Wednesday, October 14, 2009

Ya kabussam?

Yanlış yere konulmuş iki noktayı birleştirsem, bir doğru elde eder miyim? Ya da yüksekliğini bilmediğim bir binanın tepesinden atlasam, ne kadar uzağa düşeceğimi nasıl hesaplarım? Bir dik üçgenin iç açıları, hep burnumun dikine gidersem birbirine eşitlenir mi? İçimdeki havuzu kaç saatte doldurur peki bu insafsız musluklar?

Tıpayı çekesim var. Böyle hepsi aksın, gitsin istiyorum. Ama paslanmış, kireçlenmiş üstüne bir de… Sanki bütünleşmiş yuvası ile meret tıpa. Çıkmıyor. Muslukların kapanmıyor olması da cabası…

Herkes kendinde eksik olanı dilermiş; yaratıcı diye neye inanıyorsa ondan… Ateistler nasıl diler acaba? Nasıl umar? Nasıl yakarır? Şu din denen zımbırtıya hiç inanmadım. Ama bir şey “olsun” isteyince gidip bir şeye dilekleniyorsun işte… Dileklenmeyen var mıdır?

Kanım aksın istiyorum zaman zaman… Böyle oluk oluk… Sanki hiç durmayacakmış gibi… İçim temizlenene dek… Sonra bir sıvı dolsun kan yerine. Başka bir şey olsun. Ama hiç bilinmeyen. Soğuk aksın. Büzüşsün içimde ne varsa. Büzüştürsün.

Yaşlanmak istiyorum bir de… Sakince… Ama hızla… Bir anda, ama sakince… Sırtıma bir yelek geçirip, sahildeki çay bahçesine inmek istiyorum. Adaçayı… Sigara… Kasketim de olsun. Yüzüm kırış kırış olsun. “Gözler” demişti iki ayrı dost ses… İkisinin de dediği gibi gözlerim olsun. Gerisi çok önemli değil. Zor yürüyeyim, ama yürüyeyim. Ağrılarım olsun, ama her birinin adını bileyim.

Madem yalnızım, adam gibi yalnız olayım artık. Hakkını vereyim.

Küçük bir sandalın içinde, deli gibi kavgacı dalgaların arasında; kıyıya varam ha varam diye didinmekten yorulmuşum. Açık denize gidesim var nicedir. Böyle nasıl uzak olsun orası… Böyle nasıl upuzak… O kadar ki; varmadan ölsem de olur. Öyle uzak…

Herkes kendinde eksik olanı dilermiş… Bir yanım, artık boş olmasın… Bir de artık huzurum olsun. Bir de o huzurum, o yanımı dolduran olsun. Bir de o dolan; havuzuma dolan gibi dolmasın. Yoruldum yaşamıma tecavüz edenlerden. Kirletilip bir köşeye bırakılmaktan, dağınıklığın ortasında öylece çaresiz ve donuk bakmaktan yoruldum.

Biri gelsin. Desin ki: “Senin çok içinde, çok derinde, bir şey var. Görüyorum ben onu”… Ve sadece dokunsun. Sadece duysun. Sadece görsün. Sonra yanıma ilişsin. İlişmesi huzur versin. Huzur verişi uzağa götürsün. Uzak, hiç yakınlaşmasın. Yakınlaştıkça uzağın büyüsünü bozmasın.

Böyle çok uzaklara gidesim var. Ama nasıl da upuzaklara… Kimden dileyeceğim ben? Nasıl dileyeceğim? İki yanlış nokta arasındaki doğru, doğru mu nereden bileceğim? Ya ben yanlış başlangıçsam? Ya bitiş noktası dediğim yer, bir başka doğrunun noktasıysa? Ya ben yoksam mesela? Kendime dair tüm gördüğüm, sonsuz bir düşse sadece? Ya uyanınca başka bir adam olacaksam? Ben, ya başka bir adamın düşündeki kabussam?

7 comments:

  1. daha okumayı bitirmedim ama ateist dilemez
    ki üstünlüğü budur, hepimizden daha dürüsttürler
    yakarmazlar, çabalarlar

    devamı gelecek...

    ReplyDelete
  2. iki yanlis dogruyu dogrulamis seden bu sekilde..uruğum bu da bize kapaktır.

    ReplyDelete
  3. bi de sen kendine huzur veremedi isen, yanına kim gelse huzur bulamazsın

    ReplyDelete
  4. bir de huzur veren vardır. adı değişir, sıfatı değişir. bir yeri doldurur. doldurulacak yerler dışındakilere ben huzur verebilmişsem, o da boşluğu doldurursa olmzaz mı yani? Adı dost, sevgili, anne, kardeş... ne fark eder? birileri, birilerinin bir yerlerini doldurmalı...

    ReplyDelete
  5. nayn davut
    sadece huzur verir sanırsın
    anne dahi olsa
    sadece saklanırsın aslında
    saklandığın yerdir
    huzur ancak ve ancak içinde olabiliyor
    kendin huzuru yaratabiliyorsun

    ReplyDelete
  6. burda yazar enerjiye sesleniyor..pozitif yayasin ki pozitif çekesin hocu..
    budur mevzu..
    sen olacan ki cekesin..yoksa debelendur gelecek olan gelsin diye ama nafile..beyhude..

    ReplyDelete
  7. ya da iç kavgalarını sen çöz, kimseye mahkum kalma ;-)

    ReplyDelete