Wednesday, January 26, 2011

Loki, Balder'i Öldürünce

Bir bakış açısına göre korku; insanın aslında genlerinde taşımadığı, yaşadıkça ve deneyimledikçe öğrendiği bir olgu... Bir diğer bakış açısına göre ise genlerde miras olarak aktarılan ve ilk fırsatta su yüzüne çıkmaya çalışan şifrelerden biri... Yani biri doğuştan, diğeri değil... Hangisi olursa olsun korku; kişinin yaşamının yörüngesini çizebilecek kadar güçlü, saplantılar yaratacak kadar da inatçı bir duygu...

İnsanda korkunun tarihçesine bakıldığında; ilk çağlara kadar gitmekte pek sakınca görünmüyor. Hatta o çağdaki korku kavramına ayrı bir saygı duyduğumu da belirtmeliyim. Jurassic Park filminde, koltuk kenarlarına tırnak geçirten dinozorlarla bir arada yaşamaya ve hayatta kalmaya, hatta utanmadan bir de avlamaya çalışan bu insanlar; benim günümüz modern çağında edindiğim korku kavramından daha yalın ve daha kesin sonuçlara gebe korkular yaşıyorlardı büyük olasılıkla... Ağaçlarda yaşayan atalarımızın, ağaçtan düşme korkusunun genlerimize kazınmış halini her birimiz yaşamışızdır: Uykunuzdan bir anda, sanki boşluğa düşüyormuşsunuz gibi uyanırsınız aniden. İçinizdeki boşluk duygusunun yanı başında, keskin bir korku da vardır. Etrafınıza bir süre ürkek gözlerle bakarsınız. Yeniden uykuya dalmakta zorlanırsınız. Oysa hep uyuduğunuz odadasınızdır işte.

Bazı doğa olaylarından korkmamayı öğrendikten sonra, kendi kendimize korkacak kavramlar yaratmakta da üstümüze olmadığını kanıtlama yarışına girdiğimiz dönemler başladı, ilk çağlardan sonra... Ateşi bulan insanoğlu, bulduğu şeye tapmaya başladı. Aktif volkanların içine kurbanlar atılmaya başlandı; Ateş Tanrısı kızgınlığını kendi kabilelerine yöneltmesin diye... Doğanın tutarlı kararlılığı devam ettikçe, kimi toplumlar artık ateşten, gök gürültüsünden, şimşekten korkmaz oldular. O zaman da devreye, onların yerini alacak Tanrılar girdi. Çünkü korkusuz olmazdı, bir şeylerden korkmak zorundaydık.

İnanma ihtiyacından doğan ve kimi zaman dehşet, kimi zamansa şehvet yüklü hikayelerle belirli bir sosyal grubun ortak paydasını oluşturan mitolojiler buna en güzel örnekler... Günümüzde hala etkilerini hissettiğimiz mitolojik öyküler, o yıllarda bir kanala girme ihtiyacı duyan korkunun da beslendiği kavramlardan biri oldu. Çok başlı dev köpeklerden, sırf insanlara ateşi verdiği için işkenceye uğrayan tanrılara kadar çok zengin bir yelpazede insanlar; birbirlerinden habersiz binlerce tanrı ile yıllarca korku üstüne korku yaşadılar. Yunan, Roma, İskandinav, Kızılderili, Türk bir çok ulusun mitolojik öyküleri; bu uluslar gün gelip karşılaşana dek kendi içinde tanrılar üretmeye ve yeni korkular salmaya devam etti.

Mitolojinin günümüze yansımalarından biri olan 13 sayısının uğursuzluğu, İskandinav öykülerinden dünyanın her yerine yayılan çarpıcı örneklerden biri... 12 ve 14 gibi gayet masum iki sayının arasında, kendi halinde yaşayan 13'ü uğursuz yapan neydi peki?

İskandinav Güzellik Tanrısı Balder; günün birinde diğer tanrıları brunch eşliğinde sohbet etmeye ve müzik dinlemeye çağırır. Toplam davetli sayısı 12'dir... İskandinav Yalan Tanrısı Loki ise davet edilmez ve çok sinirlenir. Yine de partiye gitmeye karar verir. Parti başladıktan kısa süre sonra arz-ı endam eder fakat kaderin ilginç bir oyunudur ki kendisi o an 13. davetli olmuştur. Parti sırasında "Vay efendim sen beni neden davet etmezsin", "Neden davet edeyim, sen yalancının tekisin ve insanlara yalan söylemeyi öğretiyorsun" gibi mitolojik ve ağdalı cümleler eşliğinde kavga kopar ve Loki, Balder'i öldürür. İskandinav mitolojisinden anlıyoruz ki Balder pek sevilen bir tanrıdır (güzeli kim sevmez!) ve bu yüzden 13. kişi olan davetsiz Loki'nin bu sayısal pozisyonu, o zamandan beri bu sayının uğursuz olmasına neden olur.

Batıl inançların insanlarda yarattığı duygunun adı ne derece korkudur tartışılır tabi... Ama yüzyıllardır nesilden nesile aktarılabilen bu 13 uğursuzluğu o derece güçlüdür ki işte bugün bile hala bilinmektedir. (Eminim hiçbiriniz 13 sayısının uğursuzluğu konusunda "Bu adam neden bahsediyor?" dememişsinizdir.)

Klasik "uğursuz 13" örneği, şaşırtıcı bir hızla çeşitlendirilebilir üstelik. Bakın bakalım tanıdık gelenler var mı?

Köpek uluması, karga ve baykuş ötüşü, gece tırnak kesmek ve ıslık çalmak, iki bayram arasında nikah kıymamak (teknik olarak mümkün değil!), merdiven altından geçmemek, doğum ve ölüm sonralarında "kırklama" törenleri yapmak, yolcu edilenin ardından su dökmek, sabah kara kedi görmek ya da kara kedinin önünüzden geçmesi... Evrensel ve yöresel olarak inanılmaz uzun bir listeden sadece birkaç tanesi...

Acaba diyorum bazen; Yalan Tanrısı Loki, Güzellik Tanrısı Balder'i öldürmeseydi dünya nasıl olurdu? Ya da Güzellik Tanrısı Balder; Yalan Tanrısı Loki'yi öldürseydi benzer bir durumda, 13 sayısı yine uğursuz olur muydu? İşte bu aslında varolmayan gizem bile, azmeden kişiyi korkunun kucağına atmak için yeterli...

İlk çağlardan bu yana edindiğimiz "korku oluşturucu"ların büyük bölümünde, önemli bir ortak nokta olduğunu gözden kaçırmamak gerekiyor: Bilinemezlik... Demek ki bir korkuyu sürekli beslemek istiyorsak, korku kaynağı hakkında çok az gerçeğe ulaşabilir olmamız ön koşul. Kaynağı açıklamaya başladıkça, korkuyu da yenebiliyoruz. Doğa olayları bize bunu gösteriyor. Açıklanamayan mitler yaratıldıkça, korkunun da sürecini uzatmak mümkün olmuş. Şimdilerde sadece öykü olarak okunan bu mitolojik yazılar, zamanında inanılmaz bir mekanizma olarak yaşamış ve canlı tutulmuş.

Açıklayamadığımız olaylardan ya da kavramlardan korkmak, bilinmeyenden korkmak; zaman içinde "yetersizlik" kavramını da beraberinde getirmiş. 21. yüzyılın modern dünyasında yaşayan insanları bugün Loki, Ares, Poseidon gibi mitolojik tanrılarla ya da doğa olayları ile korkutmaya çalıştığınızda, alacağınız onlarca eğlenceli tepki olabilir. Yüksek olasılıkla bundan 200-300 yıl sonra; bugünün insanının korkuları için de aynı durum geçerli olacaktır.

Kısa bir özet çıkarırsak; korkuyu farklı şekillerde tanımlayanlar çıkacaktır, ama anlamaya ya da yenmeye yetersiz kaldığımızdan korkarız. Korkumuzu sevmediğimiz için, bir şekilde onu anlamaya ve yenmeye çalışır, bunu bir gün başarırız. O zaman da yetersiz kalacağımız yeni bir korkunun peşine düşeriz. Bu kısır döngü, korkunun ta kendisidir.

2 comments:

  1. Alıyor olduğum eğitimin bu haftaki ödevi "korkularımız".. Her tür korku.. Yapmaya, yazmaya başlamıştım ki girdim bloga yazın çıktı karşıma.. E illaki dokundu bir biçimde.Hiçbir şey tesadüf değil'i yineliyor ve teşekkürler diyorum Uruk Hai.
    E.

    ReplyDelete
  2. Sürpriz oldu benim için. Ummadığım bir şekilde işe yaramasına sevindim :)

    ReplyDelete