Thursday, October 8, 2009

Seni...

Zamana eksem seni? Acelesiz, telaşsız büyümeyi seçer misin? Yoksa sen de hızla yok mu olursun? Sabırlı mısın gerçekten? Gerçek misin? Yüreğinde filizlenmesini istediğim o küçücük tomurcuk, bir şekilde açana dek bekleyebilecek misin?

Akşam saatlerine eksem seni? Günün tüm yorgunluğunu, bezginliğini unutup, yine de gülümseyebilir misin? Kendini kendine, kendin olan yerlerine adarken, adaman gerekirken... Bir küçük parçanı da akşamüstüne verebilir misin? Aldığın her nefesin arasına, küçük bir damla saklayabilir misin?

İlerleyen geceye eksem peki seni? Teninde durulanacak bir tene açılır mısın? Gömer misin yüzünü, hasret bir boynun içine? Orada uyutur musun tüm uslanmaz yerlerini? Kanın, kanımda durulur mu? Başarabilir misin?

Ve içime eksem seni... Alışagelmişin dışına gidiyoruz desem? Sana şimdiye kadar olandan çok farklı bir şey söylesem? Ama bunu hep duyduğun biçimde belki... Belki sadece "Gel" diyerek yapabilsem? Anlar mısın içindeki dolu dolu seslenişi? Duyar mısın gerçekten?

Şimdilerde bir "sen" rüzgarı ister gönül... Ama alışmaktan korkan, yarası taze, dinginliği yok olmuş, hoyrat mı hoyrat bir rüzgarın tam ortasında kalmış bir gönül bu... Hor kullanılmış, Eylül göçünü tamamlayamadan kışa esir düşmüş bir gönül... Alıp ısıtır mısın? Sabrın var mı?

Daha da önemlisi; farkında mısın sana nasıl ama hem de nasıl alışmak istediğimi? Özledikçe görmek... Gördükçe hiç gitmemek istediğimi... Bir gün... Belki...

Uruk Hai: Kendine kendine gelin güvey olmayı en iyi yapan adam...

No comments:

Post a Comment