya atın, her yanını kahveleşinceye kadar pişirin ki etin suyu içinde kalsın

sonra alın geriye borcama eti
kırmızı biberleri iri iri doğrayın
kırmızı soğanları 3-4 parçaya bölün
atın etin çevresine
bunlara da karabiber, tuz dökün
açın fırını 200 dereceye
ısındı mı? atın eti
45 - 50 dakika sonra çıkarın fırından

suyu içinde, içi pespembe ama tam pişmiş etiniz hazır
yanına bir püre veya pilav , bir salata
işlem tamam...

Sunday, September 26, 2010

Böyle Singapur'u ben...

Öyle ya da böyle hayat devam ediyor, insan zamanla dönüyor alışkanlıklarına.
Yalnız da seyretsem yarışı adet olmuş ya yarış öncesi özel bir şey pişirmek, baktım dikiş yerleri acımıyor fazla hadi dedim gir mutfağa. Kek vardı gündemimde teeee ne zamandır. Pofur pofur keklerim kabarmaz olduydu. fırınmış sorun gerçekten, ayak üstü çırpıp attığım kabardı da kabardı. vişneli kakaolu yaptım bu kez. ekşi tatları çeker oldu canım, ama az şeker de ister oldum. vişne ilaç oldu bu duruma.

İçerideki dışarıdaki işlerimi sabah erken kalkıp hallettim, kekim pişti, colam soğudu, keyifle yarış seyretmeye müsait her durum. Ama olmayınca olmuyor işte, bu seferde yarış pek tatsız geçti.
Tek heyecan Webber- Hamilton oldu. Sempatimiz Button sebebi ile McLaren'e, yalan yok :)
Ama alışkanlıktan işte Hamilton'a da değer veririz, bokton durumlarına, hırsına yenilip yaptıklarında zarar gördüğünde üzülürüz. Kafasını kullanmalı insan değil mi efendim? Webber'in bu sene şampiyonluk için babası çıksa yola biçeceğini bilirken daha temkinli olmalı kişi. Üşendim pozisyonu geri alıp seyretmeye, nasıl olsa hakemler kurulu verecek kararı, ne görsem boş. McLaren'in elinde Hamilton gibi bir yetenek varken, puanları temkinli Button'dan alması ayrı bir komedi. Adam ne araca zarar veriyor, ne gereksiz riske giriyor.
Bu sene sanırım kontrol panelleri ucuzladı, kaza yapan fırlatıyor yere, Hamilton'da eksik kalmadı tabii. Şık hareket tamam, lafım yok. ama para be hocam, çok para hemide.

Karaktersiz, heyecansız yarışa bir renk oldu Webber-Hamilton case'i.
Son dakika Kovalainen yaktı arabayı, ahım şahım heyecan yapamadı bittabi.

Benim gibi ruhsuz, tatsız bir yarış oldu.
Hadi ben hormonları kaybettim, normal çökmem; yarışa ne oluyor arkadaş? Tamam o da canlı organizma ama bu kadar da deel be...