Tuesday, October 27, 2009

Hayat Kırıklığı

Hayallerle yaşayan bizlere mahsus olması gereken bir olgu aslında bu. Hayatı yaşarken hayalci olup, gerçeklerden kaçıp hayallere sığınmaktan mütevellit ilerde yaşanan kırıklık..
Hayatla yüzleşmenin verdiği, hayattan kaçamamanın verdiği kırıklık..Oysa ne güzel hayaller kurmamış mıydık..
Bir evimiz olacaktı, o evi istediğimiz gibi dekore edecek, mutfağını istediğimiz gibi düzecek, her bir parçasını kendimiz yapmayacak mıydık..noldu peki..nerde bu hayaller..hepsi kırıldı işte..darmadağın oldu..toplamaya çalışıyoruz..
Çok fazla gerçekçi olmak da ayrı fena birşey..Her şeyi ince eleyip, sık dokuyup sonra herşeye şüpheci yaklaşmak..çok korkmak, çok korkup hep aynı şeyleri yaşamak..bu da kötü değil mi..bu da kırıklık değil mi ?
Oysa Hayat dediğin...

4 gün kaldı












































Monday, October 26, 2009

Eğlence

Eğlence derken ? diyecek kadar şuursuz değilim elbet.Tabii ki benim de kendime göre eğlenebileceğim eğlenme şekilleri mevcut.
Hoş insan büyüdükçe eğlenme seçeneklerini genişleteceğine iyice daraltabiliyor. Aslında sendromumuzla da alakalı açıkcası..
Bir de ne için eğlendiğimizle ilgili de ayrı bir durum var.
Her dışarı çıktığımda bokunu çıkartırcasına eğlenmektense, bokunu çıkartıncaya kadar keyif almaya çalışıyorum. Mış gibi yapmadım, mış gibi yapanlara da anlam veremiyorum.
-Lan bari keyif alamıyosun, Eğlenemediğin zaten belli..terket ortamı..
-Yok abi ben kasacam.
-Kasmayalım...gidelim..
-Terkedelim ortamı..
-Git sen bi...

AYRAN

Ayranı çok sevmem aslında daha çok gazlı içecekler ihtisas alanıma giriyor.Hem alkollü hem de alkolsüz gazlı içecekler kesişim kümeme dahil.

Bir de şu var.Bu ayran olmak meselesiyle ilgili şunu derim her daim..Ayranı çok sallarsan tereyağ olur.
Ne etcez ? demek ki Ayranlık yapmıcaz.

Gönül dediğin her boka konmaz. Öyle olursa tüm tereyağlar bok içinde kalır.

Kendi blog'unun olması bu kadar lüks yazmayı matah saydırabiliyor insanoğluna (ben)

Yazım şekilleri

Neye bulaşsam da eğlensem dediğim, lakin bulaşsam işin içinden çıkamayacağımı anlayıp es mi geçsem acaba diyorum. Bu kadar da devrik cümle kurduğuma göre demek var bi halt...
Aha yazdığımı bile sildim..
Herkesden farklıyım'ın bile bi şekli olmalı be. Ambalaj farkı böyle bişi sanırım.Temel ihtiyaç aynı olunca ambalaj bile kurtarmıyor...

2 Satır

ayağı yere sağlam basan, lafına sözüne göz kapalı inanılan, dediğinden dönmeyen ama gelişmeye hayır demeyen insanlar vardı bir vakit, bol bol.
neredeler sahi?

Friday, October 23, 2009

Tanımam Kumdan Kaleler'i...

Tanımam Kumdan Kaleler'i... Bilmezler yüreğimi... Karşı karşıya birer bira yuvarlamışlığımız yoktur. Ya da oturup eski aşklarımızdan söyleştiğimiz de vaki değildir. Doğum tarihimi bilmezler. Ben de ilgilenmedim onlarınkiyle...

Ama "yanlış aşklar yaşayıp yanlış köprülerde, yanlış gemiler yakıp aldırmadan gidişlerimiz" aynı... Sonra kuşlar gittiğinde anladım dünya yorgun. Ben yorgun... Tortusu kalmış eski bir korkunun... Sordum: Biz var mıydık? Aşk var mıydı?

Sana dair... Bir şarkı boyunca söyledikleri seninle ilgili, ne kadar da bana dair... Ve ben üstüne neler neler yazabilirken hala... Sen hala bir başka yaşamın içinde, bir başka omzun düşünde... Kısacık saçlarını dayamak için bir göğse, orada kaybolmak için belki, beklemelerdesin. Yüreğini kıpırdatacak bir kıvılcımı arıyor gözlerin... Ve zaman benim için ters yönde akarken, U dönüşü yapılmaz yerlerden geçerken sürekli ve giderek uzaklaşırken, daha da kötüsü yanımdan yöremden ayrılmayan bir fırtınanın içinde, herhangi bir kıvılcımı yakamaz, yaksam da yaşatamazken...

Yol ayrımlarına bölündü yaşamım. Uzun süredir bilinen rotaların dışına iten, giderek daha da ıssız bir yaşamın içine çeken beni ne? Nedir yüreğimin içinde western filmlerinin değişmez dekoru kurumuş çalıları önüne katıp sürükleyen? Göz alabildiğine kum dolmuş bir yüreğin içinde nasıl yeşerme telaşı bu?

Anladım ki naif olandan, yar olmuyor. Anladım ki bir sevgiliye; yaşama değer verir gibi değer vermek, umuda sarılır gibi sarılmak, ışığa sığınır gibi sığınmak para etmiyor. Olduğum gibi olmaya devam ettikçe, yarim olsun istenenlere ulaşılamıyor "yar" olarak...

Benden güzel dost oluyormuş, bunu anladım. Yaşamına "yar" olarak giresim gelen 3-5 kadın... Her birinin cümlelerinde aynı sözcükler, seslerinde aynı tınılar... "O kadar anlayışlı, o kadar başkasın ki!.. Senin gibi bir dostum olduğu için mutlu hissediyorum kendimi!" Ne kadar onur verici değil mi?

Bir yürek çiziyorum, sıradan "kalp" şekillerine sadık kalmadan... Binlerceymişcesine yoğun bir duygu sıkıştırıyorum. Sunuyorum, buradayım diyorum. Ve dinliyorum, izliyorum: Sözler nasıl akıtılacak bilinmeyen anlar, gözler kaçırılarak anlatılmaya çalışılanlar, sen benim dert ortağımdınlar, aslında ne kadar güzel anlaşıyorduklar ve daha binlerceler... Her biri de binlerce gibi...

Bir adam çiziyorum, aradığı tek şey gerçek olan... Anlıyorum ki; olduğum gibi olmamak gerekiyor. Anlıyorum ki; anlamamak gerekiyor. Anlıyorum ki; ertesi sabah o uyanmadan sıvışmak gerekiyor. Anlıyorum ki; karşımdakinin eksiği gediği ne ise onu özenle arayıp bulup, orayı sanki çok acayip bir şekilde dolduruyormuşum gibi yaparak, alacağımı alıp gitmem gerekiyor. Bu bekleniyor benden. Çünkü hep bunlar yapılmış şimdiye dek "yar" olasılara... Başka türlüsünü beklemiyorlar artık. Ama yapamıyorum. Anlıyor olmam, yapabiliyor olmamı sağlamıyor.

Bir kadın çiziyorum sonra... Hayatının anlamını, hayatımın anlamına bulamak isteyen... Gözüme baktığında, kuşkular yerine kendi değerini görebilen... Yüreğini örseleyen ne varsa hepsini ardında bırakıp, onun için inip kalkan göğse usulca başını dayayan... Orada olduğumu bilen... Gitmeyeceğimi... Sonra gömüyorum o kadını... Düşler tarlamda yeni bir filiz...

Tanımaz beni Kumdan Kaleler... Kısacık saçlı, kumral yüzlü, göğsüme başı değmeyen, yüreğimin neyle çalıştığını merak etmeyen de bilmez, tanımaz beni... Ve zaman akar hızla... Kumdan Kaleler söyler Sana Dair'i... Ben dinlerim... Ben söylesem çünkü, dinleyecek kimse bulunmaz.

"Bu ne senden ilk kaçışım ne de son düşüşün yüreğime. Ne bu serden son geçişim ne de son küsüşüm kaderime..."

Thursday, October 22, 2009

elixir usulü tagliatelle

Dün akşam kendime göre bir makarna pişirdim.Tam 7 dakika kaynattım.Sonuç : şahane..

-1 paket barilla tagliatelle (500 gr) ben 250 gr'dan çıkardığım tarifi yazıyorum.

-1 paket krema
-150 gr acılı sucuk
-Göz kararı Biberiye/Rosemary
-50 gr hindi salam
-göz kararı kurutulmuş domates
-1 tane yumurta sarısı

Önce bol suda makarnamızı haşlıyoruz, haşlanırken yapışmaması için içine biraz tuz ekliyoruz.Kaynama devam ederken fazla derin olmayan bir tavaya ince kestiğimiz sucukları atıyoruz, ilave olarak da salamları rulo haline getirip dilimleyerek ekliyoruz.
Bunları yeterince yağlarını verdiğinde de Biberiye'leri ekleyip biraz daha döndürüp içine önceden yumuşattığımız kuru domatesleri ve kremayı da ekleyip krema'nın kendini salmasını bekliyoruz.

Makarna tam 7 dakikada şahane kıvamına geliyor..Haşladığımız suyu olduğu gibi boşaltıp, tencereye biraz becel koyup makarnayı üzerine ilave edip şöyle bir döndürüp içine 1 yumurta sarısını ekleyip yine bir tur makarnayı tencere içinde döndürüyoruz.
Daha sonra da sosumuzu makarna içine ekleyip biraz karıştırıp tabaklarımıza koyup afiyetle yiyoruz.

budur..Yarım paketten lezzetli 2 porsiyon çıkarttım.. Yanında da 2008 Kavaklıdere Angora güzel gitti, tavsiye ederim.

Wednesday, October 21, 2009

ölçülebilirlik

Birkaç hafta sonra ölçümlemeyi becerdim..Evet sadece ufak bir grup, bir takım yazılar, işlevsellik, sevindiriklik ve ölçüm..merak işte..
bakalım kaç kişi girdi-çıktı yapacak..trafik ne olacak..merak işte..

Tuesday, October 20, 2009

Radiohead - High and Dry

Two jumps in a week, I bet you think that's pretty clever don't you boy.
Flying on your motorcycle, watching all the ground beneath you drop.
You'd kill yourself for recognition; kill yourself to never ever stop.
You broke another mirror; you're turning into something you are not.

Don't leave me high, don't leave me dry
Don't leave me high, don't leave me dry

Drying up in conversation, you will be the one who cannot talk.
All your insides fall to pieces, you just sit there wishing you could still make love
They're the ones who'll hate you when you think you've got the world all sussed out
They're the ones who'll spit at you. You will be the one screaming out.

Don't leave me high, don't leave me dry
Don't leave me high, don't leave me dry

It's the best thing that you've ever had, the best thing that you've ever, ever
had.
It's the best thing that you've ever had; the best thing you've had has gone away.

Don't leave me high, don't leave me dry
Don't leave me high, don't leave me dry
Don't leave me high, don't leave me high
Don't leave me dry.

Sevgili hep şehir dışında olmasın

O şirket tüm haftasını komple şehir dışında olacak gibi yaptırmasın
ben evde yapayalnız olmayayım
özlemek güzel ama 7 gün sürmesin
2 gece kalsın en fazla
insaf olsun
el insaf
ve hatta edeb yahu

Suç, düşünce olmaktan çıksın

Suçluyum.

Yaftalarla yaşamaya devam ettiğim için...
En açık görüşlülerin bile bir kalıba sokmaya çalışmasına izin verdiğim için...
Bunlarla karşılaştığımda; sustuğum ve kırmamak için konuşmadığım için...
Herkesin kendince edindiği deneyimlerle, yaşadığım anlara ahkam kesmelerine tepkisiz kaldığım için...

Düşündüklerimi anlatıyorum. Görüyorum ki; dünyanın çevresinde döndüğü şey aynı... Yaş ilerledikçe, dönüş biçimi değişiyor. Ama yörüngede en ufak bir sapma yok.

O yörüngede olmak istemiyorum. Sevmiyorum yahu, zorla mı? Hayatım kadın-erkek ilişkisi üzerine kurulu bir toplumsal algı mekanizmasının içinde öğütülsün istemiyorum. Sevmiyorum kardeşim. Yeter artık!..

Kafanızda "suç" olanları, "doğal" olarak düşünmenize engel herşeyi, ne zaman yıkacaksınız? Yıkacak mısınız?

Monday, October 19, 2009

Bir Amerikali, bir Ingiliz ve bir Iraklı

Bir Amerikali, bir Ingiliz ve bir Irakli kahvede oturmus cay iciyorlar.
Amerikali cayini bitirince bardagi havaya firlatmis, silahini cikarip bardaga ates edip parcalamis:
'Bizde bardaklar o kadar ucuzdur ki biz Amerika'da ayni bardakla iki kere cay icmeyiz'
Ingiliz de bunun uzerine cayini bitirip bardagi havaya firlatmis ve ates ederek bardagi parcalamis:
'Bizim Ingiliz kumsallarinda bardak yapacak cam icin o kadar cok kumsal vardir ki, ayni bardakla iki kere cay icmeyiz'
Bunun uzerine Irakli da cayini bitirmis, bardagi havaya firlatmis, silahini cekip Amerikali ve Ingilizi vurup oldurmus...
'Bagdat'ta bu Ingiliz ve Amerikalilardan o kadar cok var ki, biz ayni adamlarla oturup iki kere cay icmeyiz...

Çevrede bu kadar dangalak olduğuna göre, acep...?????????

Derin bir nefes

Bir derin nefes zamanı… Rutine bağlamış giden hayatın ortasında, tam da şimdi, bunu okuduğun anda dur! Öyle derin bir nefes almaya hazırlan ki, dursun her şey de seninle birlikte… O nefesi alıncaya dek zaman dursun. Saniyeler atmasın. Başaramayacağını mı düşünüyorsun? Olanaksız mı?

İlk öpüşmeni hatırla… O ana dek yavaş yavaş tırmanan heyecanı… Ellerin terlemeye başlar. Kalbin deli gibi… Dudakları yaklaştıkça sıcak nefesi de yaklaşır. Yüzünü dağlar. Heyecandan kupkuru kesilen dudaklar hafifçe değer birbirine, ürkek ve kararsız. Sonra o ilk dokunuş bir anda bir birleşmeye dönüşür. İşte o anı hatırla… Durmamış mıydı zaman? Derin bir nefes boyu durmamış mıydı?

İlk sevişmeni hatırla… Sınırsızlığındayken bedeninin, bir anda tüm varlığınla O’nun olmayı dilediğin o ilk anı… Sonsuz gibi değil miydi o anda her şey? O an aldığın nefes kadar derinini ne zaman aldın bir daha?

Çocuğunu kucağında tuttuğun ilk an? O da mı değil? Aylarca gelmesini beklediğin, büyüyüşünü izlediğin, hissettiğin? Bir anda küçücük bir insanın kucağına verildiğinde, yüzüne kocaman gülümsemeler gönderen insanların arasında, onunla ilk göz göze geldiğinde aldığın o derin nefes?

Bir derin nefes zamanı artık… İlk öpüşme bitti. İlk sevişme de… Belki yeni bir çocuğun da olmayacak artık. O zaman nasıl varacaksın o derin nefesin sonsuzluğuna bir daha? İşte burada deneyimlerin girecek devreye. Artık “seviyorum” dediklerini sahiplenerek, kendin yaratacaksın o derin nefesi… Sevdiklerini sadece kavramsal olarak sevmekten vazgeçerek… Onlarla bütünleşerek…

Mesela alacaksın papatyayı, yaklaştıracaksın burnuna ve derin bir nefes çekeceksin. Ya da yanında sana bir şeyler yükleyeni alacaksın kollarına ve sımsıkı sarılacaksın. Güneşin batışını izlerken alacaksın o derin nefesi artık. Çok seviyorum dediğin grubu dinlerken, bir albüm boyu tutacaksın nefesini. Rüzgarsa sevdiğin, izin vereceksin derin bir nefesle içine dolmasına…

Zaman içinde hep “en”lerin oluştu. En çok sevdiğin renk, en çok sevdiğin yemek, en çok sevdiğin film… “En çok” ne demek bunun ayrıdına “gerçekten” varman için yapman gereken sadece bu işte. Derin bir nefes almak… Al o nefesi…

Göreceksin ki; o zaman daha gerçek olacak her şey… Daha sana dair… Daha içinde… Ve hayatının yedek kulübesine sıkıştırdığın zamanlar akmaya başlayacak bir anda… Orada beklettiğin ne varsa dolacak boşalan yerlerine… Dolu dolu yaşayacaksın. Dolu dolu nefes alıp vereceksin artık. Kendini bekletme… Hele ki bir de biri tutmaya hevesliyse elini… İşte o zaman; vereceksin, aldığın o derin nefesi...

Saturday, October 17, 2009

Remember the time...when we fell in love...

Do you remember
When we fell in love
We were young
And innocent then
Do you remember
How it all began
It just seemed like heaven
So why did it end?

Do you remember
Back in the fall
Wed be together
All day long
Do you remember
Us holding hands
In each others eyes
Wed stare
(tell me)

Do you remember the time
When we fell in love
Do you remember the time
When we first met
Do you remember the time
When we fell in love
Do you remember the time

Do you remember
How we used to talk
(ya know)
Wed stay on the phone
At night till dawn
Do you remember
All the things we said like
I love you so
Ill never let you go

Do you remember
Back in the spring
Every morning birds would sing
Do you remember
Those special times
Theyll just go on and on
In the back of my mind

Do you remember the time
When we fell in love
Do you remember the time
When we first met girl
Do you remember the time
When we fell in love
Do you remember the time

Those sweet memories
Will always be dear to me
And girl no matter what was said
I will never forget what we had
Now baby

Do you remember the time
When we fell in love
Do you remember the time
When we first met
Do you remember the time
When we fell in love
Do you remember the time

Do you remember the time
When we fell in love
Do you remember the time
When we first met
Do you remember the time
When we fell in love
Do you remember the time

Remember the times
Ooh
Remember the times
Do you remember girl
Remember the times
On the phone you and me
Remember the times
Till dawn, two or three
What about us girl

Remember the times
Do you. do you, do you,
Do you, do you
Remember the times
In the park, on the beach
Remember the times
You and me in spain
Remember the times
What about, what about...

Remember the times
Ooh... in the park
Remember the times
After dark..., do you, do you, do you
Remember the times
Do you, do you, do you, do you
Remember the times

Remember the times...I loved you this much...
when we fell in love each other..that glowing your eyes..your face..

Friday, October 16, 2009

Emotio & Lilter


hoş geldin!
kesilmiş bir kol gibi
omuz başımızdaydı boşluğun...
hoş geldin!
ayrılık uzun sürdü.
özledik.
gözledik...
hoş geldin!
biz
bıraktığın gibiyiz.
ustalaştık biraz daha
taşı kırmakta,
dostu düşmandan ayırmakta...
hoş geldin.
yerin hazır.
hoş geldin.
dinleyip diyecek çok.
fakat uzun söze vaktimiz yok.
yürüyelim.....


Ayak tutmaz iken

Eski eve girdim bugün
hepi topu 20 dakika
kış geldi ya
giyecek şey lazım
elimde çöp torbaları
çabuk çabuk hareketler
el ve ayak titremeleri richtere uygun

bir kaç kez daha girmek gerekecek
nasıl girebileceğim muamma
her seferi bu kadar sarsacak ise... işimiz iş
başım kocaman...
oysa ki benim evimdi orası
her kuruşunu ödediğim
aldığım kendi eşyalarım

sanki boğdular beni orada
sanki nefesim orada bitti
sanki o duvarlar bana saldırmak için bekliyor
giremiyorum içeri
ama pisliği toplaması gereken benim...
anıları da, eşyaları da

Roma'dan Antik Bizans'a