Sunday, September 12, 2010

Diyorum ki...

Bazı romanları okurken kızarım yazarlara, hayal gücünün, kurgunun da bir sınır var diyerek.
Kendi kurgum bu aralar beni şaşkınlıktan şaşkınlığa sokarken, diğer taraftan acaba uyanamadığım bir gece mi diye de düşünmüyor değilim. Gerçeğin ötesi geliyor bir sürü şey.
Hamileyim, ama çocuk ortada yok
kütle görüyorlar, tümör olabilir ama belki sadece miyomdur
yeni tavladığım 2 müşteri var, çalışacağız ama belki de çalışmayız havasındalar

ben kötüye de razıyım yahu, yeter ki bir kesinlik olsun ortalıkta.
Ben hala eski yeme düzenimde kalmaya çalışsam da, vucut bambaşka havada. 3 saatte bir sıkıyorsa bir şeyler yeme, baş dönmesinin, bayılma hissinin geleceğine emin olabilirim. Dün sabah hele kahvaltı etmeden evden çıkmaya kalkınca, aldım boyumun ölçüsünü, 2 sokak zor ilerledim. En yakın büfede mola. tatlı krizleri çok şükür bitti, ama sebzelere gözü dönük bakıyorum. Lakin ya zeytinyağlı olacaklar ya da buharda pişmiş ve yoğurtlu.

Hayat normale dönse yine, ben her akşam sporuma gitsem, işimi yapsam...

bir de ağlama durumu var ki evlere şenlik.
Öyle milli mçlarda filan ağlayanlardan olamadım hiç bir zaman, hatta üzerinize afiyet duygulanmam bile kolay kolay.
Ama dün akşam önce beşiktaş maçına ağladım, ki pardon öncesinde fenerin kaybedişine sevinip ağladım, sonra baskete geçtik, çocukların son saniye mucizelerine ağladım hönkürerek, 2 dakika sonra sırpların üzüntülerine ağladım. bugün oy vermeye gittiğimde sandığın boş olmasına ağladım, ardından Hamilton'un daha ilk turda offa çıkmasına ağladım, o bitti alonso'nun button'ı geçişine hönkürdüm, yarış bitti, bu sefer ferrari taraftarlarının sevinçlerine ağladım, sonra cocuklar kupa almak için içeri girdiklerinde button'ın yüzü pek sevimli geldi ve mclaren'e geçişi itibarı ile aldığı sıcakkanlı hale ağladım.
bir kaç saati bir şeylere duygulanmadan geçirdim, ama sonra referandum sonuçları açıklanmaya başladı, yine ağladım, ikitelli'de ki kazaya da ağladığımı söylemeye gerek yok sanırım.
daha maç başlayacak, sanırım ona da bir iki posta duygulanacağım.

bu sabah erkence kuaföre gittim, patron gelmemişti daha, yeni cocuklardan biri vardı. ilk soru abla oy verdin mi? yok dedim, buradan cıkınca vereceğim. evet diyeceksin di mi abla? dedim hayır, bçyle bir tasarıyı kim getirse oyum hayır olurdu, evet diyemem. ama abla Tayyip sayesinde bu ülkeyi yurt dışında tanıdılar...
dondum. cocuk aşağı yukarı 90-91 doğumlu olmalı, yani 19-20 yaşlarında. Bir tek cümlesi ile ülkesinin geçmişi ile ilgili hiç bir şey bilmediği tokat gibi patladı yüzüme. ve onunla beraber okumayan, bilmeyen milyonlarca kişi. Televizyonda dinlediği yalan yanlış haberleri, beyanatları doğru farz eden milyonlarca kişi. okumayan milyonlarca kişi. Onlara bir şeyler öğretecek tek seçenek belki de tv iken, saçma sapan programlarla dolan televizyon kanalları. Eskiden bir şeyler öğreten, yayınlayan bir TRT vardı her ne kadar beğenmesek bile. Ya şimdi?
Teknolojiyi faydaya mı kullandık? Yoksa sadece uyuşturmaya mı?
Kendi küçük hayatıma ağlamak anlamsızlığın ötesine gitti...

1 comment:

  1. ÖDÜL TÖRENİNİ SEYREDİYORUM
    İKİNCİLİĞE DEĞİL AMA MANZARAYA AĞLIYORUM MÜSADENİZLE

    O SAÇLAR NEDİR ARKADAŞ? O PİŞMİŞ KELLE HAL

    ReplyDelete