Friday, July 9, 2010

Neden Biletix kullanmak zorunda kalıyoruz daha fenası neden kucaklanıyoruz ?

Biletix servisi hizmete girdiğinde sevindiydik hatırlıyorum daha dün gibi..Sonra Biletix'in inanılmaz komisyonlarını da bir şekilde katlanmak durumunda kaldım.Sonrası daha berbat hale geldi, Biletix Ticketmaster'a satıldı, hadi dedik hizmet kalitesi düzelir, komisyonlar insancıl hale gelir.Düzeleceğine iyice kötüleşti.
Hem hizmet kalitesi berbat, komisyonlar fahiş, kötüsü bir de matah servismiş gibi her türlü etkinliğe bulaşmaları.Sergi açılışları falan filan iyice saçmaladılar.
Her türlü etkinliği sahipleniyorsan o vakit hem güzel servis ver hemde internetten alışveriş yapiyoruz diye de kaziklanmayalim yeter artık Biletix kendine gel..Bu ne be..enayi gibi paraları basalım adamlara..Servis iğrenç, Komisyonlar kucak gibi..oh be bende yapayim o vakitte bu komisyon oranlarıyla..Hem hiç bir yerde bulama biletleri hemde bu adamlara enayi gibi kucak dolusu komisyon öde..oha artık lebron james!

srebrenica

günlerden 10 temmuz, sene 1995
15 sene öncesi
o zamanlar böyle yardım gemileri filan yok
haber almak bu kadar kolay değil
ben 20lerimin başında
çoktan baba tarafından akrabalar istanbul'a gelmeye başlamış Bosna'dan
daha aileler organize ediyor yardımları

"normal hayat diye bir şey bizim icin yok. cünkü, normal hayatta kadınlar eşlerini, oğullarının işten eve gelmelerini, oğullarının gelin getirmelerini, torunlarını bekler. ama bizim icin normal hayat oğullarmızın eşlerimizin cesetlerini tek parça halinda bulmaktır."

"yapılan bir soykırımdır; ancak sırbistan bundan sorumlu değildir"

"krivaya 95 operasyonu"

"Toprağı kazıyoruz, insanlarımızın cesetlerine ulaşabilmek için. Bunun ne büyük bir acı olduğunu bilemezsiniz. Binlerce aile sadece yakınlarının çürümüş bedenlerini görmek için bekliyorlar. 1 milyon'dan fazla insanimiz yerinden edildi, aileler dağıldı. Tüm bunlar bizim acılarımız. Destekçilerimiz ile daha da güçleniyoruz. Ben özellikle Türkiye'deki kardeşlerimizin gösterdiği duyarlılığa çok teşekkür ediyorum. Ülkenizde milyonlarca Boşnak yaşıyor, Türkiye bizim ikinci evimiz gibi. Srebrenica'yı sürekli hatırlamak gerektiğini düşünüyorum ki yeni Srebrenica'lar bir daha yaşanmasın. Herkesin bunun için yapabileceği bir şey olduğuna inanıyorum. Srebrenica'yı yaşatmanın en güzel yollarından biri de kentinizin işlek cadde veya meydanlarından birine Srebrenica ismini vermekle mümkün olabilir yada bir anıt yapılabilir. Bu tür semboller ölümsüzdür ve unutulmamayı sağlarlar."

Biraz okuyunuz yarın, paranıza kıyıp 3-5 kitap alınız, eski dergileri gözden geçiriniz
Din savaşlarının, etnik savaşların faydasını bir kez daha hatırlayınız


Askerler çocukları küçük kurşunla öldürürler değil mi?

En kolay meslek: Gazetecilik




Bilgiye ulaşmak bu kadar kolay iken, araştırmaya inanmayan bir ulusun gazetecisi ne yapar? Karıştırır web sayfalarını, dış kaynaklı bir iki haberi okur, mix eder, okuruna sunar.

Bu sefer ki cin "gazetemiz" ve "gazetecimiz" Sabah.
Bakıyoruz önce haberimize:

Podyumların en seksi kadınlarından Gisele Bündchen, 'Muse' dergisi için özel bir röportaj verdi. Dergi için siyah-beyaz ve son derece cüretkar pozlar veren Bündchen, "Kadınlar, hamile kaldıklarında kendilerine dikkat etmezler. Çoğu birer çöp torbasına döner! Ben onlar gibi yapmadım ve dokuz ay boyunca yediklerime çok dikkat ettim" dedi. Ancak güzel mankenin bu açıklamaları, hamilelik sırasında aşırı kilo alan kadın hayranlarının tepkisini çekti.

Şimdi, Gisele Bündchen bu ay Muse için fotoğraflar çektirdi, doğru, bu fotoğraflar epey sansasyon yarattı bu da doğru.
Gelelim röportaj ve çöp torbası haberinin yeniliğine :)

Bündchen sevgili "gazetecimizin" belirttiği gibi Muse'a vermedi o demeci, Nisan 2010'da Hello! dergisine verdi. Ve sadece "çöp torbası" demedi kadın.
Röportajında diyor ki:
" I want to have lots of children. It doesn’t matter if my body changes. It is the most marvelous thing. For example, they sometimes say that your breasts begin to sag, but I couldn’t care less.”
Bir çok çocuğum olsun istiyorum. Vucudumun değişecek olmasına takılmıyorum. olağanüstü bir şey bu, mesela diyorlar ki göğüslerin sarkar filan, hiç takılmadım ben bunlara

Somehow we feel she has nothing to worry about! On regaining her figure so quickly after Benjamin's birth, Gisele, 29, said, "I think it's muscle memory. I did kung fu up until two weeks before Benjamin was born, and yoga three days a week. I think a lot of people get pregnant and decide they can turn into garbage disposals. I was mindful about what I ate, and I gained only 30 pounds."
Oğlunun doğumundan sonra vücudunu hemen toplaması ile ilgili şunları söylüyor " bence olay kas hafızası, oğlanın doğumundan 2 hafta öncesine kadar kung fu ve yoga yaptım haftada 3 gün. bence bazıları hamile kalınca vücudunu çöp torbasına çeviriyor, ben ne yediğime çok dikkat ettim ve sadece 13 kilo aldım.

Kadın yanlış veya çirkin bir şey mi söylüyor?
Doktorların söylediğinin çok mu dışında söyledikleri?
Sansasyon lazım bize değil mi?
Geç de olsa, yalan da olsa fark etmez.
Süper gazetecilerimiz var bizim....



Thursday, July 8, 2010

İstanbul Modern diye bir yer...

İstanbul Modern, başta bir sanat galerisi gibi duruyordu. Modern sanatla iç içe bir yer izlenimi veriyordu tanıtımları... Zaman içinde böyle bir çizgisi de oluştu kabul etmek lazım. Ancak birşeyler ters gidiyor gibi... Neler mi?

Artık İstanbul Modern’e gittiğinizde, güvenlikte görevli arkadaşlar size bir soru soruyor: “Müzeye mi geldiniz yoksa restorana mı?”

Yanıtınız müze ise müze bölümüne, restoran ise "müzeden geçerek" restoran bölümüne gidebilirsiniz. Tamam bunda bir sakınca yok diyebilirsiniz ama zaten beni bu soruda iki şey birden huzursuz ediyor: Müze ve restoran...

Cümleden size buranın müze kıvamında bir yer olduğu empoze ediliyor sürekli ama içeride özellikle sayısal açıdan doğru dürüst sanat eseri bulunmuyor. Kaldı ki içerdeki eserlerin göze çarpanları ağırlıkla enstalasyon... Misal, kocaman bir koridorun tavanını kitaplardan oluşan bir enstalasyon kaplıyor. Bu çalışmanın bende yarattığı izlenim, sıradan bir dekorasyon tarzından öteye gitmiyor. “Müze” dendiğinde, adı da “Modern” ise eğer, insan içerde bir müze kıvamında modern sanat eseri niteliğinde çalışmalar bekliyor. Sanatın, bir müzede sergilenebilecek hemen her dalında beklenti oluşuyor haliyle... Ancak bu beklenti, tatminkar şekilde çözümlenmiyor.

Gelelim “restoran” konusuna... İstanbul Modern, mükemmel bir boğaz kıyısı lokasyonuna sahip... Restoranda oturunca tarihi yarımadayı, Kız Kulesi’ni, Kadıköy’ü, Salacak’ı falan rahatlıkla görebileceğiniz bir manzara... Hal böyle olunca da bir müzenin içinde restoran olması kısmı, aynı zamanda bu restoranın pahalı olması kısmını da beraberinde getiriyor.

Bir de bu müzede bir çok ticari markanın basın toplantıları ve lansmanları yapılıyor.

Tüm bunlar alt alta eklenince, İstanbul Modern; bir müzeden çok ticari bir işletme kıvamında algılanıyor ki zaten sanırım bu şekilde bir işletme anlayışı sergiliyor. Yani müzeden başka herşeye benziyor.

Ama İstanbul Modern aynı zamanda, günümüz sanat dünyasının "mabedlerinden" biri olarak anılıyor.

Ara sıra Amerikan filmlerinde resmedilen, sanattan anlıyormuş kisvesi altındaki modern ve soyut tutkunu ve sanatçı diye geçinen kitlenin aynısından bizde de var tamam... Ama bir mabedleri olması gerekmiyor.

Kedi Milleti


Kaç tanesi ile kaç ayrı macera...
Her seferinde sanki ilk kez bir kedi ile baş başa kalıyor gibiyim.
Tarçın efendi ayrı bir alem. Tüm kediler gibi tonlarca para dökülen oyuncaklara değil, bir telefon şarjına (şarz diyenlere selam etmeden geçmeyeyim) hasta. O şarj ile herife yaptırılmayacak tek bir şey yok. Koca gövdeye inat zıplamalar, koşmalar, büyüyen gözler.

O şarj ki oğlana tam 300 gr verdirdi. 300 gr ne ki demeyin, güzel oğlum tam %2,6sını kaybetti yağlarının. 70 kiloluk bir şahsın 2 kilo vermesi gibi bir şey bu. Çok önemli, büyük başarı.
Coca Colaya dadandı bu aralar, bizim bardaklara sulanıyor.
Tavuk jambon için taklalar atıyoruz.
Hala romantik ayuyuz, başını boynuma gömüp uyumayı seviyor. Geceleri beni uyandırmamayı öğrendi nihayet, bir de kitapların yemek olmadığını öğrenirse, tamamdır bu iş...

Wednesday, July 7, 2010

Boş boş

Kafa bi dünya
Sanki akşamdan kalma
Oysa son kadeh içki ne zaman içilmişti hatırlamak bile mümkün değil

Kremlere hangi ara mecbur kaldığımı da hatırlamıyorum mesela. Sabah kalk, yüzü yıka, toniği sür, önce gözlere, sonra yüze ve boyuna, sonra tüm vucut, en son eller... Her gün, yiyorsa yapma... Çekilen deri, pul pul dökülmeler...
Bir tek noxzemanın yettiği günler nerede?
Benim hep derli toplu olan dolaplarım ne zaman çingene çarşısına döndü? Ne zaman saldım çayıra halimi aldım? Tam ne zaman çalışmaktan nefret etmeye başladım? Hatta çalışmaktan korkar oldum? Her gece uyumadan önce kurduğum hayaller ne zaman bitti? %100 realist olmak ne zaman yerleşti bünyeme?
Yemek pişirmekten ve dahi yemek yemekten ne zaman zevk almaz oldum? Konuşmak, yazmak ne ara zul olmaya başladı?

Pelteleşme dönemi belki.

Tuesday, July 6, 2010

Coldplay -Don't Panic

Hayatımın her döneminde beni dinlerken dinginleştiren bir parça bu yahu..Kendimi iyi hissettiriyor..
--------
bones sinking like stones

all that we fought for

homes, places we’ve grown

all of us are done for.

and we live in a beautiful world,

yeah we do yeah we do.

we live in a beautiful world.

bones sinking like stones

all that we fought for

homes, places we’ve grown

all of us are done for.

but we live in a beautiful world,

yeah we do yeah we do.

we live in a beautiful world.

oh all that I know,

there’s nothing here to run from

‘cos yeah, everybody here’s

got somebody to lean on 
--------