Friday, February 10, 2012

zevk almak

çalışmaktan zevk almak sadece işin başarısı ile değil
küçük bir teşekkürün olası en tatlı şekilde söylenmesi, devam edebilme gücü veriyor

grazie Claudia, anche tu sei grande...

yo dostum yoooooo



editörün sevgililer günü hediye seçiminden bir örnek
bsg pls, ltf, tşk

Özlemekten laf açılmaya görsün

bazı öğretmenler vardır, yollarınız tam anlamı ile kesişmiş olmasa bile bir vesile ile tanışmaktan mutluluk duyarsınız.
S. Bedon'da böyle bir hoca işte
Çocuk aklımızla bidon bidon diyerek dalgalar da geçsek, sakinliği, bizleri sevişi, anlatma çabaları ile hep aklımızda kaldı...
bugun 81. yaşını kutlarken öldüğünü öğrendik...
riposati in pace

gel de özleme

ben küçükken gebze böyle sanayi semti değildi
ağaçlar içinde küçük evleri ile şirin bir yerdi
baba tarafından dedemler çok kardeşli
gebzede büyükçe bir arazide meyva ağaçları içinde, tek katlı, ondülün çatılı, ahşap evler vardı. her ev birbirini görmez ve duymaz uzaklıkta idi. Babamlar ilk gençliklerini geçirdiler orada, 4 kardeş her kardeşte en az 3 çocuk derken kalabalığı ve curcunayı siz düşünün. Çeşitli yaşlarda bir sürü genç, arkadaşları, büyüklerin arkadaşları derken dolar taşardı her yer. birbirinin aynı 4 ev, ama her birinin içi bambaşka, ama hepsi sıcacık...
Ben orada elden ele dolaşmışım, orada ilk sosyalleşmelerim
kuzenle köpeklerin klubesinin önünden ayrılmayışımız, sabah yataktan kalkar kalkmaz fırlayıp köpeklere koşmamız ve büyüklerin ava gidip köpekleri aldıklarını gördüğümüzdeki hayal kırıklığımız...
Büyük yengeler hamarat ötesi, en az 20 kişi var her sabah, hepsine krepler, bir nevi lokma gibi olan bizlerin uçtipak'ı...
Hele uçtipak... mini mini kızarmış toplar düşünün, ortası yarılıp reçeller boşalır, ya sabah kahvaltısında, ya çay saatinde
Baklavası elmalı yapılan evler
akşam mangal, was a must.
biz şehirli çocuklar orada dalından meyva koparıp yemeyi bildik.
bizden önceki gençlerin kitapları bizi oyaladı...
bahçede bizim için koca leğenler doldu oynayalım diye
bacak kadar boyumuzla aşağıdaki evde verilen partilere sızmaya çalıştık, hiç bir şey yapamasak uzaktan dikizledik...
Denize indirdiler bizi, eskihisardan denize girilebiliyordu o senelerde.


Sonra büyüdü herkes, hayatta başka gaileler olmaya başladı,
gebze dolmaya başladı, meşhur çağla yeşili mercedes satıldı
köpekler fabrikanın bahçesine gitti
kuzenlerden biri seefeld'e gitti kocasının ardından, biri amerika'ya
bir diğeri evlendi
diğeri fransa'ya
gebze iyice doldu inşaatlarla
büyük büyük paralar teklif edildi
en sonunda yenildiler tabii
gitti evler, şimdi yüksek yüksek apartmanlar var orada
sonra döndü gidenler, ama o arada bizim yaşıtlar gitmeye başladı sağa sola
birimiz amerika'da, birimiz bologna'da, birimiz vusturya'da, birimiz ingiltere'de...
epey müddet koptuk, kppmak değil aslında her vesilede herkes toplandı, ama o yapışık hallerimiz kalmadı
şimdi teknoloji, o, bu, hastalıklar derken toplaştık yine
hergün bir şekilde birbirimize değer olduk
dün birimiz eski gebze fotoğraflarını gösterdi
hepimize anılar üşüştü tabii
zagorlar, tavlalar, kandırılmalar...

sabah kendimi aşıp kara rağmen bulunduğum mekanı terk etme cesareti gösterince, bir cesaret geldi üzerime, hani keşke gebze hala bizim gebzemiz olsa idi, bu karda hepimiz orada olabilseydik... yine şöminelere odun atsaydık, odunları dizmek için yine bizleri kullansalardı, küçücük mutfaklarda yine bir sürü kadın dolansak, babalar köşede bezik oynasa, mini mini rakı kadehleri dolansa, kahvelere eşlik etse yazın yaptığımız vişnişkolar ya da konyaklar... şam fıstıkları yine nerede ise çuvalla gelse önümüze... bulaşık saatinde eve gelen arkadaşlar cezveye sabunlu bez sürmeye kalktıklarında üstlerine atlasak yine... bizlerin evlerinde büyükler varken cezveye sabunlu bez sürülmezdi, sadece su ile yıkanırdı, ola ki değdi, atılırdı cezve, büyükler içmezlerdi o kahveyi...
şimdi artık eskimiş gelinler ve damatlar geldiklerinde şaşırırlardı o kabile haline, her kafadan bir ses çıkışına, herkesin birbirine takılmasına, kahkaha seslerine, ama şekerim ile başlayan hararetli konuşmalara, ne olduğunu anlamadan üzerlerine kalan görevlere, adetlere, kavgasızlığa...
Bizlerden sonra o kalabalık tarih olacak galiba.
2miz çocuk konusunda çürüğe çıktık
en az dördümüz evlenme niyetinde bile değil
yaşlarımız 40ları zorluyor
2 kişide umudumuz...
ama açığı kapatmak için yetmeyecekler sanki
yetmeyeceğiz...
ama güzel yaşadık be yaw, çocukluk tam olması gereken gibi idi...

Babies

hep bloglarda rastlıyordum, Babies...
dün sonunda merakıma yenilip seyrettim. diyebilirim ki dün yaptığım en mükemmel şey bu oldu.
Dünyanın 4 yanından 4 bebek: japonya - amerika - namibya - moğolistan
4 farklı kültür
4 anne
Bebeklerin doğumundan yaklaşık 1 yaşlarına kadar büyüme süreçlerini anlatıyor.
nasıl doğdular, ilk kez nasıl yıkandılar, nasıl süt içtiler, dünya ile nasıl tanıştılar.
insanı çok çarpan sahneleri var, afrikalı annenin bebeğinin ilk kakasını temizleme şekli, moğol annenin bebeğini yıkarken suyu ağzında ısıtışı, japon bebeğin oyuncakları ile oynarken girdiği ilk mini depresyon :), afrikalı bebeğin hızlı gelişimi, şarkı söylemesi, dans edişi, amerikalı bebeğin sunni yetiştirilme tarzı, moğol bebeğin hayvanlarla iç içe geçen yaşamı, saygıyı, sınır öğrenişi...

İnsanın çocuğu olsun olmasın mutlaka seyretmek gereken bir belgesel...

Thursday, February 9, 2012

kar varsa helva var - ofis geleneği....



bugün

bugün enteresan bir gün
mit müsteşarları ifadeye gidecekler/mi??? hükümete bu kadar yakın adamlar bilgilerini başvurulmak üzere mi çağırıldı? yoksa modaya uyup hapishaneleri güvenli hale getirme kapsamında içeride mi olacaklar? fethullah/tayyip kapışması mı? yoksa çocuklar velilerini mi yemeye başlıyor?
başsavcının nasıl haberi olmazdı bu işten?
istanbul'da kck'ya karşı operasyonları yürüten 2 şube başkanı görevden alındı
mecliste devam eden eylem
bir dindar nesil polemiği
iptal edilen hava seferleri
kendi küçük hayatlarımızın büyük dertleri

bugün karışık bir gün...

Wednesday, February 8, 2012

Ne güzel bir gündü halbuki

kendimi aşıp spontan program yapmışım, ne zamandır görüşemedik geyiğine cevap olarak e bu gece görüşelim demişim
üstüne bir de taksime inme teklifini kabul etmişim... hahayt tarih yazmamış, bugün yazdı
lay lay lay ağaçlar böcekler filan

sonra göreceli olarak sakin geçen bir iş günü güya
kapımı kapamışım, müzik açık, uslu uslu üreticilerime giydiriyorum
ve kopan olaylar:
ofisimizin son kertenkelesi git sekreterimize geri zekalı de
kız ağla
diğeri aç şu an bologna'da kar ile boğuşan patrona telefonda sekreteri şikayet et, hakaret eden sen iken ne şikayeti ise artık...
kesmesin patron ofisimizin en gediklisini arasın, ya barışsınlar ya ben gelince sekreteri kovacağım desin
gediklim anam benim bir o oda, bir bu oda arabuluculuk yapmaya çalışsın
sonra sensiz olmaz deyip beni de işe katsın...
kafam patladı ve dahi pöffffffff
kertenkelenin kulağı çekilsin, diğerine aman yavrum uyma sen manyağa densin, kertenkeleye buranın ilkokul olmadığı anlatılsın
taksime gideceğidim ben yahu
haksızlık, küstüm, oynamıyorum

Sessiz Kıskançlık

İçin gider ya bazen, böyle karnında kelebekler uçuşmaya başlar hafiften hafiften… Lakin O farkında değildir ya kelebeklerin de uçuşmalarının da… İşte öyle anların duygusudur “sessiz kıskançlık”…

Her göz O’na değiyor sanırsın. Kasiyerin “Başka bir şey var mıydı?” sorusundan bile “Bak nasıl da asılıyor pislik!!!” şeklinde replikler türetirsin kendi içinde… En yakın arkadaşları bile işveleniyordur artık… Eski sevgililerinin merhabaları bile “Hadi hazırım, yatalım!” mesajları ile doludur sanki… Hem O da az hınzır değildir. Cümlelerin altına kesin gizli mesajlar sıkıştırmaktadır artık, öyle sanırsın.

Ama kuyruğu da dik tutarsın tüm bu kıskançlıklarını sessiz sedasız, kendi içinde yaşarken… Sanki hiç umurunda değilmiş gibidir. Şen kahkahalar atar, arada kendini tutamayıp küçük laf sokma oyunlarına girersin. O da “anlamaz” modundan sıyrılıp bir üst level’a terfi eder, eğer az biraz zeki ise… O modun adı da genelde “Ulan acaba mı?” modudur.

İşte O böyle yarı salaklaşmış haldeyken ve sen de sessiz kıskançlığının tavan yapmasına engel olamıyorken; hayat bir yandan zindan olmuş demektir bir yandan da acayip güzeldir. Hani kuşlaaar ağaaaçlar… Börtü böcek lay lay looomm’dur her şey…

İçini kemirgen bir hayvanın ısrarı ile didik didik eden ve aynı zamanda da pır pır kelebek, uç uç kelebek tadında süreçler yaşatan şeyin adı “sessiz kıskançlık”tır. Buna bazı deneyimsiz arkadaşların “aşk” dediği de olur. Külliyen yanlıştır. Aşk varsa eğer, hiçbir kuvvet o kıskançlığı sessiz durmaya ikna edemez. Alimallah hacılar basması gibi cart diye yırtılır o sarışının ağzı… Ya da o yakışıklının bacakları ayrılır orta yerinden… Kimse yaklaşamaz sevdiceğe öyle zamanlarda…

Kısacası ey okur; eğer içindeki kıskançlık sessizse boşa umutlanma, adı aşk değildir. O pırpır edenlerin de kelebekle yakından alakası yoktur. Ya yediğin bir şey dokunmuştur ya da üşütmüşsündür. Boşuna kandırma kendini…

Rica ederim hiç önemli değil, şimdi dağılabilirsiniz.

Tuesday, February 7, 2012

biz küçükken

14 şubat bu kadar muhim bir hadise değildi ticari olarak
biz saftoriklerde, acaba bir kart, bir gül veya bir çikolata gelir mi diye beklerdik. Madden bu kadardı çünkü. Manen çok büyüktü, anlattığımız kartın içinde yazanlar kadardı. Belki bir buse eşlik ederdi. Küçüktük, top oynayıp acıkıyorduk ancak.
isimsiz gelen kartlarda olurdu ya, dedektif gibi yazıdan çıkarmaya çalışırdık :)

sonra dağ, top kaçtılar gittiler, biz büyüdük, madden de pek büyüdü bu gün. Maddiyat büyüdükçe elimizi eteğimizi çeker olduk, hele ki o kocaman kalpler, vada kampanyaları, fiks kuyumcu reklamları çoğaldı iyice kaçtık, iyice sıradan gün muamelesi yaptık.

Galiba o büyüyen rakamlara inat, mini mini şeyler yapmak lazımdı. Bir kart, bir çikolata beraber yenecek. Belki bir parça daha özenilirdi giyinirken, makyaj biraz daha dikkatli yapılırdı, seks yapılmazdı belki sevişilirdi veya daha çok öpüşülürdü. Dayattığınız alışverişler değil diye direnebilirdi belki insan, aşk dediğin sevgi dediğin güzellik adına.
bir mon cherie gelse, sevinmez mi insan?

Leon




Bir filmi 3 kere izliyorsan, o filme dair bir şeyler ya çok ters ya da çok düz gidiyor demektir. Ya inat etmişsindir anlamak için ve ilk ikisinde kavrayamamışsındır ya da çok sevmişsindir ve arada yad ediyorsundur. Benimki aslında ikisi birden… Filmi çok sevdim ama neden sevdiğimi tam olarak kavrayabilmiş değilim.

Bir yandan Jean Reno’nun sinemada Gene Kelly izlerkenki yüz ifadesine takılıp kalıyorum, bir yandan o bitkiye verdiği değere ve sakınmaya… Mathilda’nın (Natalie Portman) ailesini öldüren adamların önünden geçip Leon’un kapısındaki yalvarışını unutamıyorum bir yandan ve bir yandan da o kapı açıldığında kızın yüzüne vuran gün ışığını yorumlayış biçimi için Luc Besson’a hayranlığım artıyor her seferinde…

Öte yandan 12 yaşında bir kızın Leon’a aşık olmasını anlıyorum da Leon’un aşkını bir türlü kafamda şekillendiremiyorum. Koyamıyorum bir yere…

Filmin gerisi zaten ustaca işlenmiş ve abartısız bir aksiyondan başka bir şey değil. Lakin böyle bir “sevgi” filminin kan revan içinde geçmesi de bir o kadar etkiliyor beni galiba…

Dedim ya… Çok sevip de kavrayamamak böyle bir şey sanırım. Benzer şekillerini farklı olaylarda yaşıyorum bir süredir, farklı farklı repliklerde…

“Biz takılıyoruz sadece…”
“Sen çok başkasın ama ben o büyükbaşı unutamıyorum”

Yine de kavranmamak, kavrayamamaktan daha karizmatik, kabul etmem lazım. İnsana “Poyraz eşliğinde iskele üstü paltolu adam” profili çiziyor.

Son cümlenin ardından lütfen koro halde: “hahahahahahahahaaha”

Bazen ofiste hayat güzeldir



mantı açılır, yenir filan...

olmalı olmalı...

teeee cumartesinden yaptık programı
sayılı gün için burada olunca programlar itiş kakış
e bende piyangodan çıkmışım
ama kaç sene be arkadaşım görüşmeyeli,ben diyeyim 12, siz deyin 15
yeniden görünce bir kez daha hissettim keşke buralarda hep olsayı

güzel bir newyork steak, yanına patates, zeytinli mısır. muazzam bir cabarnet sauvignon... kaç şişe bitti saymadım, sayamadım.
sabah 4 e kadar hiç susmadan konuştuk
o aradaki zamanı anlattı, ben anlattım
kimlere dönüştüğümüzü konuştuk uzun uzun, üzüldük bazı şeylere, güldük çok şeye...
bana unuttuklarımı hatırlattı, halimi hatırlattı, kendime söylemeye çalıştığım silkin artık'ı tatlı tatlı anlattı.
kaç saat kafam okşandı, kaç saat anlattım, kaç saat dinledim
koltukta kucağında uyuya kalmışım zaten
o 4 saatlik uyku sanki dünyanın en tatlı uykusuydu
gidiyor yarın, kim bilir ne kadar zaman girecek yine araya
olsun be yaw, en gerekli zamanlarda süprizlerimiz varmış hala

Monday, February 6, 2012

Tespih

Her ne kadar günümüzde insanların çoğu tespihi İslami bir alışkanlık olarak görse de Şamanizm ile Türklerin hayatına giren bir aksesuardır. Aksesuar diyorum, zira tespih; her ne kadar dinsel bir obje olarak karşımıza çıksa da son 50 yılın racon sembolü olarak delikanlı kültüründe de önemli bir yer edinmiştir. Yani halk arasında kullanıla kullanıla, bir tür deformasyona uğradığı da söylenebilir.

Şamanizm ya da Kamcılık; deneyim birikimi olarak açıklanabilir, en kaba tabiri ile… Her ne kadar “sihir” sözcüğü ile karşımıza çıkıyor olsa da Şamanizm; aslında tek olana ulaşma felsefesini çok tanrılı bir platformda ele alan bir yapıya sahip, dini bir yaklaşımdır. Yaklaşımdır diyorum çünkü; Şamanlık aslında bir din değildir. Bu konuda araştırma yapan birçok bilim adamı, Şamanlığın dinden ziyade; dini duyguları içeren ve öteki alemin varlıklarına hükmeden bir kült olduğu görüşünde birleşmektedir. Bu nedenle Şamanlık; doğaüstü diye tabir edilen ve kabul edilen güçler ile iletişim kurmayı içinde barındırır. Bu da neden sihir ile tanımlandığının açıklamalarından biridir. Öte yandan Şamanlık; totemleri ve seslendiği öteki alem varlıkları açısından da tanrı kavramına soyut bazda en ilkel tanımı koyan, belki de yaygınlığı açısından da alanının ilki haline gelen bir inanış biçimidir.

Eskiçağ ve Orta Çağ’daki çok yaygın olan sihirlerden farkı, kişisel olmamasıdır. Başta Orta Asya ve Kuzey Asya halkları olmak üzere Tunguzlar’da, Moğollar’da, Mançular’da, Laponlar’da, Eskimolar’da, Vogullar’da, Ontiyaklar’da, Samoyedler’de, Kafkaslar’da, Hindistan’da, Çin’de, Japonya’da, Endonezya’da, Malezya’da, Polinezya’da, Avustralya’da, Büyük Okyanus’un öbür adalarında, Alaska’da, Grönland ve İzlanda’da, Kuzey Amerika’da, Guyana’da, Amazon bölgesinde ve Afrika’nın birçok yerinde (ufak tefek ayrılıklar bir yana) temel ilkeler değişmemek koşuluyla, az ya da çok kalabalık cemaatleri bulunmaktadır. Buna karşın; yapılan arkeolojik çalışmalar ve antropologların çalışmaları da dahil olmak üzere; günümüze hala Şamanlığın ne zaman ortaya çıktığı, ne gibi değişiklikler geçirdiği kesin olarak bilinmemektedir.

Şamanlık; yukarıda sayılan coğrafyalardaki halkları etkilediğinden ötürü; öncelikle bu bölgelerde ve doğal oalrak yüzyıllar boyu süregelen etkileşimler aracılığıyla da tüm dünyada; günümüz dinlerinin üzerinde de etkisini gösteren, hatta birçok mitolojinin de doğuş aşamasına ilham kaynakları türetebilen bir yapıya sahiptir. İşte Şamanlığın ayinlerde kullanılan aksesuarlarından biri olan tespih de günümüze dek birçok dinin alt yapısına buradan kazınmıştır.

Şamanlarda tespih; trans deneyimleri ve psişik güçler ile ilgili ayinlerin başköşesinde yer alan bir nevi köprü, hatta belki de ilkel muskalardan biridir. Şamanizm’de yer alan Yer, Yer altı ve Gök olarak adlandırılan 3 alem arasındaki sembolik bağ ve belki de sembolik bir “bulunduğu aleme demir atma” aracı da olabilir. Bunların gerçekliğine, belki gelecek yıllarda ulaşılabilecek yeni bulgularla arkeologlar ve antropologlar karar verecektir.

Şamanizmin; günümüzdeki tek tanrılı dinlere armağan ettiği tespihin bu anlamdaki yol haritasını şöyle çizebiliriz: Şamanlardan Budistlere, Budistlerden Müslümanlara, Müslümanlardan da Hıristiyanlara… Hıristiyanlığın Müslümanlıktan daha eski bir din olmasına karşın, tespihi dinsel bir obje olarak benimsemeleri M.S. 1221 yılına dayanır. Bu tarihte Dominikus; Avrupa’ya tespihi getirmiştir ve ilk Hıristiyan tespihleri 33 taneli olarka kullanılmıştır. Bu da İsa’nın dünyada geçirdiği 33 yılı simgelemektedir.

İslamiyette ise Muhammed’in hiç tespih kullanmadığı, İslamiyette ilk tespihi Ebu Bekir’in kullandığı söylenir. Daha önce parmaklarını sayan Müslümanlar, daha sonra tespihi bir dua sayma, tekrar aksesuarı olarak benimsemiştir. Vehhabiler ise tespihi, İslami olmadığı için kullanmamaktadır. İslamiyette tespih, Allah’ın sıfatlarını sıralarken kullanılır. 11, 33 ve 99 taneli tespihler İslamiyette kullanılırken, Budizm’deki tespihler 108 tanelidir. Nirengi noktası olarak kullanılan farklı tane ise imame adıyla anılır ve sayma işlemine tabi değildir. Bir nevi “tur operatörü” olarak düşünülmelidir.

İşte böyleyken böyle…

Özür Dilerim...

nasıl çocuk sahibi olmaya karar veriyorsunuz bilmiyorum ki...
annem hamile iken babam peşinde kene gibiymiş
dayım pek hak etmese de karısına öyle idi
arkadaşlarıma bakıyorum, en öküz olanları bile o dönemlerde birer kuzu idiler
şimdi gazeteyei açıyorum, tolga Karel deyu biz zat, 6 aylık hamile eşini aldatmış, bir de yakalanmış...
nasıl??
dahası neden?
hadi cocuk doğduktan sonra iyi kötü anlarım, anlayış gösteririm (evet geniş mezhep sülalesindenim)
ama daha 6 ay be arkadaş... her şeyin yolunda olması gerekmez mi?
gerçi yolunda olması gereken ne ilişkiler var, har vurup harman savuruyorlar...

en acıklısı, olay gazetelere yansıyınca, özür... kuru bir özür...
boş özürler çukuruna attık bir tane daha... yaşasın...

L'Ultima Notte Al Mondo



Tiziano yapmış yine...
hazıra kondum, altta ingilizcesi de var

L'Ultima Notte Al Mondo

Cade la neve ed io non capisco che sento davvero, mi arrendo, ogni riferimento è andato via...
spariti i marciapiedi e le case e colline... sembrava bello ieri.
Ed io, io sepolto dal suo bianco mi specchio e non so più che cosa sto guardando.
Ho incontrato il tuo sorriso dolce, con questa neve bianca adesso mi sconvolge, la neve cade e cade pure il mondo anche se non è freddo adesso quello che sento e ricordati, ricordami: tutto questo coraggio non è neve. E non si scioglie mai, neanche se deve.
Cose che spesso si dicono improvvisando:
Se mi innamorassi davvero saresti solo tu, l'ultima notte al mondo io la passerei con te mentre felice piango e solo io, io posso capire al mondo quanto è inutile odiarsi nel profondo!
Ho incontrato il tuo sorriso dolce, con questa neve bianca adesso mi sconvolge, la neve cade e cade pure il mondo anche se non è freddo adesso quello che sento e ricordati, ricordami: tutto questo coraggio non è neve. E non si scioglie mai, neanche se deve.
Non darsi modo di star bene senza eccezione, crollare davanti a tutti e poi sorridere. Amare non è un privilegio, è solo abilità, è ridere di ogni problema... mentre chi odia trema.
Il tuo sorriso dolce è così trasparente che dopo non c'è niente, è così semplice, così profondo che azzera tutto il resto e fa finire il mondo.
...E mi ricorda che il coraggio non è come questa neve.
Ho incontrato il tuo sorriso dolce, con questa neve bianca adesso mi sconvolge, la neve cade e cade pure il mondo anche se non è freddo adesso quello che sento e ricordati, ricordami: tutto questo coraggio non è neve.

İngilizce
The Last Night In The World

Snow falls and I don't understand what I really feel, I give up, every reference is gone away...
Footpaths, houses and hills have disappeared... it seemed good yesterday.
And I, buried under its whiteness, I see myself in the mirror and I don't know what I'm looking at anymore.
I've met your sweet smile, now it upsets me with this white snow, snow falls and even the world falls, even if it's not cold what I feel now and remember, remember me: all this courage isn't snow. And it never melts, even if it should.
Things which are often said improvising:
If I really fell in love it would be only you, the last night in the world and I would spend it with you while I cry, happy, and I'm the only one, the only one to be able to understand how much it's useless to hate each other deeply in this world!
I've met your sweet smile, now it upsets me with this white snow, snow falls and even the world falls, even if it's not cold what I feel now and remember, remember me: all this courage isn't snow. And it never melts, even if it should.
Don't allowing myself to be fine without exceptions, breaking down in front of everyone and then smiling. Love isn't a privilege, it's just ability, it's smiling in front of all the problems... while who hates is trembling.
Your sweet smile is so transparent that there's nothing beyond it, it's so simple, so deep that it deletes everything else and it makes the world end.
...And it reminds me that courage is not like this snow.
I've met your sweet smile, now it upsets me with this white snow, snow falls and even the world falls, even if it's not cold what I feel now and remember, remember me: all this courage isn't snow.

Günün komiği



gelecek seçimlerde Ali Baba'ya oy verin, en azından sadece 40 soyguncu olacağını garanti edersiniz :)

Sunday, February 5, 2012

anneanne

kulaklarını çınlattım bugün...
önce lahanalı böreğinden yaptım
pişmesini beklerken çöküktü omuzlarım
sonra ayranı senin gibi yaptım
yedik hep beraber, öğrenmediklerimize kahrederek
sonra giydim altıma bir şeyler çıktım yürüdüm arkadaki parkta
deli danalar gibi döndüm durdum
yorulunca salıncağa bindim
yine senin kulaklarını çınlattım
sallandım uzun uzun
sonra bir çocukla annesi geldi
yanımdakine bindirdi
güldük beraber sallanırken
uzun zamandır yapmadığım small talk
iyi geldi
sonra çocuk güldü, ben güldüm
kikirdedik
bana iyi geldin çocuk, küçücük halinle çok iyi geldin bana
şimdi duş vakti
temizlenme vakti yine
yarın akşam özlediğim, burnumda tüten, konuşmayı özlediğim bir dostla yemek pişirmeye gideceğim
temizlenmek lazım şimdiden, hazırlanmak, belki azıcık süslü olmak eskisi gibi
kirlenmeden saklanan az dosttan biri
ben yemekten sonra biraz sırtını kaşıyıp uyuturum bile ki seni dediğinde, bana kahkaha attıran, göze yapışan küçücük damlayı kahkaha ile akıtan dosta gidiş var yarın akşam
bir fotoğraf makinesi edinmeli böylesi anlara
ki kalsın onlar köşede
sabah ki gibi ruh halleri geldiğinde daha kolay kovalanırlar

91den bugüne 21 sene, özledim be anneanne...
ilk anne...

en çok

en çok yatakta verevine yatmayı özledim, bacaklarımı pergel gibi açıp

en yakın vuslat haziran
eskiden, 2 kişi olunan zamanlarda, diğer kişi evden çıktı mı bacakları açmak mutluluk verirdi
fesat olmayın!!!
ya da ben orospu olmayayım

uyumak sadece, yatakta yayılmak
istanbul için balkonda sigara vakti şimdi bir kahve ile

c u b

not olsun...

again and again...