Friday, August 20, 2010

Hayat!...

Ana caddenin üzerinde, gecenin yarısına yakın bir saatte, kaldırımı voltalayanların arasından ağır ağır yürüyordum. Üzerimdeki gömlek, sabahtan bu yana beynimi de kaynatan sıcağın, gün boyunca bedenimde açtığı yaraların izlerini taşıyordu: Beyaz ve tuzlu... Kotum yer yer erimiş, rengi kaçmış ve paçaları iplik iplik... Sırtımdaki çantanın içinde sadece cüzdanım, telefonum ve sigaram var.

Gecenin bir saatinden sonra rengi değişir Şişli’nin... Şişli’den Taksim’e kadar olan güzergahın yeni kaldırım sahipleri, gündüz kolay kolay rastlamayacağınız, geceye ait yaşamların temsilcileridir. Gündüz avlanan, gün ışığında görünmekten çekinmeyen vahşi hayvanlarının yerini; gece avlanan, hayatta kalmak ve avlanmak için gizliliğe ihtiyaç duyan vahşi hayvanları alır. Gündüz avcı olanların artık av haline geldiği zamanlardır, bu zamanlar...

Dudağıma bir ıslık yerleştirip yürüyordum bu tehlikeli yolda... Ana cadde üstünde yaşanan et pazarlıkları aşırı sıcağa rağmen tüm hızıyla devam ediyordu. Yüksek olasılıkla, caddenin alt sokaklarında da devam eden pazarlıkların sonunda, birileri avlanacak ve birileri av olacaktı. Av olanlardan bir kısmı, bunun acısını bir sonraki gündüzden çıkaracak, bir kısmı da belki bir daha aynı insan olarak kalamayacaktı. Akan salyalar, havanın nemini daha da artırıyordu.

Şişli-Taksim arası; tempolu bir yürüyüşle en fazla 30 dakika çeker. Gidiş-dönüş bir saat... Arada Taksim’de; Taksim’e gelmiş olmanın gerektirdiği ritüeller gereği, hiç olmazsa bir soğuk meşrubat ya da bira zamanı kadar takılmak gerekir. Yani maksimum 1.5 saat içinde başladığınız noktaya geri dönebilirsiniz. Hayatın farklı akışlarını gözlemlemek için yeterlidir bu bir buçuk saat... Anahtarı çevirip içeri girdiğinizde ya daha kirlisinizdir artık ya da daha umursamaz... İyi bir çıkarımınız yoktur bu yolculuktan... İyi bir çıkarımınız olmaması daha iyidir zaten...

Yaşamınız içinde kendinize yönelik kurduğunuz dengeleri sorgularsınız. Arındırılmış bir hayat yaşama çabanızı... Sanki o bir buçuk saat içinde gördüğünüz av sahası hiç olmamış gibi davranmak istersiniz. Sanki hiç böyle zamanlar yaşanmıyordur. Sanki herşey gündüz yaşananlar gibidir. Geceye huzur yüklemek istersiniz. Alışkanlıklarınızın sarsılmadığına, yaşamınızın içi boş bir hayal olmadığına, gerçeklerin sizin bildiğiniz gerçekler olduğuna inanmak istersiniz.

Sonra kaparsınız gecenin seslerine kulaklarınızı... Sizin avlanacağınız zamanlara hazırlanırsınız. Yem olmayı sevmemek, yem olmayacağınız anlamına gelmez. Buna rağmen, içinizde didik didikleşen bir caddenin izlerini silmeye debelenirsiniz.

Hayat hiç adil değil. Bunu kabullenmek de hiç adil değil ne yazık ki...

1 comment: